Son’a doğru ikinci yazı…

Çok geciktim biliyorum. Ama inanın ihmal değil. Sıradan bir “dizi” olmayacak demiştim size. Bazen iki yazı arası uzun sürecek böyle.

Yıllar…

Olaylar…

Kişiler…

Net hatırladıklarım, az hatırlayıp sormam gerekenler derken 15 Mart’tan bu yana yarım ay geçmiş.

Aslında sizden baskı gelmeseydi bir haftaya daha ihtiyacım vardı. Ama önce sizden gelen “hani ikinci yazı” baskısı ardından da sevgili Vecdi Altay’ın “meslektaşlarına” yazdığı çağrı beklememi durdurdu.

Konumuz neydi?

Özellikle TV eksenli basın yozlaşması değil mi? Ve burada kendimi merkeze koyup, eğer bir bela açılacaksa bana açılsın amacıyla bir dizi yazı. “Son’a doğru” dediğim de, şimdiden bilemem ama bakarsınız “son” yazıyla “sonlandırırım” her şeyi.

Çünkü inanın İzmir’de gazetecilik artık dayanılmaz noktalarda.

Eskiden değim çok eski de değil inanın. Vecdi Altay’ın mektubundan bahsedeceğim ama bir noktayı özellikle vurgulamak istiyorum. İzmir’de basının medyalaşması ve basın saygınlığının yerlerde sürünmesinin nedeni kesinlikle siyasal iktidar değil. Bugün İzmir’de yaşadığımız tüm “basın içi” sıkıntıların başlangıcı net olarak söylemeliyim ki 2000 krizidir. Bu kriz önce “basını” medyalaştırmış ve “basın dışı” tiplerin ücretsiz “gazetecilik merakı” ile yozlaşmanın ilk adımını oluşturmuştur. Haber ajansları, yerel yönetimlerin basın birimlerinin yanlış stratejileri ne yazık ki bugün okunmayan gazeteler, izlenmeyen televizyonları yaratmıştır.

2000 öncesi size zaman içinde Kanal 1 TV ve Ege TV günlerimden örnekler vereceğim ve şaşkınlığınızı hissedeceğim inanın. Bugün ne yazık ki araştırmacı gazetecilik yok İzmir’de, çünkü medya olmayı seçen “tüccar” zihniyeti basını baştan aşağı işgal etmiştir.

2009’da bir benzinlikle uğraşım sırasında gerek bazı meslektaşlarımın gerekse bazı yerel yönetimlerin akıl almaz tutumları karamsarlığımı arttırmıştır. Uğraştığım benzinlik bugün artık yok ama ne yazık ki bir gazeteci olarak gurur duyacağıma, yaşadığım üç yıllık zulüm beni umutsuzluk eşiğine getirmiştir.

Sevgili Vecdi Altay bir öneride bulunmuş mektubunda. “Basın hürdür, susturulamaz” düşüncesinden hareketle duruş sergilenmesini önermiş. “Meslekte yaşanan tüm olumsuzluklara tepki verebilmek, kamuoyunun dikkatini çekebilmek, genç meslektaşlarımıza örnek olabilmek ve meslek onurunu, haysiyetini ve ahlakını koruyabilmek amacıyla gazete ve internet medyasının köşe yazarları başta olmak üzere, muhabirlerin de, yazılarının ve haberlerinin sonuna, “Basın hürdür, susturulamaz” ifadelerini yazarak müdürlerine/editörlerine teslim etmelerini, TV’lerde ise, program yapımcıları ile spikerlerin, programlarını ve haber bültenlerini açarken veya kapatırken, aynı ifadeleri kullanmalarını öneriyorum.”

Canım dostum Vecdi Altay’ın uzun zamandır aktif gazetecilik yapmadığını daha iyi anlıyorum.

Önce soralım.

Basını susturmak isteyen kim ya da kimler?

Basının harbi gazetecilik yapmasının önündeki engeller neler?

Sadece hapisteki gazetecilerin trajedilerini kaynak göstermeyelim, Türkiye’nin her döneminden hapis ve mezar riski vardı gazetecilerin. Dün katletme yöntemi bugün zindana atılma yöntemine dönüştü bence. Ama İzmir özelinde basının özgürlük anlayışını AKP hükümetinden önce başka etkenler engellemektedir.

Bir TV programcısıyım. Bu düşünceyi 1 Nisan sabahından itibaren her gün programı açıp kapatırken kullanacağım.

Peki, ne olacak?

İzmir Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş’ın Ege TV ile bir husumet yaşadığını herkes, hepimiz biliyoruz. Bu husumetin kökü yıllar öncesine dayanıyor ki anlatmak bana düşmez. Ancak Bay Demirtaş, o nezaketiyle tanıdığım, İzmir aşkıyla tanıdığım Ekrem Bey son zamanlarda EGE TV’na olan kızgınlığını genç meslektaşlarımdan çıkarmaya başladı. 2000 öncesi böyle bir olay yaşansaydı, o an tüm basın mensupları orayı terk ederdi. Böyle çok örnek var ki Vecdi Altay da hatırlar. Ama olmadı.

Peki neden?

Gazeteciliğin dışında “normal” sayılan “ilişkiler” yumağının yüzünden olabilir mi?

Geçiyorum.

Ekrem Bey’in tavrını ikidir başka bir TV olmasına rağmen Kanal 35’de kınıyorum. Hem de bilinen üslubumla. Geçen gün de iki televizyon yayın ortamında birliktelik sergiledi.

Peki, bu dayanışma İzmir’de yankı buldu mu?

Hangi anlı şanlı köşe yazarı dostumuz “helal olsun iki TV’na” dedi?

O genç meslektaşlarımın onurlarıyla ne oda başkanının ne de makamı ne olursa olsun kimsenin oynama hakkı yoktur.

Vecdi Altay’ın mektubu bakalım ne kadar etkili olacak.

Ben varım ama çıkış noktam “bugün” değil 2000 yılıdır.

NOT: Okurlarım, “sona doğru” yazılarım devam edecek. Hatta daha “yazıya” girmedim desem bir şey anlatmış olur muyum?

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın