Barselona

Bir kenti sevmek ya da sevmemenin pek çok nedeni olabilir ama sanırım bütün bunlar ortak bir başlık altında toplanabilir. Orada kendinizden bir şeyler buluyorsanız seversiniz, bulamıyorsanız sevmezsiniz. Bir yerde kendinden bir şeyler bulmak aslında insanın o güne değin kimliğini, kişiliğini, duygularını, yaşama bakışını ve yaşam biçimini belirleyen her şeye bağlıdır, her şeyle ilgilidir. Belki de bu nedenle dünyanın gözde kentlerini tanıtma savıyla hazırlanan turistik belgeler o kenti gerçekten tanımaya çalışanlara aslında çok fazla bilgi veremezler. Bu belgeler “ortalama turist beklentisine” göre hazırlandıkları için kente ilişkin önemli ve ilginç olduğu varsayılan bilgileri art arda sıralamanın ötesine geçemezler. Bunu bilmeme karşın, bugüne değin ne zaman bir yere gidecek olsam çeşitli kaynaklardan oraya ilişkin bilgi toplamaya çalışırım. Dönüş yolunda ise derlediğim bu bilgiler çerçevesinde önceden oluşan beklentilerimle orada bulunduğum süre içindeki izlenimlerimi karşılaştırarak eğlenirim.

Geçtiğimiz hafta birkaç günlüğüne gittiğim Barselona’dan dönüş yolunda aynı şeyi yaşadım. İlk kez gittiğim İspanya’nın bu olağanüstü güzel kentinde bir şehir plancısı olarak yaptığım gözlemlerin bende bıraktığı en değerli izlenim, bu kenti “işte benim kentlerimden birisi” diyebilecek kadar kendime yakın hissetmemdi. Böyle hissetmemin nedeni hiçbir turistik broşürde yer alamazdı. Aslında bunun ortalama turist beklentisi varsayımıyla hazırlanan belgelerde anlatılması ne mümkündü ne de gerekliydi.

2000 yıllık bu kentte, kendisiyle, kendi tarihiyle, çevresiyle, doğayla ve dünyayla barışık yaşayan Katalan kültürü, kırk yılı aşan Franco faşizmi altında yaşanan iğrençliklere karşın insani değerlerden asla kopmamanın fiziksel ve toplumsal ürünü olarak korumuştu Barselona’yı. Barselona’da koruma, aradan cımbızla çeker gibi ayrılan şu ya da bu yapının; şu ya da bu eserin onarılması; o yapıların yıkımının, değiştirilmesinin, bozulmasının yasaklanması gibi değil kentin bütünüyle korunması olarak algılanıyordu. Böylece Katalanlar yalnızca yapıları değil kendi kimliklerini koruyorlardı. O nedenle, “Barselona” denildiğinde dünyanın hemen her yerinde bulunan kalabalık liman kentlerinden birisi değil yalnızca “Barselona” akla geliyordu. Bu kent sıradan bir kent değil Katalanların kendine özgü Barselona’sıydı ve yeryüzünde bir başka benzeri yoktu. Orada gönümüz dünyasının ihtiyaçlarına yetmiyor diye yapılar yıkılıp yerine yenileri yapılmamıştı. Yeni yapılar için yeni alanlar yaratılmıştı, kenti denizden koparan ve kıyı boyunca uzanan imar hakları verilmemişti. Kentle deniz arasında kalan tarımsal alanlar gözden çıkarılmamıştı. Yoğunlaşan kent içi taşıt trafiği sorun oluyor diye katlı kavşaklarla, alt/üst geçitlerle yayalar kent yaşamından koparılmamıştı. Kentin merkezi iş alanında olur olmaz yerlere katlı otoparklar yerleştirilmemişti ama metro ağıyla kentin bütün noktalarına ulaşabilmenin projeleri uygulanıyordu. Her fiziksel düzenlemede, başta engelliler olmak üzere tüm yayalar göz önüne alınıyordu.

Koruma anlayışıyla, düzenlemeleriyle, insana saygısıyla ve sımsıcak atmosferiyle bana “işte benim kentlerimden birisi” dedirten Barselona’yı ben çok sevdim. Sizce böyle bir kent sevilmez mi?

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın