Bu kadarı da olmaz ama…

Yazıyı geciktirdim, zira gündem malum. Lakin özellikle Suriye meselesinde yazmak istemiyorum. İstanbul’un ulusal iddialı yerel televizyonlarına çıkıp duran “her konuda konuşulur” tabelalı tiplerin durumuna düşmek istemiyorum. İzmir gündemi beni daha çok ilgilendiriyor derken Çeşme Aya Yorgi tantanası patladı yine…

Ardından devletimin koskoca Valisi yanına koskoca İl Emniyet Müdürünü de katarak “duruma el koydu”. Aslan yürekli medyamız da manşet ve manşet üstü bu “mühim” ve de “milli” meseleye odaklandı…

Ne diyeyim?

“Edep ya hû” mu?

El insaf mı?

Ayıp ama mı?

Yok artık mı?

Ne alaka mı?

Açıkça yazacağım. Kızan dondurma yesin ya da beni buradan dahi attırmak için kolları sıvasın. Nasılsa rızkı verenin bilincindeyim ve o rızkı dünya üzerinde kesecek bir varlığa asla inanmıyorum.

Nedir bu Çeşme’den çektiğimiz Allah aşkına?

Önemli bir turizm beldesi dışında ne özelliği var?

İzmir’in İstanbul’la, Ankara’yla doğru düzgün yolu yokken, başka kent ve ülkelerle doğru düzgün hava ve deniz yoluna sahip değilken, adam gibi tren yolumuz bulunmazken bazı egoistlerin sadece Çeşme’de evleri var diye deniz kıyısı memlekete “otoyol” yaptırmalarından beri çekiyoruz bu Çeşme’den…

Haydi bugün bu otoyola muhtacız ama nedir bu abartmalar, yakınmalar?

İzmir’in kalburüstü herkesin Çeşme’de konaklaması yüzünden yaz ayları neden buraya dikeriz ki antenleri?

Ve makamlarının arkasındaki Kemeraltı’ndaki terörü çözmeyen Vali ve Emniyet Müdürümüz neden bu “seçkinci gaza” gelir de Aya Yorgi meselesine dalar?

Yok mudur Çeşme’de Kaymakam, Emniyet Müdürü? 2Onlar buncacık meseleyi çözemiyorlarsa neden hala o koltuklarda oturuyorlar?” diye sormak ve sorgulamak gerekmez mi?

Neden yaz gelince hepten Çeşme’ye odaklanıyoruz, sorunumuz mu kalmıyor başka?

Salı sabahı gazetelerin manşetlerinde “Aya Yorgi…” diye başlayan haberleri görünce beynimin sigortaları attı adeta…

Hele fotoğraflarda İzmir Valisi ile İzmir Emniyet Müdürü’nü görünce daha da sinirlendim.

Demek ki İzmir’de iki kesim var…

Demek ki İzmir’de iki toplum, halk, millet var…

“Biri azınlığına rağmen dişi ağrısa Valisi yanında diğeri kanser olsa bakan yok” dedim.

Derim… Diyorum…

Düşünsenize, her sabah iki saat yayın yapıyorum Kanal 35 TV’da. Ve inanın “sokak sorunlarının” içinden çıkamıyorum. Belediye kaynaklı şikâyetler, trafik kaynaklı şikâyetler, sağlık kaynaklı şikâyetler derken bazen gazeteleri bile okuyacak zaman kalmıyor.

Çeşme ilçesi Aya Yorgi mevkiindeki şımarıklık ve saygısızlık temelli mesele bunca etkili oluyor da nedense İzmir’in başka meseleleri muhatap bile bulamıyor.

Bunları dillendirirken bir de baktım ki üst üste ve farklı bölgelerden mesajlar…

Şimdi en önemlilerini paylaşacağım sizinle.

Bornova Naldöken’deki Çimento fabrikası ile Bornova Işıkkent’teki Demir Çelik Fabrikası yakınlarındaki vatandaşlar cehennem azabı yaşattığı halde yıllardır ne Valilerin ne de devletin dikkatini çekememişler. Naldöken’de akciğer kanseri hastalarının arttığı iddiası Sağlık Bakanlığı’nı bile harekete geçirememiş…

Urla Özbek’te genel kanalizasyon olmadığından ki Urla Özbek de en az Çeşme kadar “bizim toprağımızdır” ve yazları daha çok insan olur, içme suları bile riskliymiş, her yere başvurmuşlar ama ilgilenen olmamış…

İzmir Eski Çamlık’ta elektrik voltajları düşükmüş, trafolar yetersizmiş ve her yaz beyaz eşyalar bozulurmuş ama yıllardır ilgilenen olmamış…

Beydağ’da elektrik trafosu sorunu her geçen gün içinden çıkılmaz bir hal alıyormuş, 900 vatandaş çalmadık kapı bırakmamış ama kimse “siz necisiniz” bile dememiş.

Kemalpaşa Bağyurdu’ndaki eğlence yerleri her gece sorunmuş. Gürültü ve silah sesinden uyunmazmış lakin vatandaş yine yapayalnızmış…

İnciraltı’ndaki eğlence yerleri çevreye gürültü kaynağıymış. Arayan vatandaşlar “Çeşme’dekiler can da biz patlıcan mıyız” diye sormamı istediler.

Apartmanlar arası sokak düğünleri, havai fişekler ayrı bir sorun…

Esnafın kaldırım işgalleri başka bir sorun…

İzban’daki saygısızlıklar, habire bozulan asansör ve yürüyen merdivenler dert…

Ve yine Salı günü gelen bir e-posta “Abi günaydın. Pazar günü sabah Bozyaka SSK Hastanesi acil servisine hasta getirdim. Kapıda hastamı beklemeye başladım. Acil servisin bahçesinde soldaki trafo binasının merdivenleri kan içindeydi. Acilin karşısındaki çöp istasyonunda görevli eleman bağıra bağıra türkü söylüyordu. Bir de acildeki güvenlikçiler var. Hasta yakınlarına olan tavırlarını görmeni isterim. Kendimi savaş kamplarından birinde sandım. İnsanları itmeye ne hakları var? Son olarak o nasıl bir acil önü hasta getiren ambulans bile geri dönüp çıkamıyor. Yolları çok dar.”

Bunlara Karşıyaka ve Bayraklı’daki sivrisineği, Mordoğan’daki balık çiftliklerini, Yeşilyurt Ordu ve Balçova Ata caddelerindeki trafiği engelleyici parkları, yavru grosmarketlerin kaldırım terörünü falan yazmıyorum. Üçyol’da döşenip sökülen şimdi yeniden döşenen taşlardan da bahsetmiyorum. Çalıştırılmayan trafik polislerini, Buca’da, Karşıyaka’da ve Balçova’daki lüks oto ve motor yarışlarını da yazmayacağım. Ecdadın sıcak yaz günleri ahaliye “Allah rızası için su vermesi” için kurulan tarihi sebillerin saçma sapan adamlara “şerbetçi” diye peşkeş çekilmesinden de söz etmeyeceğim. “Bornova Ege Üniversite Hastane meydanındaki trafik keşmekeşini nasıl Vali ve belediye başkanları görmez?” diye de sormuyorum!

Ama Çeşme’de yaşayanlar insan vatandaşsa İzmir’in Çeşme dışındaki yerlerinde yaşayanlar ne, onu soruyorum işte?

Haydi “görmesi” gerekenler görmüyor, neden bunca TV ve gazete de görmez?

Tekrar ediyorum, tekrar soruyorum. Yanıtı kim verirse versin.

Çeşme insanların yaşadığı yerse diğer yerlerde yaşayan bizler neyiz?

İzmir demokrasinin falan beşiği de değil. İzmir aslanlar gibi 300 yıllık batasıca bir insan ayrımcılığının başkenti.

Orhan Beşikçi sağ olsun!

Orhan abim olmasaydı öğrenemezdim ben Kumrulu Mescit trajedisini. İzmir’in Müslüman geçmişinin ayaktaki en eski mescidi Kumrulu Mescit. Geçen hafta sıcak bir gün Orhan Beşikçi abime uğradım. Tuttu kolumdan Kumrulu Mescit’e götürdü beni.

İçeri girer girmez şok! Eskiden Kuran okunan bir rahle ve rahlenin üzerinde ölü bir kumru…

Sinirlerim bozuldu.

“Hey Allah’ım” dedim içimden… “Bana mesaj veriyorsan ne yapabilirim ki, senin kırmış bir kulunum ne vali ne başkan bizi ciddiye bile almaz zira elimizde yağ tenekesi yok” dedim…

(Halt etmişim, Allah bana etkinin gücünün parada olmadığını gösterdi!)

Ertesi gün başladım yayında ağzıma geleni söylemeye. 10 yıldır kaderine terk edilmiş bu tarihi mescidin nasıl mahzun kaldığını anlattım ve çektiğim fotoğrafları da gösterdim. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ziyaret ettiğinde “Biz burayı onarırız” demiş Orhan abime. Ama Vakıflar Müdürlüğü, belediyenin bu isteğini ret etmiş ve yıllardır adeta yıkılmasını seyredermiş.

Kim tutar beni?

Dedim ya, ağzıma geleni söyledim.

Her gün bıkmadan usanmadan… Öyle ya, İzmir dediğin sadece Roma, Bizans ve Levanten tarihinden ibaret değil ki… Koskoca bir Türk İslam geçmişi var. Selçuklu, beylikler, Osmanlı ve de Cumhuriyet. Lakin manzara da belli işte. Pazartesi öğle sonrası Orhan Beşikçi abim aradı. “Yayınların işe yaradı, Vakıflar mescidi kurtarıyor” dedi sevinçle…

Nasıl mutlu olmam yahu?

Reklam almasın, sponsor bulmasın, yok olsun gitsin diye uğraşılan bir program yapıyorum. Farkındayım çevrilen şeytani dolapların. Neler yaşadığımı bir ben biliyorum bir eşim bir de Allah… Lakin yine de sabrediyorum işte. Çünkü biliyorum gök kubbede hoş sadanın anlamını. Orhan Beşikçi İzmir için bir büyük değer. Ne biat ediyor şeytana ne de dalkavukluk ediyor ölümlülere.

O rahle üzerinde gördüğümüz kumru var ya?

Kaldırılmış şimdi…

Olsun!

Azıcık da olsa ecdat rahat uyusun kabrinde yahu!

Var olasın Orhan abim…

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın