Zor yazı

7 Aralık, Çarşamba, Mehmetçik Bulvarı’nda yağmurlu bir sabah. Yakındaki okulun bahçesi, de ki bir aşiyan. Az sonra zil çalar, kuşlar sınıfa girer, bahçe bir başına kalır. Nazlı bir kış, tedirgin bir takvim, kışkırtılmayı bekleyen umut. İşte yeni bir gün başlamış, yazıya oturmuşsun. Zamanların ve keyfin çalınmışken, ne yazacaksın? Bu dünyada hiçbir yetenek, çalışkanlık ve özveri, cezasız kalmaz deyip geçebilir misin? “Saksılarında ot bitmez, kalkıp ormanıma söz ederler” deyip, yürüyüp gidebilir misin? Ömür arada bir turnusol hallerine dönüşür, onca taş toprak elenir, geriye kendince elmasların kalır, sen onlarla sevinmeye bak deyip, işine bakabilir misin?

Şimdi, yağmurlu bir İzmir sabahında sorulardan ibaretsin. İncinmiş bir kalemden, Polyanna masalları beklenir mi? İnanmadığın tek sözcük yazmadığın Kent-Yaşam okurlarına şimdi dönme dolaplı, kahkaha aynalı bir yazı sunabilir misin? Hayır. Sorular çemberinde bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı mısın? Evet.

Sonsuz bir iyi niyet, korunmaya çalışılan duruş, olanca kaygı ve saygı, bıkmadan üretme çabası… Yükü yalnızca bunlar olan ve yorgunluktan ibaret bir gemi, alışık olmadığı sulara çekilmeye çalışılıyorsa, ne yapmak gerekir, bilmiyorsun. Şımarmaya hakkın yoktur elbette. Maden ocağı çökmemiştir kafana, deprem çadırın yanmamıştır ve gözünün önünde kavrulmamıştır çocukların. Alt tarafı haysiyet densizleri, arkandan birkaç satır sallamıştır.

Anımsa, işte bugünlerde Abidin Dino 18 yıl önce “mutluluğun resmi”ne boya aramaya gitmişti. Cavit Orhan Tütengil 32 yıl önce ardında dev bir aydınlanma ateşi bırakıp, ecelsiz göçmüştü. Onca ölen, öldürülen gözlerine bakarken, sen sızlanma ve içe kapanış nöbetlerine kapılamazsın. Dili, niyeti, hesabı kitabı karmakarışık birkaç satır; cahil, kötü ve şımarık hafiyecilik soytarılığı yetmemelidir bunlara. Yetmeyeceğini göstermelisin. “Benim davam divana kalsın”… Şiirde, türküde güzel duruyor da, karşındakilerin şiir, türkü nasipsizliğini ne yapacaksın?

Haydi söyle, sen tarihinden eminsin, salya sümük peşinde koşanlar, dönüp kendi tarihlerine baksın! Ne diyordu bilge kişi: Sen kendini akıllı kurnaz, herkesi sersem alık mı sanırsın? 51 yıllık yaşamı, yazdığın her şeyde çırılçıplak ortaya dökmek ile ahalinin unutkanlığından cesaret alıp, bir tırnaklık arşiv kazımayla ortaya dökülecek garabet arasında, çok ama çok fark vardır. Anlatacak zamanlar gelecektir. İncelik ve duyarlık zaaf değildir, öğrenilecektir.

Turnusol demiştin ya, ne güzel yakışıyor takvime. Yoldaşı da tanıyorsun böyle süreçlerde, bunca zamandır senden yana görünürken, iki büklüm oluvereni de. Büyüklüğü ruhunda taşıyanı da görüyorsun, makamında kartvizitinde çürüyüp gideni de. Bir durun yahu, kadıdan daha cevval, cellattan daha telaşlı, mezarcıdan daha hevesli olmak, size ne kazandırır? Geçelim. Tarih, bu kent ve ülke açısından kendini yazarken, teferruatlar şimdiden yitirmiştir “mühim” olma ve sayılma kalibresini. Yazık. Ne çok yineledin son zamanlarda şu sözü; “yazık!” Harbiden geçelim.

Zor bir yazı oldu, bağışlansın. Haftaya kente, dünyaya geri geliriz. Zımpara suratlı, teneke yürekli, sünger beyinli olmaya itirazlarımızı, itirazlarımıza yoldaş aramayı sürdürürüz. Adı “Sevgilim İzmir” olan evimizde, biz bir oda hazırlayıp döşedik. İşimizdir, tiyatrodur, adı “Yeryüzü”dür.

Üzmeyi, incitmeyi başarabilirler, ama “Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek” umudumuzu, işgal ve meşgul edemezler. Ahvalimizi paylaşanlara selam olsun!

Related Images:

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın