Bir önceki yazı, ne yazık ki, uzun süredir güncellenemedi. Hani, insanın eli kaleme varmaz ya; onbinlerce sözcük, binlerce cümle; adressiz mektuplar gibi beyinde, yürekte savrulurken, varamıyor eli kaleme insanın. Üstüne üstlük, peşpeşe iki acı birden yaşadım yakın zaman içinde. Her bir kayıp; bu ülke gerçeğinin farklı coğrafyalarda yansımasıydı. İki yakınımı yitirdim. İkisi de onurlu olmayı tercih edip, yaşam mücadelesinden vazgeçmeden hayatı sürdürmeyi tercih etmişti. Çalmadan, çırpmadan, hak yemeden, ikiyüzlülük yapmadan,sadakaya yüz vermeden insanca yaşamak için, yerinden yurdundan ayrılıp gurbete gitmişti. Oysa, memlekette dün olduğu gibi bugün de üretmeden tüketmenin yolu açıktı. Geride kalana bakmadan, geride kalanı sorgulamadan; öne geçebildikleri kadar ileri gidebilirlerdi; hiç gerek kalmazdı yerini yurdunu bırakıp gurbete çıkmaya… Öyle yapmadılar.
Yaşamlarını onurlu tercih üzerine kurdular. Birisi hani Yeşilçam klasiklerinde siyah beyaz görüntüler vardır ya, tahta bavullar elde, Sirkeci Garından kalkan kara trenlere binen; Alamancılardandı. 35 yılını gurbete verdi. İnşaatçıydı. Kar kış, yaz, bahar demeden yeniden inşa edilen Almanyanın binalarında çalıştı. Mesele, bir gün memlekete dönmek olunca, var gücüyle çalıştı; ama bedeni yavaş yavaş tükeniyordu. O ki, bunu görebilecek durumda değil, gurbetten memlekete döndüğünde hırsıza, uğursuza bulaşmadan yeni bir hayat standardı derdindeydi. Ne var ki; kanser ilmek ilmek vücuduna işliyordu. Memlekete döndü; düşlediği hayat standardına el verdiğince ulaştı. Ve bir gün kansere yenik düştü…
Bu kaybı bir başka gurbet ölümü izledi. Bundan 15 ay önce; bu coğrafyada yıllardır dayatılan oyunu kuralına göre oynamayan bir başka yakınım, Libyaya gitti işçi olarak. Uzun yıllar çeşitli alanlarda çalıştı, yaşamında gündelik sıkıntılara bağlı olarak inişler çıkışlar yaşadı. Fakat bu coğrafyanın kumaşı sürekli değiştiriliyor, ortaya çıkarılan yeni kumaştakiler eski insanlara benzemiyor; kurallar hep bu yeni kumaşın insanlarına dizayn ediliyor; yeni düzen yönetilmeyi kolay kılıyor, üretmeden yaşamının yolunu gösteriyor, bireyden cemaat aidiyetine açtığı yolda; insanı kendisine yabancılaştırıyordu…
Sirkeci Garındaki tahta bavulların yerini uçaklar almıştı artık. Tahta bavulları el valizleri… Libya, bir Afrika ülkesi… Belki haritada yerini bile bulamayacağı bu ülkeye doğru yola çıktı. Ve 15 ay sonra cenazesini karşıladık, trafik kazasında yaşamını yitirmişti.
İki insan, iki öykü…
Bu ülke ki; insanlarımızı, değerlerimizi kaybettirdi. Onurluca yaşamak yerine onursuzluğu dayattı. Direnmedik mi, direndik… Ve biliyorum ki her yerde hala var direnenler; bir avuç kaldıkları iddia edilse, hep yok edilmek istense de…
Gidenlerin anısına; ne kadar yalnız kaldığımızı düşünürsek düşünelim, bizi ne kadar güçsüz bırakmak isteseler de; acıyı bal eyleyip, yürüyüşümüze devam edeceğiz. Yalnızlığa, yılgınlığa, dayatılan umutsuzluklara rağmen yürüyeceğiz.
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.