Neyiz, kimiz, nereden geldik nereye gidiyoruz sorularına zaman zaman cevap veremez oluyorum. Bizi biz yapan değerlerin alayına ruhsuz yaklaşımlarımız çileden çıkarıyor beni.
Hep mış gibi yapmanın soğukluğunu duyuyorum önemli günlerde…
Hep mış gibi yaptığımız için de elimden gittiğinde ne yapsak yeterli olmuyor.
1 Temmuz 1926…
Türkün kendi denizlerindeki egemenliğini haykırdığı gün.
Lakin Cumhuriyetin bilen tüm anlamının tartışıldığını düşünecek olursak kabotaj gerçekten ayrıntı gibi kalıyor galiba.
Üç tarafı denizlerle çevrili şu güzel ülkede denizin kıymetini bilememek ne kadar üzücü.
Her türlü balık çiftliğinin arsız işgalindeki güzelim denizlerimizden ayrı yaşayıp ölen ne kadar çok yurttaş vardır kim bilir?
Ya İzmir?
Başka kentleri bilmem, ama İzmirimde kabotaj haykırılmalıydı…
Neydi o saçma sapan halat çekme görüntüleri…
Halat çekenlerin içinde az biraz utanan varsa vallahi ellerinden öpeceğim. İzmir gibi harbi deniz kentinde, denizi yaşamdan ayrı tutturanlar neden utanmıyor söyleyin bana.
İzmirde deniz ulaşımından tutun denizden geçinmeye bin türlü sorun var. Konaktan Foçaya gidememenin utancını geçmişten bugüne birileri ister mezarında ister köşesinde yaşamalı.
Sırtlardaki binlerce çocuğumuzun denizi sadece uzaktan gördüğünü, deniz kıyısına geldiğinde de balık yerine kebap yediğini düşününce çıldırıyorum.
Ya hapisteki onca denizcimiz?
Amiralimiz, askerimiz?
Ne oldu bizim aslan gibi Türk Deniz Kuvvetlerine?
Hangi şeytanların nazarı değdi o Kardaka şanlı bayrağımızı diken SAS Komandolarımıza?
O bembeyaz üniformalarıyla Türkiye Cumhuriyetinin gururu aslanlarımız nerede şimdi, hapiste mi?
Hangi Kabotaj?
Abâd oluşunu Türkiye denizlerindeki ticaretine borçlu olan anlı şanlı firmalar bile asmadı bu 1 Temmuz bayrak…
Gemiler süslenmedi…
Adamdan sayılmadı da Kabotaj haykırışımız, Hedefteki Donanmayı da okumadık mı yahu?
Koca adamların çene suyu çorba eşliğinde halat çekiştirmelerini semadan izliyorsa Koca Barbaros Hayrettin, ne demiştir bir söyleyin hele?
Ben söylerim de… Adım çıkmış dokuza inmiyor sekize vesselam…
Ne diyelim? Mış gibi yapmaya devam o halde…
Belediyenin denetimsizliği!
Seçimler geliyor ya?
Belediyeler de haldır huldur asfalt, yol çalışmaları.
Güzel, itirazım yok. Yok, ama belediyelerin özellikle de İZBETONun iş verdiği firmalarda edep, terbiye niye aranmaz?
Üçyol Üçkuyular kaldırım çalışmalarında yaşanan ne kadar saygısızlık, edepsizlik varsa adeta alışkanlık olmuş. Hani düşünmüyor değilim, acaba ihale şartnamelerinde vatandaşa ekstra terbiyesizlik maddesi de var mı yoksa?
İZBETON Bayraklı Özkanlarda kaldırım çalışması yapıyor. Ara sokaklara da Bayraklı Belediyesi girdi. Haşim İşcan Caddesinde geçen Cuma düz yolda parende atıyordum az daha. Durdum, fotoğrafını da çektim. Hani o bizim paramızı alan firmanın sahibi azıcık utanır umuduyla paylaşıyorum fotoğrafı. Büyükşehir Belediyesi neden şu firmalara önce vatandaş emniyeti demez? O yolların parası ödenirken iş doğru yapıldı mı diye neden kontrol edilmez?
Cevaplar belli, nasılsa vatandaş hakkını aramaz, yargıya da gidemez çünkü çok pahalı. En fazla beddua eder… Oysa o beddua abâd olanı bir anda berbat eder de kim anlaya?
Büyükşehir Belediyesi Fen İşlerine ne diyeyim? Yalvarayım mı? Küfür mü edeyim?
Vatandaşa hizmet adına yaptırdığınız yollarda kolumuzu kafamızı kırıyoruz, firmalara bir şey söyleyin diye kendimi mi yakayım?
Eşrefapa Hastanesine ne oldu?
Geçen hafta rahatsızlandım. Gözümün nuru Eşrefpaşa Hastanesine gittim. Kırıldım, gücendim. İki satır yazı yazdım ortalık karıştı. Pratisyen hekimlerden ikisine sürgün gibi tayinler gelmiş başhekimlik kararıyla.
Olmadı!
Başhekimi tanıyorum. İlgili bir hekim. Ama acil servisle ilgili bir yığın söylenti ve hatalı karar da söyleniyor ortalıklarda. Acilde neden uzman hekim yok ya da icapçı belirlenmiyor mu? Pratisyen hekimlere garip talimatlar mı verildi mesela?
Bilmiyorum. Ama öğreneceğim illaki…
Çünkü Eşrefpaşa Hastanesi halk sağlığının sembolü. Orası kimsesizlerim kimsesi…
Eğer bir yerlerde kısa devre varsa, bulmak lazım!

Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.