Rotamız Fethiye

SBS nedeniyle yaşadığımız zor dönemden sonra, ailecek bir tatili hak ettik. Bu yaz durağımız Fethiye. Fethiye’ye ben küçükken gitmişiz. “Gitmişiz” diyorum, çünkü hatırlamıyorum. O yüzden bu yıl tatil için Fethiye’yi seçtik.

Yolculuğa sabah erken saatlerde uyanarak başladık. Araba yolculuklarını çok sevdiğimden etrafı izleye izleye ilk durağımız olan Muğla Akyaka’ya vardık. Akyaka’nın masmavi denizi ve ağaçlarını arkamıza alarak fotoğraf çekildikten sonra, kendimizi o eşsiz denizin içine attık. Su tertemiz ve sıcaklığı çok güzeldi. Gürültüden uzak, ağustos böceklerine yakın bir doğa köşesi…

Akyaka’da denize girdikten sonra, oraya çok yakın olan Azmakbaşı’na gittik. Muhteşem bir yer. Derenin denizle buluştuğu bu güzel yerdeki suyun derinliği 30-40 santimetre civarı. Suyun içini rahatlıkla görebiliyorsunuz. Suda çeşit çeşit balık, kurbağa, su yılanları ve ördekler var. Dere kenarında birçok balık lokantası var. Biz de onlardan birine oturduk. Kalabalık da değildi. Ama yeri çok güzel. Dere üstüne kurulmuş bir lokanta. Köşeye oturduğumuzdan, sürekli balıkları ve ördekleri izledik. Bu güzel yer biraz cep yaksa da o manzaraya değer…

Ördeklere veda ettikten sonra Fethiye yoluna devam ettik. Sıcak bir yolculuğun sonunda Fethiye’ye vardık. Yollar sıcak ama sığla ağaçlarının altı oldukça serin. Yazın ortasında taze sıkılmış portakal suyu ve keçi sütünden yapılmış dondurma insanın içini serinletiyor.

Yorgunluğumuzu attıktan sonra kalacağımız eve yerleştik ve akşam yemeği için sahile doğru yürüdük. Sokaklar gerçekten güzeldi. Ramazan olmasına rağmen yine de kalabalık sayılırdı. Gün battıktan sonra sıcak hava yerini tatlı bir serinliğe bıraktı. Yemek yediğimiz yerin sahibi hesabı alırken bize dikkat etmemiz gerekenleri söyledi: Ölüdeniz’de et yemeğin, alışverişte pazarlık yapın, Kuleli Koyu’na mutlaka gidin…

Bu ipuçlarını aldıktan sonra sahilde gezmeye başladık. Deniz pek temiz görünmüyordu; nedeni dağlardan derelerin sürüklediği topraklarmış, denizin dibi balçık olmuş. Neyse kanalizasyon kirliliği değilmiş.

Sahilde çok sayıda gezi teknesi vardı. Daha geçen sene Göcek’ten katıldığımız için aklımızda tekne gezisi yapmak yoktu aslında ama o kadar güzel görünüyorlardı ki tek tek tekneleri gezmeye başladık ve en sonunda Fethiye’nin en büyük teknesi olan “Hanedan”ı seçtik.

Hanedan gerçekten büyük bir tekne, iİçinde kaydırağı bile var. Kaydırak teknenin içine giriyor ve en uçtan çıkıyor. Çok eğlenceli gözüküyor. Ramazan nedeniyle fiyatlar da çok uygundu. Kimseye söylememek şartıyla indirim bile kaptık. Bu güzel kararımızın ardından meydandaki su ve ışık gösterisiyle daha da keyiflendik.

Güzel bir uykudan sonra, sabah erkenden kalkıp tekne gezimiz için sahile gittik. Ben çok seviyorum tekne yolculuklarını, çok eğlenceli oluyor. İlk durağımız Yassıcalar oldu. Çok güzel bir yer. Çok berrak ve çeşit çeşit balık var. Aralarına dalmadan edemedim. İkinci durağımıza doğru yol alırken teknenin pruvasında fotoğraf çekilmeyi de ihmal etmedik tabii ki…

İkinci durağımıza giderken bir korsan gemisi gördük. Bir tekneyi korsan gemisi konseptinde yapmışlar. Sadece eğlence var bu teknede. Köpük partisi bile var. Çok güzel ve eğlenceli görünüyordu. İkinci durağımız Akvaryum oldu. Akvaryum metrelerce derinlikte denizin ortasında ayağınızı rahatlıkla yere basabileceğiniz bir yer. O kadar berrak ki rengarenk balıkları rahatlıkla görebiliyorsunuz. Bu yüzden buraya Akvaryum deniyor. Burada dalmak çok eğlenceli ve güzel. Çünkü rengarenk balıklar, değişik taşlar var. Denizin ortasındaki yıkık duvar kalıntıları görünüyor.

Üçüncü koya doğru yol alırken nefis bir de yemek yedik. Biraz uzun bir yolculuktan sonra Tersane Koyu’na vardık. İsminden de belli olduğu gibi Osmanlılar zamanında bu ada tersane olarak görev yapıyormuş. Bu güzel koyda babam, bahsettiğim kaydıraktan kaydı. Ama sandığımız kadar kolay değilmiş oradan kaymak.

Son durağımız adını üstünde özgürce dolaşan sevimli canlılardan alan Tavşan Ada’sıydı. Bir diğer ismi de denizdeki kırmızı taşlar nedeniyle olsa gerek Kızıl Ada’ymış. Yine tertemiz sularda bol bol yüzdük, daldık. Akşam üstü karaya doğru hareket ederken yorgun ama çok keyifliydik. Hemen yatıp ertesi gün için enerji toplamalıydım.

Sabah yine erkenden kalkıp Ölüdeniz’e doğru yola çıktık. Ölüdeniz hepimizin fotoğraflarda gördüğü bir yer olarak değilmiş artık, onu anladım. Ölüdeniz gerçekten ölüyormuş. Denize girmedik bile. O kadar kalabalık ki inanamazsınız! Ölüdeniz’de su akışı olmadığından su kendini yenileyemiyormuş. Zaten plajlarda da iğne atsan yere düşmüyor. Ölüdeniz’in bize göre olmadığını anlayıp kısa sürede ayrıldık ordan.

Biz de dümenimizi Gemile Koyu’na ve Kayaköy’e çevirdik. Gemile Koyu Fethiye merkeze aslında çok uzak değil ama biraz zahmetli bir yoldan dağa tırmanıyor sonra nefis bir manzara eşliğinde aşağı iniyorsunuz. Yeşil ve mavinin buluştuğu çok güzel bir koy. Kalabalık da değil. Keşfedilmesi gereken yerlerden biri. Gemile Koy’unda küçük bir işletme var. Güleryüzle karşılıyorlar. Sadece girişte muhtarlık para alıyor, o kadar. Pahalı da değil araba başı 2,75 TL. Hem ucuz hem güzel. Fethiye’ye giderseniz mutlaka buraya uğramalısınız derim.

Gemile Koyu’nda yüzdükten sonra karnımız zil çaldı. Üç sevimli çardağı olan bir köy gözlemecesinde mola verdik. Tatlı bir esinti ve Kayaköy manzarası eşliğinde teyzenin sacda pişirdiği nefis gözlemelerimizi yedik. Yemekten sonra Kayaköy’e doğru ilerledik. Kayaköy mübadele sırasında terk edilmiş. O yüzden bomboş, hayalet köy gibi… Evler kayalardan yapılı ve boyalı değil. Girişte çeşitli atölyeler var, Bir de rengarenk süslenmiş bir deve ve eşek. Bunların sırtında dolaşabiliyorsunuz çevreyi.

Hızlıca burayı gezerken benim aklım bir sonraki rotamız Saklıkent’teydi. Bu yolculuk sırasında kar şerbeti içtim. Çok güzeldi. O bölgede keçiboynuzu pekmezinden yapılıyor. Çok az yerde limonlu, narlı, çilekli gibi çeşitlerini de satıyorlar. Ama ben pekmez sevmesem bile kar şerbetine en çok pekmezi yakıştırdım ve tiryakisi oldum. Dönünceye kadar gördüğümüz her yerde içtim.

Saklıkent’e giderken yolumuzda bir çok küçük lokantalar vardı. Bu lokantalarda çalışanların hepsi bize el sallıyordu. Müşteri çekmek için yapıyorlardı bunu ama çok samimi görünüyorlardı. Uzunca bir yolculuğun sonunda gri dağın dibindeki turnikelerden Saklıkent’e girdik ve girer girmez büyülendim. Saklıkent bizi hırçın ve buz gibi suyuyla karşıladı. Ayaklarımı bir dakika bile suda tutamadım. Yazın bu sıcağında bu kadar serin bir yer bulmak zordur. Geceleri orada kalsam ne güzel olurdu! Suyun kaynadığı yerlerden birinde buz gibi sudan içtik, tadı nefisti. Tadı damağımızda güzel Saklıkent’ten ayrılma vakti gelmişti maalesef.

Dönüş yolculuğumuzu köylülerden aldığımız minik yeşil elmalar tatlandırdı.

Fethiye’deki son günümüze buruk başladım. Dönmemiz gerekiyordu ama Fethiye’yi çok sevmiştim. Sabah kahvaltımızı, kaldığımız evin sahibi Mehmet Amca ile birlikte Kuleli Koyu’nda yaptık. Mehmet Amca, babaannem ile dedemin yıllar öncesinden bir öğrencisi. Artık o da emekli bir öğretmen. Buradan kendisine konukseverliği için tekrar teşekkür ediyorum.

Mehmet Amca’nın bizi getirdiği Kuleli Koyu gördüğüm en güzel yerlerden biri. Kahvaltıyı ederken etrafımızda keklikler, tavuklar ve kuş cıvıltıları vardı. Günlük ağacının serinliğinde kahvaltımızı ettikten sonra kendimizi Kuleli’nin muhteşem suyuna attık. Taşları ayrı güzel, kumu ayrı güzel… Aşık oldum desem yeridir. Fethiye turumuzu bu muhteşem yerde bitirmek üzüntümü birazcık azalttı.

Fethiye’de son bir kez kar şerbetini içip uzun yolculuğumuza başladık. Yolda yorgunluktan uyuyakaldık. Tabii ki arabayı kullanan babam dışında. 🙂 Akşam yemeğinde Çine’de, geleneksel çöp şiş ziyafeti çektik. Neyse ki evimizi çok özlemiştim yoksa Fethiye’den ayrılık zor olacaktı.

Umarım herkes yorgunluklarını bizim gibi güzel bir tatilde atabilir.

Related Images:

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın