Ya da iki gözüm dostum dediğini bir arkadaşınızı hiç cehenneme çevrilmiş bir vatan toprağına uğurladınız mı otogardan? Veya o arkadaşınızı, bir tane dostunuzun dönüşünü beklediniz mi otogarda?
Ne kadar kolay konuşmaya başladık…
Bugüne kadar onca gencecik şehit ardından iki kelam etmeyenler ne kadar güzel bülbül kesildiler maşallah!
Lafa analar ağlamasın diye başlayanlar nedense anaların neden ağladığını hiç demiyor!
Dağda kaybolan terörist gencin üzerine rahat döşeklerinden laflar edenler neden çocuğunun yüzünü görmeden şehit olan polis, öğretmen, asker için de beyinciklerini harekete geçirmiyor? Yoksa yürekleri de mi koptu gitti göğüslerinden?
Bir tarafta nedenlerini hiç konuşmadığımız, hiç tartışmadığımız gençler terörist olup TC düşmanı olarak dağa çıkarken diğerleri de vatan, bayrak ve milletin rahatı için canlarını verdiler. Bu iki ölüm nasıl bir görülebilir?
Kendilerine akil adı verilen muhteremlerin Ege Bölgesi notlarını okuyorum.
Üzülüyorum…
Bir tanesi de buyurmuş ikna olan olur olmayan olmaz!
Peki muhterem ikna vesilesi muhabbet nedir?
Biz neye ikna olacağız ya da olmayacağız?
İzmirde ya da Egede bugün ikna olunacak mesele nedir?
Cevap yok…
Bir süreçtir gidiyor ama sürece dair net bilgiler yok…
Millete kurşun sıkmışların gözünden görerek çözülmez bu mesele…
Barış diyorlar habire…
Eyvallah, barışa karşı olan şeytandır, şeytana uyandır. Lakin bunca yıldır akan kanı sorumlusu kahvede oturanlar değil, mecliste geyik yapanlardır, mecliste oturup maraba oyları hesapları yapanlardır, o bölgelere yatırım yapmayan sermayedir, halka ilişkileri kerameti kendinden menkul ağalarla, şeyhlerle, şıhlarla götürenlerdir, yatırım kredi alıp beş yıldızlı otel gecelerinde ezenlerdir…
Neşe Alten adını duydunuz mu siz?
Ya Ayşe Numan Konakçı isimlerini?
Neşe Alten gencecik bir öğretmendi. Ne silahı vardı ne de bombası. Ay yıldızlı al bayrağın dalgalandığı her yerde sadece öğretmenlik yapmaktı amacı. İhtiyar babası ziyarete gelmişti o gün. Görev yaptığı bir köydü Neşe öğretmenin. Ne silahı vardı ne bombası. Sadece kalemi vardı, tebeşiri vardı. O kara gece geldiler köye. Neşe öğretmenle babasının bir kilometre sürüklediler yerlerde, sonra sayısız tüfek mermisi bedenlerine…
Ayşe Numan Konakçı çifti de öğretmendi. Bir yaşında oğulları vardı o köyde… Onlar da öğretmendi, silahsızdı, bombasızdı. Yine geldiler, Ayşe ve Numan öğretmen aldılar ne olacağını. Bir yaşındaki bebelerini yüklüğe gizlediler. Kapı kırıldı, şeytanın ordusu daldı küçücük odaya. Sonra silah sesleri… Genç çift öğretmen şehit oldu. Minin çocukları onca gürültüye rağmen ses çıkarmadı, o çocuk şimdi nerede, ne yapar bilmem…
Benim arkadaşım İsmail Kayaydı. Hep gülerdi. Kaymakam olacaktı. Okul bitti, Tuzlaya yedeksubay olmak için gitti. Bir çarşı izninde tren istasyonunda bir bomba patladı. Hayaller bitti, perde indi, o güler yüzlü İsmail şehit oldu. Hürriyet Gazetesinde o sabah İsmailin fotoğrafını gördüğümde fenalık geçirmiştim. Günlerce kendime gelemedim.
Haydi deyin bana şimdi neye ikna?
Süreç denen süreçte hep teröristlerin gözüyle baktılar olaylara…
Onca şehit, muhteşem bir servet gitti o teröre… O terörden zengin olanlar da oldu mutlaka. Ama bugün, ortalarda sadece ölü teröristlerin fotoğraflarının olmasını içime sindiremiyorum.
Sanki savaşmışız da bir milletle, sonra mağlup olmuşuz da, karşı taraf bize istediklerini dikte ettiriyor.
Yok artık!
Doğu ve Güneydoğu gelişememişse bunun nedenlerini ikinci dünya savaşı sonrası aramak lazım.
Teröristlerle Kürtler aynı görülseydi bugün İzmirde ne Kürt işadamı olurdu ne de siyasetçi. Karşıyakadan Karabağlara birçok değerli politikacı ve işadamı var Kürt. Kim onlara zulmetti, ihalelerden kovaladı? İzmirde Kemeraltından Kordona, Çeşmeden Foçaya nerede zulüm var?
Hem neden kafama takıyorum ki bu akilleri? Nasıl olsa demişler ikna olan olur olmayan olmaz! Bu kafayla da zaten beni kimse bir şeye ikna edemez. Akillerde bu kibir oldukça daha çok oyalanırız biz!
Vah ki gidene…
Vah ki bu bayrak uğruna şehit olana!
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.