Prof. Nüzhet Ayetullah Sumer Basmane’de doğdu

Türk resminin büyük ustası Prof. Nüzhet Ayetullah Sumer’in çocukluk ve gençlik yıllarını, sanat yaşamını torunu Sayın Hasan Aslan Akpınar’la konuştum.

– Sayın Hasan Aslan Akpınar, ressam dedeniz Prof. Nüzhet Ayetullah Sumer’in İzmirli olduğu bilinir, ancak Basmane doğumlu olduğu bilinmez. Bu konuda yapacağınız açıklamayı önemsiyorum.

– Türk resim sanatının ustalarından rahmetli dedem Prof. Nüzhet Ayetullah Sumer 16 Nisan 1905’de, bir Pazar günü, İzmir’in Konak İlçesi Fettah Mahallesi (yeni ismi Akıncı Mahallesi) Dibek Sokak, No. 58 adresindeki iki katlı tipik bir Türk konağında doğmuş. Dedemin babası İzmirli Allamezade Ailesi mensubu, Mustafa Hamdi Bey ve Vahide Hanım’dan olma, Duyunu Umumiye Aşar Müdürü Mehmet Esat Bey, annesi ise İzmirli Şerif Bey ve Hatice Hanım’dan olma Saniye Hanım’dır. O gün Mehmet Esat Bey, oğlunun doğumu üzerine küçük bir kâğıt parçası üzerine şu notu kaydetmiş.

“İkinci oğlum, üçüncü evladım Mehmet Ayetullah 1323 sene hicri saferinin 12. günü 1321 sene miladiyesi Nisanın 4’üncü Pazartesi … saatinde… cenap hazreti…ömrünü medid (uzun) ve said (bahtiyar, mutlu), rızkını ferit (bol) buyruk amin bica habibullah (Allah’ın sevgili kulu) Muhammed.”

Ailenin üçüncü ve son çocuğu dedemin ağabeyi 1899 doğumlu Nurullah Esat ve ablası 1904 doğumlu Seniha’dır. Aile arasında Nüzhet olarak çağrılan Ayetullah zayıf bir bünyeye sahiptir. Dedemin hayatının ilk beş yılı hep hastalıkla geçmiş. Çocukken geçirdiği zatürre hastalığı, daha sonraki yıllarda beş kez daha tekrar etmiş ve onun tüm hayatı boyunca dikkatli bir yaşam sürdürmesini gerekli kılmıştır.

Nüzhet Ayetullah Sumer ailesi Basmane’den sonra Buca ve Karşıyaka’da yaşadı

Birinci Dünya Savaşı yıllarını Buca’da geçiren dedem ve ailesi ve ailesi, Mondros mütarekesinin ardından, 15 Mayıs 1919’da başlayan Yunan işgali ile artan baskılar neticesinde Türk ailelerinin çoğunlukta olduğu Karşıyaka’ya taşınırlar. Dedem bu süreçte işgalinin ardından Türk okullarının kapatılması nedeniyle altı sene okuduğu İzmir Birinci Sultani Mektebi’ndeki eğitimini de yarım bırakmak zorunda kalır. İşgal yılları sırasında eğitiminin aksaması ve çocukluğunda geçirdiği zatürre hastalığının tekrar etmesi sonucunda eğitimine ara veren dedem doktorunun da tavsiyesi üzerine, günlerini dinlenerek, edebiyat ile ilgilenerek, resim yaparak ve keman çalarak geçirir.

Sanatçının savaş ve işgal yıllarında tanık olduğu tarihi olaylar

Dedem acılı savaş yıllarını yıllar sonra rahmetli gazeteci Abdi İpekçi’ye şöyle anlatmıştır:

“26 Ağustos 1922 sabaha karşı Kocatepe’de Büyük Taarruz’un başladığını sevinçle öğrendik. Bir hafta kadar heyecanlı bir sessizlik içinde, gece gündüz evlerde nöbet tuttuk. Oturduğumuz ev Karşıyaka tren istasyonuna pek yakındı. Büyük bahçe içinde kapı ve pencereleri demirden yapılmış sağlam bir evdi. Bir gün sabaha karşı istasyondan gelen tren seslerine karışan, bozguna uğramış Yunan askerlerinin kulakları yırtan küfürlerle karışık haykırmaları ortalığı bir anda birbirine kattı. Nitekim kapalı dükkânları kırarak yiyecek arıyorlardı. Birkaç Yunan askerinin de duvardan atlayarak bahçemize girdiklerini ve ağaçlardan nar ve ayva kopararak yediklerini gördüm. Yunan orduları bozguna uğramış kaçıyorlardı artık. Bu gelenler de ilk bozgun kafilesini teşkil ediyorlardı. Askerlerin çok korkak ve tehlikeli halleri vardı. Hepsinin elleri tetikte idi. Biraz sonra tren İzmir’e doğru yol aldı. Görülecek bir manzara idi. Vagonların içi dışı üstü, kapı ve pencerelere asılmış askerlerle dolu idi. Hatta Lokomotifin üstü bile! Bu bozgun ve saldırgan kaçışlar 7 Eylül’e kadar devam etti. Sonraları küçük gruplar halinde azaldı. Bizler de bu grupları etkisiz hale getirerek onları esir kampımıza teslim ediyorduk. Yine böyle bir akşam hava kararırken 8 Eylül akşamı bir Yunan askeriyle karşılaştım. Eli mavzerinin tetiğinde idi. Karşısında tam hedefte idim. Silahsızdım ve siper alacak bir yerde yoktu. Ölümle karşı karşıya idim. Askerin beni öldürmesi işten bile değildi. Fakat sonrası ne olurdu? O’nun bu düşüncesinden yararlanarak hemen üzerine atladım. İki elimle mavzere yapıştım. Kuvvetle büktüm. Kendimi hedeften kurtardım ama bu esnada silah da patladı. Kurşun boşa gitmişti. Kısa bir boğuşma neticesinde silahı askerin elinden aldım. Bu seferde sessizlik içinde derin akisler yapan silah sesi civarda oturan Türkleri tüfekleri ile sokağa attı. Bunların içinde iki arkadaşım da vardı. Boğuşma esnasında yere düşen askeri kaldırdılar ve hep birlikte çarşı içinde bir handa bulunan esir kampına götürüp teslim ettik.”

Dedemin Yunan askerinin elinden kaptığı ve uzun yıllar evimizde duran Fransız St. Etienne markalı piyade tüfeğini en iyi şekilde muhafaza edilebileceği, İstanbul Harbiye’deki Askeri Müze’ye bağışladık.

Sanatçının yaptığı Mustafa Kemal portresi

Dedem Nüzhet Ayetullah 10 Eylül 1922’de büyük kurtarıcı Gazi Mustafa Kemal’i Karşıyaka’ya geldiğinde görmüş ve çok etkilenmiş. Dedem Gazi’yi ilk görüşünü şu sözleri ile betimlemiş.

“10 Eylül 1922 Pazar günü Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Büyük Erkan-ı Harbiye Reisi Fevzi Paşa ile İzmir’e giriyor. Biz gönüllüler Gazi Paşa’nın Karşıyaka’da kalacağı evin önünde vazifeli idik. Yunan Kralı’nın Türk Bayrağına bastığı merdivenlere, bu sefer Yunan Süvari Alayı’nın ipekli bayrağı serilmişti. Bütün tabiat derin sessizlik içinde Büyük Gazi’yi bekliyordu. Gazi Paşa öğleden sonra spor Ford otomobili ile Karşıyaka’ya geliyor. Otomobil evin önünde durdu. İdareciler karşıladı. Otomobilinden indi. Karşılayıcıların ellerinden sıktı. Hatırlarını sordu. Eve doğru yürürken etrafa bakıyordu. Esrarengiz bir çift gözün aydınlattığı asabi ve asil bir çehre, yüzde ve vücutta bir sıhhat ve bahar havası, muntazam giyinmiş, noksansız taptaze bir canlılık. Mavi gri renkler gözlerinin içinde çelik akisleri yapıyordu. Bu akisler, kendisine bakanları tesirine alıyordu. Bütün doğayı teslim alıcı gözlerinde, dayanılmaz bir kuvvet vardı. Birden kaşları kalktı ve hayret verici bir derecede geniş alnında derin çizgiler meydana geldi. Gazi, köşkün merdivenlerinde serili Yunan bayrağını görmüştü. Yanaklarının çıkık kemikleri ile asabiyet belirten çehresine azimli bir ifade veriyordu. Pek zarif ve ciddi bir lisanla konuştu: “Bayrak bir milletin şerefidir. Velev ki bu millet düşmanımız olsun. Şerefle oynanamaz, düşman Kralı bir gaflet yapmış ise, aynı hatayı benim de yapmam gerekmez…” diyerek büyüklüğünü gösterdi ve bayrağı yerden kaldırttı. Merdivenleri çıktı. Balkondaki hasır koltuklardan birine oturdu. Bu sonrada eşraftan bazı kimseler Gazi’ye bilgi veriyorlardı. Ben de Karşıyaka’nın fotoğrafçısı Faruk Çullu ile Gazi’nin resimlerini çekmek üzere ona yardım ediyordum. Bu nedenle Gazi’ye pek yakın bulunuyorduk. Çok mutlu idim. Resimler çekildikten sonra huzurdan ayrıldık.”

Dedem ilk kez gördüğü ve hafızasına kayıt ettiği kalpaklı Mustafa Kemal portresini aynı günün gecesinde 30 cm x 40 cm boyutundaki tuvale aktarıp, arkasından İzmir yangınını ve Türk süvarilerinin İzmir’e girişini de resmetmiş. Dedemin yaptığı bu Atatürk portresi, Avusturyalı ressam Wilhelm Krautz’un “Mustafa Kemal, Anafartalar Grup Komutanı” ibareli 19. 10. 1916 tarihli portrenin ardından bilinen ilk Atatürk portresi olarak tarihe geçmiştir. Dedem bu iki tabloyu Ulu Önder’in çok yakınında bulunan Hadi adlı süvari subayına verir. Bu olayı dedem şu şekilde anlatır:

“Gazi Paşa’nın bende bıraktığı ve unutulması mümkün olmayan bu ilk intiba ile işgal günlerinde başlamış olduğum portresini bitirdim. Bu portreyi Büyük Paşa’ya takdim etmek istiyordum. Gazi’nin maiyetindeki Süvari subaylarından Hadi Bey’e verdim. Birkaç gün sonra Paşa Ankara’ya döndü. Haber alamadım. Sonra yine o günlerde Başkumandanın 26 Ağustos 1922’de Kocatepe’den Türk ordularına verdiği Büyük Taarruz emrini tasvir eden portresini bir kompozisyon olarak yaptım.”

Dedem, diğer iki resmi de yurt dışına eğitim için giderken İzmir’de oturan arkadaşına bırakır. Yurt dışından dönünce arkadaşını ve emanet bıraktığı resimlerini bir daha hiç göremez… Sonraki yıllarda, dedem Nüzhet Ayetullah Sumer, kendi ifadesine göre, hayatı boyunca 120 adedin üzerinde Atatürk portresi yapmıştır.

Çalışma ve okul yılları

İzmir’in kurtuluşunun ardından okula geri dönen dedem, Ortaöğrenimini İzmir Birinci Sultani Mektebinde tamamladıktan sonra, 25 Ağustos 1924’de Avusturya ve Fransız sermayeli Selanik Bankası’nın İzmir şubesinde işe girer ve burada 14 Mayıs 1925’ye kadar çalışır. Dedem, Almanya’da İktisat tahsil eden daha sonraki yıllarda Sümerbank’ın kurucu Genel Müdürü ve Maliye Bakanlığı görevlerinde bulunan ağabeyi Nurullah Esat Sumer gibi, ailesi tarafından 1925 yılında yirmi yaşında iken okumak üzere Fransa’ya gönderilir. 1925-1927 yılları arasında Ecole Pigier, Marsilya Ticaret Okulu ve Pratik Ticaret Mektebi’nde okuyan dedem boş zamanlarında Marsilya Güzel Sanatlar Akademisi’ne devam etmeye başlar. Yeteneği ile kısa sürede buradaki hocaların dikkatini çeken dedem kısa sürede asli talebeliğe kabul edilir. Nüzhet Ayetullah, burada disiplini ve deseni ile tanınan, Marsilyalı yaşlı hoca, portre ressamı Théophile Bérengier’e tavsiye edilir ve iki yıl üstadın atölyesine devam eder. Bu dönemde dedem ileride Türkiye’nin önde gelen portre ressamlarından birisi olmasını sağlayacak önemli teknikleri hocasından öğrenir.

İlk resim sergisini İzmir’de Türk Ocağı binasında açtı

Marsilya Ticaret Okulu’ndan 6 Ocak 1927’de mezun olan ve yurda dönen dedem Nüzhet Ayetullah tekrar bankacılığa döner ve giriş sınavında başarılı olmasının ardından, 23 Ocak 1928’de Osmanlı Bankası’nın İzmir Şubesi’nde çalışmaya başlar. Askerlikten terhisinin ardından tekrar Osmanlı Bankası’ndaki işine dönen dedem, bir yandan çalışırken, bir yandan resim çalışmalarını sürdürür. 1928 yılında, henüz 23 yaşında, İzmir Türk Ocağında etüt ve tablolarından oluşan ilk kişisel resim sergisini açar. Serginin açılışı İzmir Valisi Kazım Dirik tarafından yapılır. İzmir Türk Ocağı binasında açılan sergide başında kalpağı ile İzmir’e girişi betimlenen Mustafa Kemal’in portresinin yanı sıra “Büyük İzmir Yangını”, “Türk Süvarilerinin İzmir’e Girişi” resimleri de büyük beğeni toplar. Sergideki tablolarından “Büyük Taarruz” isimli kompozisyonu ve “Çatalkaya” isimli peyzajı da arkadaşı İzmir Milletvekili, Osmanzade Ahmet Hamdi Aksoy tarafından satın alınır.

İşinden ayrılıp resim tahsili için Paris’e gitmesi

Kişisel resim sergisinin uyandırdığı başarı neticesinde geleceğinin bankacılıkta değil, sanat alanında olduğunu anlayan dedem Nüzhet Ayetullah kısa bankacılık serüvenine 18 Temmuz 1928’de noktayı koyar ve Osmanlı Bankası’ndan istifa ederek resim tahsil etmek üzere tekrar Fransa’ya dönmeye karar verir.

Dedem, İzmir’deki serginin yarattığı olumlu tesirlerin de etkisiyle müsabaka harici olarak elde ettiği devlet bursuyla gittiği Paris’te sanat öğrenimini, fresk çalışmalarına ağırlık vererek sürdürür. Paris Güzel Sanatlar Akademisinde Charles Jean Paul Baudouin atölyesinde fresk çalışır. Bu atölyeye giriş sınavında yaptığı 1929 tarihli ayı başı deseni ile 14 üzerinde 13 puan alır. Bu puan giriş sınavlarında o güne kadar alınan en yüksek puandır.

Dedem Nüzhet Ayetullah öğrenimini sırasında karma sergilere de katılmaya devam eder. Haziran 1929’da Marsilya’da Provence, Marsilya Sanatçılar Birliği tarafından Belediye Operası’nda düzenlenen karma resim sergisine, birisi İzmir’de resmettiği “Halkapınar Deresi” isimli iki peyzajı ile katılır.

Mayıs 1930 ve Ocak 1931 tarihlerinde Marsilya’nın popüler mekânlarından, halen 33 Rue Paradis adresinde faaliyetlerine devam eden Galerie Alex Jouvene’de ikinci ve üçüncü kişisel sergilerini açar. Üçüncü sergisi o kadar başarılı olur ki dönemin Milli Eğitim Bakanı Esat (Sagay) Bey’den 04 Mart 1931 tarihinde bir takdir mektubu alır.

Yurt dışında açtığı sergilerde İzmir’i ve Anadolu’yu tanıtması. Galeri Jouvene’de açılan sergisi hakkında yerel gazetelerde çıkan haberler.

Bu haberlerden birinde Eug. Blanc şöyle yazmış:

“Ressam Nüzhet Ayetullah Jouvene Galerisi’nde eserlerinin birkaçını sergiliyor. Minicik bir sergi, çünkü katalogda on dokuz eser olduğu görülüyor. Ancak nitelik niceliği fersah fersah aşıyor. Bu alçak gönüllülük dersi yetersizliklerini kronik fazla üretimle kapatmaya çalışanlar tarafından izlenebilir; amatörler bundan kazançlı çıkar.

Işık dolu, şu Ege manzaraları karşısında edebiyat yapma arzusu tekrar uyanıyor: Efes, harabeleriyle olduğu kadar benzersiz atmosferiyle ünlü. Sayalım: Kutsal Yol, Baskın Kapısı, Kütüphanenin cephe hücreleri, bir Roma kapısı. Bir de Nüzhet Ayetullah’ın bizlere getirdiği, onca sanatçıya ilhan kaynağı olmuş şarktan, iki İzmir manzarası. Bu genç sanatçının eserlerinde keşif edilecek birçok kalite bulduk. O zaten rüştünü daha yolunun başında ispat etmişti ve birkaç tuvaliyle bizi esir edip, zevk almamızı becerebilmiştir.”


Dedem Nüzhet Ayetullah dördüncü kişisel sergisini ise hem ev hem de atölye olarak kullandığı, 46 Avenue du Parc Montsouris adresinde açar. Sergi açtığı bu evi birlikte paylaştığı yakın arkadaşı ise daha sonra mimar olarak üne kavuşacak olan İzmirli Rükneddin Güney’dir.

Beşinci kişisel sergisini ise Paris Büyükelçisi Münir Ertegün’ün himayesinde 30 Ocak-15 Şubat 1932 tarihleri arasında 1, Rue des Pyrmides-3, Place De Rivoli, Paris adresindeki Galeri P. Hénaut’da açar. Sergide natürmort ve portre çalışmalarından oluşan toplam otuz beş eser yer alır. Bu sergide en çok dikkat çeken tablolardan biri “Vazo, Şal ve Sedef Kabuğu” isimli natürmort olur.

Usta sanatçının resimleri hakkında yapılan yorumlar

Ünlü Fransız sanat eleştirmeni Georges Turpin, serginin açılışında yazdığı bir eleştiride dedemden övgü ile bahsederek, kendisini bir “renk uzmanı” ve “natürmort ustası” olarak niteler:

“Eserlerinde doymaz bir güçle yaptığı parlak, kaygan, alacalı kumaşları, tahta cilalı kutular, bakır kaplar, Çin porselenleri, sedef kabuklar hep bu renk gücünün neticeleridir. Şark zevkinin renk inceliklerinin renk yüklemesinin zengin akisleri kumaşların, cilalı madeni kapların tonlarının kıymetlerini vererek işin üstesinden geliyor. Velhasıl Ayetullah her şeyden önce renklerindeki cümbüşle bir natürmort ustasıdır.”

Bu dönemde 33 Avenue Reille, Paris adresinde ikamet eden dedem 22 Ekim-20 Kasım 1932 tarihlerinde Versay Hotel salonlarında düzenlenen Seine-et-Oise Sanat Dostları Derneği’nin 75. Sergisine “Siyahlı Kadın” portresi ve “Vazo, Şal ve Sedef Kabuğu” isimli natürmort ile iştirak eder ve bu sergide “Siyahlı Kadın” tablosu ile gümüş madalya kazanır. Paris’te kazanılan başarılar Türkiye’de de yankı uyandırır. Hâkimiyeti Millîye Gazetesi’nde yazar Burhan Asaf 1932 yılında yayımlanan makalesinde Nüzhet Ayetullah Bey’den övgü ile bahseder:

“İşte yeni ve genç Türkiye’yi bir ön saf milleti yapacak olanlardan bir tanesi daha. İşte memleketin kurutulması davasını bir sahada daha emniyet altına alacak bir eleman daha. Ve bunlar az değildir. Bunlar en lehte tahminleri bile geride bırakacak kadar çoktur.”

Türkiye’ye dönüşünü ve Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne girişi

1932 yılında Paris Milli Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’ndan “Uzman” diploması alarak mezun olan dedem Nüzhet Ayetullah, 5 Aralık 1932’de Paris’ten ayrılmasını ve yurda dönüşünü takiben, İzmir’e veda ederek, 31 Ocak 1933’de İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde 7183 sicil numarası ile aylık 25 lira maaşla “fresk muallimi” olarak göreve başlar. Bir ay sonra 1 Mart 1933’de otuz sekiz yıl süresince başında kalacağı, Güzel Sanatlar Akademisi’nin Fresk Atölyesi’ni kurmakla görevlendirilir.

Dedem Nüzhet Ayetullah Akademiye katıldığı sırada Zeki Faik İzer’in Müdürlüğü’nü yaptığı Akademi’de Yüksek Mimarlık, Resim, Heykel, Süsleme ve Türk Süsleme Bölümü’nde oluşmaktaydı. Çalışan kadrolu öğretim görevlileri arasında Sedat Eldem, Sabri Berkel, Şeref Akdik, Nurullah Berk, Sabir Berkel, Şefik Bursalı, Cevad Dereli, Halil Dikmen, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Zeki Faik İzer, Zeki Kocamemi, Cemal Tollu, Hadi Bara, Zühdü Müritoğlu, Hüseyin Gezer, İlhan Koman gibi Türk sanatının dev isimleri bulunmaktaydı.

Sayın Hasan Aslan Akpınar’ın dedesi Ayetullah Sumer gibi Sümerbank’ın kurucu genel müdürü, milletvekilliği ve bakanlık yapmış büyük amcası rahmetli Nurallah Esat Sumer’in de çok ilginç bir yaşam öyküsü var. Konusunda uzman, sanat ve ülkemizin iktisadi kalkınmasında büyük hizmetlerde bulunmuş, soyadlarını Mustafa Kemal Atatürk’ün verdiği İzmir Basmane doğumlu dedelerinin adını kent belleğinde sonsuza dek yaşatmak için doğdukları sokağa adlarının verilmesi konusunda İzmirlilerin hassas davranacağına inanıyorum. Sayın Hasan Aslan Akpınar’a verdiği bilgiler için teşekkür ediyorum.

Fotoğraf ve resimler: Nazan Akpınar koleksiyonu

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın