Bir yirmibir 10 Ocak daha yaşar mıyım bilemem, sanmıyorum, Allah bilir…
Fakat yirmibirinci 10 Ocakta bu benim son programım olabilir diye çıktım ekrana…
Ve söyledim de…
Tam yirmibir tane 10 Ocak…
Demek ki geride yirmibir yıl bırakmışım…
TRTden torpilsizlik yüzünden kovulduğum günü, günleri hesaba katmıyorum…
Kanal Ege tecrübesiyle başlayan, HBB TV ile nur içinde yatası Erhan Akyıldızla yükselen, İnter Star, Kanal 1, Ege TV, Yeni TV, İzmir TV, Kanal 35 televizyonlarıyla devam eden, Haber Ekspres, Yenigün, Dokuz Eylül Gazeteleri ile boyut kazanan, radyolarla, internet siteleriyle güçlenen yirmibir yıl…
Dünya kadar hata, yanlış, iniş çıkış, düşüş kalkış, onur iftira, sevinç, hüzün, kaygı, heyecanla şekillenen ama illa ki ayrımsız insan sevgisiyle yoğrulan yirmibir yıl…
Yirmibir yıl…
Yirmibir 10 Ocak…
10 Ocakların yirmibiri biterken iddia edilen hak kazanımı ki umurunda değil…
Çünkü geçen yirmibir 10 Ocakta hak kazanımı yaşamadığım gibi, 212 sayılı yasaya tabi olmam da çok geç oldu. Hele 10 Ocaklarda, yerellerde gazetecilik heyecanını yaşayarak sömürülen kardeşlerimin durumuna asla değinilmemesi de belki de mesleğimizin en acı rolü!
Çok değil 1991 ile 2000 arasında yerel TV ya da yerel gazetelerde çalışarak para biriktireni hatırlıyorum da, bugün acaba 10 Ocakın nesini ne kadar konuşacağız?
Hele 10 Ocak 1961in patron ayrıntısını görmeden, hatırlamadan ve bugün gazeteci özgürlüğünü sadece Mustafa Balbayın özgürlüğüne endekslemenin de doğruluğunu tartışmamız gerekiyor. Mustafa Balbayın zindandan kurtulması insanım diyen hepimizin dileği, ama unutulmasın ki gazeteciliğin yozlaştırılması Mustafa Balbayın içeri girmesiyle başlamadı, son otuz yıldır kan kusan bir meslektir idealist olan her gazeteciye basın…
Anılarımı yazmak istiyorum inanın…
Kimse basmasa da, kitap olmasa da yazmak…
Çünkü şu İzmirde geçen yıllar içinde tuttuğum onca not var ki…
Yaptığım hatalar, yaşadıklarım, onurlarım, kavgalarım…
Dedim ya tam yirmibir 10 Ocak yaşadım ben… Çoğu da İzmirde…
Özfaturalı, Piriştinalı, Yusuf Ziya Göksulu, Tansu Çillerli, Mesut Yılmazlı, Kanal 1li, Ege TVli, İzmir TVli, TMSFli ne hatıralar, notlar var…
Öfkem kendime…
Belki tarafımı doğru seçemedim. Doğduğum, büyüdüğüm yerleri unutmam gerekirdi, evimde yedi kollu şamdan bulundurmam, kahvaltılarda hocacı akşam yemeklerinde locacı olmam gerekirdi. Aynı anda hem Aziz Kocaoğluna hem de Binali Yıldırıma övgüler yağdırmam, dünü unutmam, dün alay ettiklerime şimdi biat etmem gerekirdi. Okunmadığım, izlenmediğim halde büyük gazeteci tripleri atıp, hem küçük hem de büyük dağları yaratma iddiam olmalıydı, kendi hatalarımı örtmek, unutturmak için sürekli başkalarına çamur atmam, haramla yaşarken helali, namussuzlara destek olurken namusu, ahlakı yüceltirken ahlaksızlığı yaşamam gerekirdi belki de… Ya da…
Neyse, bir 10 Ocak daha yaşadık bitti…
Şimdi bir hak tartışması var ortalarda. Atilla Sertel başka şey diyor, başka arkadaşlar başka…
Girmem bu tartışmaya…
Çünkü bu meslekte yaşadığım yirmibir adet 10 Ocakta hak kazanımı yaşamadım…
Benim hakkım sokakta… Ve sokakta hakkımı alıyorum. Bir selam, bir güzel söz, bir anlamlı dua…
Allah her meslektaşıma bu hakları nasip etsin önce.
Basının makro sorunlarını konuşmadan önce, resmen sömürülen gençleri dinlememiz gerekir. Üniversitelerin iletişim fakültelerinde neden gazeteci olmak isteyenler azalıyor, neden gazete okuma artmıyor, neden gazeteciye güven dibe gidiyor?
Hiç kandırmaya gerek yok birbirimizi…
Başkan Sertel mutsuzuz ama umutluyuz demiş…
Doğrudur ama eksik…
Yirmibir 10 Ocak yaşamış bir sokak gazetecisi olarak haykırıyorum. Ne mutluyum ne de umutluyum. Düşündüğüm tek bir hedef kaldı o da sağlıkla noktayı koyup çekilmek…
Çünkü artık kalbim de midem de kabul etmiyor bunca hokkabazlığı…
Ekonomik olarak reklam zihniyetinin ya da reklam müdürünün kontrolünde habercilikten kurtulunmadığı sürece 10 Ocak da haramdır, umut da mutluluk da!
Önemli bir bilgi ve duyuru!
Hatırlar mısınız, İzmirde bir tarihi vakıf eserinin nasıl kötü durumda olduğunu söylüyor, yazıyordum. 2009dan beri Topaltı İlkokulu karşısındaki Baladur Camii ile ilgili yazdım söyledim. 19 Şubat 2009da Yenigün Gazetesindeki köşemde bu caminin içler acısı halini şöyle yazmışım.
Cami ile ilgili…
İki gün yazdım. Okunmadığına inanmıyorum… Okunmuştur da boş verin ya denmiştir… Umurumda değil. Yine gideceğim oraya… Yine resim çekeceğim… İnanamıyorum bunca ilgisizliğe… Vakıflar idaresi var bu kentte, Müftülük var bu kentte… Kültür Müdürlüğü var bu kentte… Ama ne olduğunu bile anlamak olası değil… Ben gazeteciyim… Ben gazetede köşe yazan bir gazeteciyim… Görürüm, duyarım, yazarım ve beklerim… Beklemek de unutmak değildir. İzmirde kiliseler, havralar, ecnebi mezarlıkları kültür ve turizm adına onarılırken bu kentin en belirgin kimlik damgalarının kaderine terk edilmesine sessiz kalamam. Kimse umursamasa da ben ses çıkarırım. Dine saygıyı sadece başörtüsü özgürlüğü görenlerin durumunu da anlamıyorum. Bunca milletvekili var ama ilgi yok öyle mi? Tamam o zaman… Ben devam ediyorum… Ama bugünün bir de yarını var!
İşte bu satırlardan sonra olan bir yazışmayı aktaracağım size…
Size Pazartesi sabahı 09.00da Vakıflar Genel Müdürlüğünün bizleri nasıl kandırdığını belgesiyle sunacağım. 14 Ocak 2013 Pazartesi sabahı hepinizi Kanal 35 TVda SABAH RESİMLERİne bekliyorum.
Gördüğünüz gibi salaklıktan da ödün yok ve Vakıflarla boşuna uğraşmıyorum. Mihrabına pislenmiş bir caminin varlığına tahammül edebilenlerle de aynı toprakları paylaşmaktan utanıyorum!




Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.