“Sabah Resimleri” sadece bir TV yayını mı sanki?

Kimsenin umurunda olmayabilir…

Ciddiye de alınmayabilir…

Yalan yanlış bilgilerle infaza mahkum edilmiş de olabilir.

Neyse ne işte…

2002’nin 8 Nisan’ın da başladığımız “Sabah Resimleri” yolculuğumuz bitti.

Aslında “durduk yerde” bitmedi… Belki de çok “nazikçe” bitirildi ya da “tercih dışı” kaldı…

Olsun, dedim ya neyse ne…

Ancak o “son” yayından beri gelen onca mesaj, telefon ve yüzyüze görüşmeden sonra “bir şeyleri” yazmak şart oldu. Çünkü ben sustukça, şeytana tapanlar azgınlaşıyor ve ortalık akla hayale gelmedik dedikodularla doluveriyor.

Yazmam bir borç, açıklamam bir borç ve o borcu ödemem gerekiyor.

Çünkü 2002’den bu yana çığ gibi büyüyen bir “ailem” oldu. Öyle kolay kolay her gazeteciye nasip olmayacak bir sevgiye mazhar oldum. Genciyle yaşlısıyla hatta bebeğiyle çocuğuyla “Sabah Resimleri” düşmanları çatlatacak kocaman bir sevgi yumağına neden oldu.

Ne siyaseten ayırdık canları ne de inanç ya da etnik kökenle… “İnsan” olmak merkezinde herkesin eşit ve vazgeçilmez olduğuna inanarak yayın yaptık. Vicdanım rahat ki ne “yandaş” olduk ne de onun bunun “borazanı”…

“Sabah Resimleri” doğduğunda ki sevgili Ali Büge ile Üzeyir Sever’in kulakları çınlasın, Türkiye şimdiki gibi değildi… Valiler “vali” gibi, emniyet müdürleri daha babacan, “milletvekilleri” daha “ulaşılabilir” belediye başkanları da sanki daha “sıcak” davranabiliyorlardı. Adı hala “basın” olan medyada dostluklar, dayanışmalar vardı. Sanki “gazetecilik” daha bir gerçek “gazetecilikti”! Gazeteciliğin kriteri muhabirlikti, muhabirlik yapmayana “gazeteci” denmezdi sanki!

Ve eleştiriler uygarca karşılanıyordu…

Yine tehditle, küfürle, belden aşağı yaklaşımlarla karşılaşıyorduk ama, şimdilerdeki gibi “yalnız” olmuyorduk. İlla ki bir mesleki birliktelik doğuyordu! Sanki o zamanlar, tehlikenin ucu görünse de, gazeteciler siyasiler, valiler, AVM patronları, çimento fabrikaları, görgüsüz müteahhitler yüzünde kolayca harcanmıyordu sanki…

“Sabah Resimleri” 2002 ile 2006 arasında herşeye rağmen özgürce yayın yaptı. Ama 2006’da ne acıdır ki, “meslektaş” darbesiyle yıkıldı, yara aldı, durdu!

Artık geride kalan “yalnızlıkları” deşmenin önemi yok ama umarım o vakit “Hasan Tahsin’i atmak benim için büyük keyif olacak” diyen meslektaşım, bugün biraz olsun pişman olmuştur, bilemem tabii.

TV yayını yanında köşe yazarlığı da başlamıştı.

Önce Haber Ekspres sonra Yenigün… TV heyecanıyla yazıyordum, “Sabah Resimleri” neye inanıyorsa köşem “Son Kurşun” onu kaleme alıyordu.

Bir benzinlik maceramla köşe yazarlığım da yıkıldı uzun bir süre… Lakin şimdi bakıyordum da uğruna kelle verdiğim “benzinlik de” yıkıldı, bitti… Ancak bu hesap “öte tarafa” kaldı ki sormayın, çünkü hayatımın alt üst olmasının başlangıcı bu “benzinlikti”!

2011’de kulakları çınlasın Nurettin Memur’un önerisiyle Kanal 35’de başladı “Sabah Resimleri”…

Önceleri öylesine büyük bir ön yargıyla uğraştım ki… Kanal 35 TV yönetimi ve sevgili Nurettin Memur’la dünya görüşümüz örtüşmese de muhteşem bir demokratik yaklaşımla sürdürdük. Çoğu insanın “AKP’li TV” dediği bir yayın kuruluşunda AKP ve zihniyetini özgürce ama uygarca eleştirdik.

Sıkıntı olmadı mı? Oldu tabii…

Ama hem Nurettin Memur hem de Ahmet Küçükbay sıkıntıları göğüslemeyi insanca başardı. Gezi Direnişi süresince yaşadığımız sıkıntılar ki daha çok Emniyet Müdürlüğü ve bazı vekillerin baskısıydı, TV yönetiminin duruşu da takdire şayandı.

Nurettin Memur’un genel müdürlükten ayrılması ve yerine Ercan Erol’un gelmesiyle değişen bir yaklaşım olmadı. Ancak özellikle siyasi baskıların arttığını söylemeliyim. Yerel seçimlerse, şimdi anlıyorum ki “Sabah Resimleri”’nin infazına kilitlenmiş çevreleri yeni planlar yapmaya itti.

“Sabah Resimleri” Binali Yıldırım’a ve AKP’li adaylara “yandaş” tadında destek vermedi.

Tam tersi başta Binali Yıldırım olmak üzere, sınırsız eleştirdi. Defalarca davet ettiğim halde gelmedi eleştirdiklerim. Binali Bey olmasa da çevresindeki kimi taraftarlarının biraz da bizi kendine rakip görenlerin gazıyla çevirdiği dolaplar ayrı bir yazı konusudur. Çünkü her şeye rağmen Binali Yıldırım’a saygım var. Ama asla saygı duymayacağım bazı arkadaşları, siyasi ve ekonomik yoldaşları var ki, ben topunu Allah’a havale ettim…

“Sabah Resimleri” sadece siyasi genel iktidarı değil yerel iktidarları da eleştirdi. Halkla ilişkiler politikalarından bazı icraat ve söylemlerini günlerce konu ettim yayınımda. Ama şunu söyleyeyim ki, bir belediye başkanı dışında tümüyle iletişim kurabildim de siyasi iktidar unsurları gariptir iletişime asla yanaşmadı…

Son döneme geldiğimizde ise Vali krizini yaşadık.

Bence iki olay “Sabah Resimleri”’nin zamansız sonlanmasında etkiliydi. Biri İzmir’in taşınmazları konusunda Vali Toprak’ın kabul edilemez tutumları ile Damlacık’ta Karayolları’nın çevirdiği tuhaf işler ve Vekil İlknur Denizli’nin vicdanları yaralayıcı tutumları, yaklaşımları, davranışları… Susamazdım… Tabii ki konuşacaktım ve konuştum. Validen vekile, Karayolları’ndan müteahhitlere, her zaman “buyurun, gelin, siz de konuşun” diyerek eleştirdim. Ama galiba “sükutun ikrardan geldiğini” hep unuttum…

Neyse, söylediklerimden, yaptıklarımdan, yayınlarımın bir tek saniyesinden bile pişman değilim. Bu menfaatçi, her türlü insani değeri maddeye peşkeş çeken anlayışlara eyvallah demedim, demem. İçinde “adam” olmayan elbiselerin önünde ne düğmemi iliklerim ne de diz çökerim.

Çünkü hep inandığım bir söz var “zulm ile abad olanın ahiri berbat olur”!

Naldöken’de, Gaziemir’de, Altındağ’da, Çamdibi’nde, Yeşilyurt’ta, Karaburun’da, Aliağa’da, Seferihisar’da, Kınık’ta, Soma’da, Efemçukuru’nda, Bornova’da üç kuruşluk dünya menfaati için çocukları zehirleyenlere, havamızı, suyumuzu, denizimizi, dağımızı, ırmağımızı kirletenlere alkış tutmam. Arsız, görgüsüz mütehhitlerin kent geleceğimizi mahvetmelerini, AVM patronlarının yüzsüz arsızlıklarını seyredip, reklam ilan karşılığı susmam! Ucube gibi gökdelenlere “İzmir’in simgesi” diye haince yaklaşmam, gökdelen payronlarının önünde gazetecilik onurunu yerlere serercesine eğilmem!

Hırsızlıkları ayyuka çıkmış kitlelere de saygı duymam, duyana da “insan” demem! Zira İnsan olmanın ayrıcalığına lekedir bu!

Son dönemde Ege Telgraf’ın üçüncü sayfa onurunu da yaşadım. Ama öyle bir noktaya geldik ki, ya o güzel ailenin dostluğunu tercih edecektim ya da köşe yazarlığını. Tabii ki dostluğu seçtim!

“Sabah Resimleri” “nazikçe” sonlandırıldı.

Bunda ne son genel müdür İbrahim Akbulut’un bir dahli var ne de isteği. Çünkü İbrahim Akbulut’un bilmediği pek çok ayrıntı var. İktidarın ayrımcı ve tenditkar tutumu karşısında ne yazık ki basın patronlarının da fazla tercihi kalmayabiliyor.

Ramazan öncesi Cuma günü “son” yayınımızı yaptık.

O son yayını ve elimdeki bazı başka yayınları internet üzerinden yakında paylaşacağım. “Sabah Resimleri” yayınında emeği olan o gencecik kardeşlerimin hepsine minnettarın. Onların o sıcacık yürekleri olmasaydı ben her sabahı dinamizmi paylaşamazdım sizinle…

Şimdi çok farklı bir görevim var…

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun “danışmanıyım”…

16 Mayıs’tan bu güne önce “alışmak” şimdi de “üretmek” hatta birazcık da “değiştirmek” peşindeyim.

Sevgili Başkan’a yaklaşımımı baştan beri açıkça koydum ortaya hep… Yüzüne karşı eleştirmek, özgürce konuşmak hakkına sahibim. Kent Arşivi ve Müzesi’ni İzmirliler’in uğrak yeri yapmak için koşturuyoruz şimdi yeni arkadaşlarımla. Yakında çok güzel haberler de vereceğiz size. Hele bir “Basmane Günleri” hazırlanıyor ki Konak Belediyesi’yle, Orhan Beşikçi’yle… Çok özel “günler” olacak umuyorum…

Ama “gazeteciyim”!

Eleştirmekten vazgeçmem…

“Başkan danışmanlığını” bir nevi “saray soytarılığına” döndürmeyi ya da “halkımı tekmelemeyi” aklımın ucundan geçirmem.

Şu aralar “yazdığım” bir günlük gazete yok, TV yayını da olmayacak belki…

Ama ben inadına sokaktayım “son nefesime” kadar inşallah…

Çünkü halkımın yüzüne bakacak yüzüm hep oldu…

2002’de başladık “Sabah Resimleri” koşumuza… Çok yürekte yer ettik çok şükür. Allah her meslektaşıma nasip etsin.

“Sabah Resimleri” sadece bir yayın değildi. Biz o yayında hayatı “yaşadığımız” gibi paylaştık. Düzenin tüm dayatmalarını ret ettik. O yüzden de bugün başımız dik alnımız açık.

Ama neye üzülüyorum biliyor musunuz?

Üç kuruşluk menfaat, ilan, reklam dalgasına kalbimizi kıranlar var… Akıllarınca arkadan iş çevirenler var… Dost görünüp düşmanlığı esirgemeyenler var…

Onlar için hem üzülüyorum hem de acıyorum!

Ne diyorduk yayında?

Kızanlara dondurma, bozulanlara tamirci, gerilenlere müsekkin hep tavsiyemizdir!

NOT: Kent Yaşam’da yazmaya devam…

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın