Cevabını korkuyla bulamadığım soru!

Çok erken kalktım, Pazar falan demeden…

Balkona çıktım, hava muhteşem… Kumrular sohbet ediyor aralarında.

Birkaç tane kart sesli karganın haykırışları olmasa, kumruların o tatlı sohbetleriyle kim bilir nerelere giderdim sabah sabah…

Kemal Tahir’in “Kurt Kanunu” kitabını yeniden aldım elime. Bu kez farklı ama renkli kalemle çizerek okuyorum bir daha… Sanırım “köfteyi çaktım, darbecilerin Kemal Tahir’den neden hoşlanmadıklarının nedenini galiba buldum.

Takvimden bir yaprak koparırken gözüm ilişti tarihe…

18 Mart 2012 Pazar… 1915’in 18 Mart’ı Perşembe’ymiş, onu da öğrendim.

Sonra gazetelerin ilk sayfalarına, sanal gazetelerdeki en taze haberlere baktım…

Beylik “şehitler günü” açıklamaları en heyecansız cinsinden…

BDP’nin “polisler karakollardan çıkmasın” uyarısı…

Diyarbakır ve İstanbul’da gerginliğin, kavganın ayak sesleri…

Saat 08.00…

Sonra bir daha baktım takvime: 18 Mart 2012 Pazar…

Gün “şehitleri” anma günü de, sanki zorlama var, yapaylık var…

Demek 17 Mart’ta ya da 19 Mart’ta değil sadece 18 Mart’ta anacağız, eğer böyle “anmak” anmaksa…

Ya Afganistan’da nasıl “düştüğünü” anlayamadığım onca yiğit?

Malazgirt’ten, Mohaç’tan, Çanakkale’den, Dumlupınar’dan gelen o yiğitler?

Ne işimiz var bizim Afganistan’da?

Gazi Mustafa Kemal’in Afgan Kralı’na öğütlerini hatırladım sonra…

Sonra Kore’de düşen şehitler geldi aklıma…

Ne işimiz vardı bizim Kore’de, ne işimiz var Afganistan’da?

Bilmiyorum…

Globalizm, küresellik falan diyorlar ama?

NATO diyorlar ama? “Batsın” diyorum ya, neye yarar ki?


***

Ne güzel kalkmıştım erkenden…

Pazar güzel geçsin dilemiştim kalkarken…

Ama olmadı…

“Bir” değiliz belli artık… Hayatımız bireycilik ve adeta ölümüne tüketim…

Saygı, sevgi, inanç, dayanışma, paylaşma hepten pazar malı…

“Biz büyüdük ve kirlendi dünya” şarkısıyla göbek atıyoruz…

Ya bugün?

18 Mart… Çanakkale ve cümle şehitleri anma günü ya?

Peki, neden hala “hey onbeşli” türküsüyle de oynuyoruz?

Hani “bilgi”?

Bilgisiz fikir ve bilinç hiç bu kadar “tavan” yapmamıştı tarihte, iddia ediyorum!

Okullardaki eğitime numaralar veriliyor, o numaralar yüzünden kavgalar ediliyor ya?

Oysa AK Partilisi, CHP’lisi, MHP’lisi önce dolaşıverselerdi okulları, konuşuverselerdi öğrencilerle, velilerle…

Olamazdı ama değil mi? Mümkün değil “merkezin çevreyle” bunca sıcak iletişimi…

Konuşma, iletişim olsaydı meselenin hiç de kendilerinin “gördüğü” gibi olmadığını anlayacaklardı…

Mesele sayıda değil ki; muhtevada…

1980’den beri azar azar, 2000’den beri ise süratle “eğitimden” vazgeçtik…

Eğitimden vazgeçtiğimiz gibi bilinç, hedef, vatan, devlet, millet gibi kavramların da içine ettik…

Öğretmenler dertli…

Veliler dertli…

Siyaset erbabının ise umurunda değil…

1980 darbesinin sosyal yaraları daha teşhis edilmemiş…

Etmek “birilerinin” işine gelmiyor zira…

Onca olay, kan neden?

Maazallah girişiliverse “hesaplaşmaya” harbiden, altından “dost ve müttefik ibişlerin” çıkacağı muhakkak çünkü…

Hatta bırakın 1980’i, 1938’den bu yana “harbi hesaplaşma” başlasa?

Harbi araştırmalar, belgeler falan çıksa?

Siyasetçi burnunu sokmadan, tarihçi, sosyolog, ilahiyatçı falan cümle âlim kolları sıvasa, “müsademe-i efkârdan” kafalarda beyaz tel saç kalmasa…

Hikâye değil mi? Sabahın bu saatinde zaten “hikâye” yazılır “hayaller” kurulur…

***

Cuma günü hastaneden izinle cemiyetimin seçimine katıldım. 20 yıllık gazeteciliğimde “ilk kez” oy kullandım…

Çevreme baktım durdum… Yüzlerce genç yaşlı meslektaşım…

Üç başkan adayı ve aday yöneticiler…

Atilla Sertel ve arkadaşları için “hayırlı ola”…

Aylin Hanım da Yaşar Bey de samimiydi… Bir şeyler, iyi bir şeyler yapmak istemişlerdi, olmadı.

Lakin derdimiz pek çok…

Mesleğimiz tam bir işgal altında… Kim “gazeteci” kim “gazete-ci” belli değil. Maddi sorunlarımız pek fazla… Sevgili baronlarımız bilmez ama muhaberan takımı gerçekten fena durumda…

Umuyor ve diliyorum ki yeni dönemde “az eğlenceli çok mücadeleli” bir şeyler olur, yaşarız…

***

Sevgili canlar, bir hafta ara veriyorum ekranda…

Pazartesi sabahı erken saatlerde önemsiz, basit bir ameliyat geçireceğim hayırlısıyla inşallah. Abartmıyorum ama adı “ameliyat” ya da “operasyon” olan her eylem beni korkutur.

Son birkaç gündür ciddi bir özeleştiri süreci yaşadım. Sonuçlara vardım. Lakin bir soruya yanıt bulamadım.

Yazıyı sanırım buraya kadar okudunuz… Siz beni biliyor, ben de sizleri hissediyorum.

Ben “bugün” değil, her zaman kimliğime sarıldım: “Yukarı mahalleli Müslüman Türk”…

Bu kimliğimle yanıtımı bulamadığım soruyu size de soracağım şimdi. Sorum gayet şeffaf… Ne siyaset ne de maddi menfaat içermiyor. Düz ve sade…

Bugün 18 Mart ya…

Bugün beylik kelamlarla “şehid-i şüheda” anılacak ya…

Korkarak, ürpererek soruyorum sorumu şimdi:

Mahşerde “andığımızı sandığımız” o tertemiz yüzlü şehitlerimizin yüzlerine bakacak yüzümüz var mı gerçekten?

İnanın ben cevabı bulamadım…

Belki de cevabı paylaşmaktan korktum…

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın