Çünkü öyle böyle değil, on yıl önce oranın restorasyonu konuşulduğunda ciddi tepki gösterenlerden biriydim…
Çünkü “suyun karşı tarafına” ciddi tepkisi olanlardan biriydim…
Çünkü kahrolası düşmanlığın sadece “karşı taraftan” geldiğine inanıyordum…

Çünkü Türkiye ile Yunanistan arasında asla “insani” bir dostluk kurulamayacağına, olsa olsa sadece “cüzdani” dostluklar -ki onlara “kapitalist işbirliği” diyoruz- oluşabileceğini söylüyor ve yazıyordum.

Gazeteci Süleyman Gencel’le günler boyu yaptığım, kavga tadındaki “Türk – Yunani” tartışmalarını nasıl unutabilirim? Ama söylemeliyim ki, Süleyman’dan öğrendiklerim bilinç altıma girmiş ve geçen hafta bir bir su yüzüne çıktı. Keşke Süleyman, şu aptalca iç siyaset girdabına girmeseydi de, uzmanı olduğu uluslararası siyasette devam edebilseydi. İnanıyorum bırakın İzmir’i Türkiye boyutunda bir “otorite” olurdu.

Neyse…
Aslında hep söyledim ben…
Ben Anadolu milliyetçisiyim…
Bazıları sormaz da ya tepki verirler ya da karşı çıkarlar… Oysa “Anadolu milliyetçiliğini” ne kadar çok isterdim anlatmayı…
Heyecanlıyım fazlasıyla… Bu heyecan bana bugüne kadar çok hata yaptırdı ama heyecan da duymasam nasıl yaşarım? Yaşayamam ki!
Evet… Anadolu milliyetçisiyim… Ne “sağa” inanıyorum ne de “sola”… Ecnebinin parlamentosundaki oturma yerlerinden çıkan bir garabeti neden ciddiye alayım ki? Ben Anadoluluyum işte…

Hangimiz soyumuzu tam olarak biliyoruz ki?
Aslında bilip ne yapacağız, o da ayrı bir konu zaten.
Şöyle üstünkörü bir araştırınca kendimi neler çıkıtı neler?
Ana baba geçmişimde Cezayir var, Maraş var, Bektaşilik var, Niğde, Aksaray, Bor Armutlu var, Girit Resmo var ve İzmir…
Ana baba soyum dönmüş dolaşmış ve sanırım Girit İsyanı’nda Rumlar’dan kaçmış İzmir’e yerleşmiş…
Peki, bunları yeni mi öğrendim?
Öğrenmem yıllar sürdü açıkçası.

Bu arada hemen söylemeliyim ki, Yunanistan’la “ilk irtibatımı” kuran da Süleyman Gencel’dir. Haber Ekspres’te yazıp, İzmir TV’da yayın yaparken bir gün “pat” diye kendimi Yunanistan Konsolosluğu’nda buldum… Teodora Hacudi kardeşimle tanışmam da o zaman işte. Konsolos Sekeris oldukça sıcak, mütevazı ve konukseverdi. Bin bir kaygı ve ön yargıyla girdiğim Konsolosluk’tan istediğimi, istediğim gibi sorma ve söyleme rahatlığıyla çıkmıştım.
Bu kez de başrolde yine Teodora vardı ve Konsolos yerine de aynı sıcaklık, samimiyet ve sevecenlikte Papaz Kirillos…
Size bu “92 yıl sonra ilk kez olan ayinin” öyküsünü anlatayım şimdi.
17 Ağustos’tan tam bir hafta önce Perşembe günüydü sanırım…
Teodora çıktı geldi…

“Keşke orada da yapılabilse, Türk – Yunan halklarının arasındaki sıcaklığa sıcaklık katar” dedi…
Bir yıl önce Yunanistan’da yaşadığım konukseverliği ve samimiyeti de hatırlayınca patlattım soruyu: “Yapmak istediniz de Hayır mı dendi?”
Daha önceki yıllarda, konjonktürel olarak yaşanan gerginlikler nedeniyle, düşünülse de hep vazgeçilmiş. Uzun uzun anlattı bunu.
“Ama yahu” dedim ben de “dünyanın haline bak, Suriye’de, Filistin’de nasıl katlediliyor? Yaşama umutlarımız, gelecek umutlarımız nasıl söndürülmeye çalışılıyor anlamıyor muyuz? Aramızda sadece bir deniz var, yıllardır dünyanın insanı gelip gidiyor. Binlerce yıllık tarih, ortak gelenek ve alışkanlıklarımız var. Hala Amerikan, İngiliz oyunlarıyla birbirimize neden düşmanız ki? Sizin inandığınız Allah ile benimkisi farklı mı ki? Ölünce yattığımız toprak farklı mı? Doğunca çıkardığımız ilk sesler aynı değil mi?”
Teodora şaşırdı tabii…
Ardından devam ettim, “Bak, ben akılsızlık ettim. Hem Atatürkçüyüm dedim hem sevgili liderimin savaş sonunda savaştığı ülkenin bayrağına basmayı, yerlerde kalmasını ret ettiğini anlayamadım. Siz Valilik iznini alın, ben başkanla konuşacağım” dedim.
Teodora’nın şaşkınlığı tavan yaptı tabii…

Hemen döndüm ve bunu Teodora’ya bildirdim.
İzmir’deki dini liderleriyle de acilen görüşmem gerektiğini söyledim.
İzmir’de çok az sayıda Ortodoks yurttaş varmış meğer. Üstelik bir zamanlar çokça kiliseleri olan bu cemaat şu anda Hollanda’dan kiraladıkları bir Felemenk Kilisesi’nde kiracıymışlar.

“İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun selamını getirdim öncelikle” dedim ve “sağ olsun var olsun aleyküm selam” karşılığını aldım.
Tam bir hafta sonra olacak bir ayin için başladık planlamaya…
Ama o küçücük cemaatin, çoluk çocuk mutluğunu görmeliydiniz.
Önce samimiyetle kendimi anlattım.

2Vakit az, yapacak çok şey var2 deyip, sevgili kardeşim Özel Kalem Müdürü Levent İşler’in sayesinde bir araçla “Hayd, hemen gidip bakalım” deyip Kiliseye gittik…
Kirillos’un sevinci, mutluluğu, kiliseye girerken yaşadığı duygusallığı tahmin edin.
Sevgili ağabeyim Orhan Beşikçi’yi de davet ettim o gün. Sağ olsun sıcak hava demedi geldi ve tanıştı papaz ve ekibiyle. Güzel bilgi paylaşımları oldu ki sanırım Orhan Beşikçi bunu ayrıca yazacak. Çünkü Beşikçi abim İzmir’e Basmane farkındalığı yaratan adamdır. Onu Basmane ve çevresiyle alakalı “iş çevirenlerin ve çevirmeyenlerin” ciddiye alması gerekir ama…
Her ne kadar İzmir’in muhterem medyası bu konuyu anlamazdan gelse de, Yunanistan, İngiltere ve Rusya’dan yansımaları hala sürüyor. Tuhaf ama her fırsatta İzmir’i bilmem hangi Avrupa kentiyle kıyaslamaya kalkanlar, İzmir’in neyi başardığını ne haber yaptı doğru düzgün ne de yazdı, söyledi. Oysa Yunan medyası hala bu konuyu haberleştirip Başkan Aziz Kocaoğlu’na övgüler yağdırıyor. İleride yapılacak yeni etkinliklerde sanırım “köşeli jeton” sahipleri fark edecekler ne yaptığımızı. Hala kafası EXPO için “tan tun” edenlerin, çok yakında “yahu neler oluyor” diyeceğine yüzde yüz inanıyorum.

Bu tarihi organizasyonda öyle isimler var ki, öyle dayanışmalar sergilendi ki, anlatmaya sayfalar yetmez.


Abdülaziz Ediz Beyi ziyaret edip söyleyeceğim, ama 17 Ağustos ayininin önemini sanırım henüz İzmir ve İzmir yöneticileri, iş dünyası, sivil toplum ve medya anlamadı.
Aslında ne çok yazmak istediklerim var…
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı gerçekten tarihi önemde bir adım attı.

17 Ağustos günü benim doğum günümdü…
Bir 17 Ağustos’ta ise on binlerce canımızı kurban verdik depreme. Ve biz depremle yanarken ilk el uzatan “komşu” Yunanistan oldu…
Türkiye ile Yunanistan arasında ciddi bir yakınlaşma yaşandı…

Ortodoks Patrikhanesi şimdi daha umutlu…
Şubat ayında Aya Vukolos Bayramı’na hazırlıklar başladı…
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı, İzmir’in ruhundaki hoşgörüyü tarihe geçirerek yaşatmaya devam edecek.
En kötü iletişim bile iletişimsizlikten iyidir.
Keşke on yıl önce “iletişim” kurabilseydim.
Çok merak edildi yazacaklarım… Bu da bana panik yaşattı. Oysa bu kadar işte…
Birileri biliyorum çok kızacak, kızıyor. Ne yapayım? Dondurma yesin…

Dünyadaki korkunç savaşlar, din tüccarları, içine şeytan kaçmış melek yüzlü kapitalistlerin oyunlarını sadece iki halkın ortak iradesi bozar.
Atatürk’ü Nobel’e aday gösteren Venizelos bile buna inanmışken, Atatürk katıksız barışı siyaset yapmışken bizim sadece bunları “yaşamamız” gerekiyor…

Önemli olan sadece İnsan olmaktır…
“Bizi çok şaşırttın” diyenlere de bir çift sözüm var…
Bekleyin… Şu anda danışmanlığını yapmaktan onur duyduğum Başkan Kocaoğlu’nun da onayıyla ben sizleri çok yakınlarda daha çooook şaşırtacağım. Ama şaşkınlığa değil oluşacak gerçek sevgilere, dostluklara bakın siz ve zaman kaybetmeyin.
Çünkü ben çok zaman kaybettim…
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.