Dostun attığı gül yaralar beni

Bu konuyu içime atıp kimselere bir şey söyleme niyetim yoktu. Ama daha fazla dayanamadım. Baktım ki, bazı arkadaşlar dostlarını (en azından ben öyle biliyorum) incitmeyi bir meziyet sanıyor; yıllardır her fırsatta övgü yağdırdıkları bu dostlarını (!) iki laf ya da birkaç klavye darbesiyle kırıveriyor ve bunu neden yaptıklarına bir anlam verilemiyor;  “Hadi oğlum!” dedim kendi kendime… “Çık ortaya ve sen de yaz içinden geçenleri… Gerçek dostluk neymiş, nasıl olmalıymış; anlat birer birer!”
Pir Sultan Abdal’ın idama götürülürken söylediği “Düşmanımın attığı taşlar değil, dostun attığı gül yaralar beni” sözünü hatırlat; ne derin anlamlar içerdiğini…?Ya da aynı anlama gelen “Ağaca balta ile vurmuşlar, sapı bendendir demiş” atasözünü…

***

Ben kendimi bildim bileli aynı benim. Bundan önceki görev yerimde de, fiilen gazetecilik yaptığım yıllarda da, üniversitede de aynı bendim. 
Oturduğum koltuklar değişti, ben değişmedim.
Dostluklara hep büyük önem verdim. İstisnasız her kesimden insanla çok sıkı arkadaşlıklar kurdum. Bu ilişkilerimde hep samimiydim. Göründüğüm gibi olmaya ya da olduğum gibi görünmeye çabaladım hep.
Ama eskisinden daha şatafatlı görünen (!) bir koltuğa oturduğumdan bu yana, sanki ben eski ben değilmişim gibi, bazı dostlarımdan (ya da dost bildiklerimden) atılan “taş”lar,  bana dostluk kavramını yeniden tanımlamam gerektiğini hatırlattı.
Ben dostluğun dürüstlük ve samimiyet olduğuna inanıyor(d)um. 
Yüzüne güldüğünüz insanın arkasından konuşmanın, dedikoduyla adam karalamanın, yükselen “içinizden birisi” ise gurur yerine kıskançlık duymanın dostlukla uzaktan yakından ilgisi olamaz.
Unutmadan…
Karşılığı beklenen bir iş de dostluk olamaz. 
Onun adı ticarettir.

Related Images:

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın