40 yıllık civata fabrikasını “Kültür ve Sanat Fabrikası” olarak yeniden düzenleyen ve “sanayici” sıfatını bir kalemde siliveren Mehmet Refik Soyer, İzmir’de son ayların en popüler isimlerinden biri oldu.
Geçenlerde sohbet imkanı bulduğum Refik Bey’e soracağım pek çok şey vardı. Ben işe sorulacak en son soruyla başladım:
– “Akşamları yastığa başınızı koyduğunuzda, ‘Oh be! Sanayiciliği iyi ki bırakmışım’ diyor musunuz?”
Cevap tam istediğim gibiydi:
– Kesinlikle! Sanayici iken beynim ve ruhum bozulmuştu. Her akşam yattığınızda, ertesi gün yeni bir kriz yaşayacak mıyız diye düşünürseniz, bu çok normal bir şey. İtiraf etmeliyim ki, sanayiciliği bırakıp burayı açtıktan sonra ruh halim değişti. Çok rahatladım. Artık geceleri rahat uyuyorum.
– Peki yeni bir fırsat doğsa, sanayiciliğe yeniden döner misiniz?
– Şu an yaptığım iş, yapacağım pek çok şey varken erken yaşta emeklilik gibi geliyor bana.. Ama babamın vasiyetiydi, yerine getirdiğim ve çok doğru bir iş yaptığım için mutluyum. Sanayiciliğe dönüp yeniden eski dertlerle cebelleşeceğime, insanlar yetiştirmeyi tercih ederim.
Refik Soyer’den bu lafları aldıktan sonra, yemeyip içmeyip (!) başkalarına yetiştirdim. Uzun yıllar onunla birlikte sanayicilik yapmış duayen isimlere… Hani Allah var ya, niyetim başka.. Aklımca onlara “Refik’i kıskanıyoruz” dedirteceğim. Bize de malzeme çıkacak. Oysa tepkiler benim için tam bir sürpriz oldu.
(Ama biz bundan da malzeme çıkarmasını bildik ya, bravo valla!)
Uzun yıllar EBSO Meclisi’nde Refik Soyer’le omuz omuza çalışan geçmiş dönem meclis başkanı Kemal Çolakoğlu, daha tavrını baştan koydu. Hem de atasözü gibi bir cümleyle:
“Sanayiciliğin içine giren dışında ölemez!”
Önce afalladım. Sonra hemen toparlanıp bu otoriter cümle karşısında esas duruşa geçtim. Bir yandan da bekliyorum; bu veciz sözün arkasından “Sanayiciliği nasıl bırakırsın be adam?” türünden sert bir tepki gelecek diye…
Ama o benim “hüsnükuruntum”muş. Günahını aldığım Kemal Bey, ikinci cümlesinden itibaren ses tonunu yumuşattı. Ben de bir yandan not alıp diğer taraftan Ahfeş’in keçisi gibi başımı sallıyorum. Tasdik mahiyetinde… Düşüncelerimden onun haberi yok ama hani belki kendi vicdanımı rahatlatırım diye…
Kemal Bey devam etti:
“Sanayiciliğin bir ruhu var. Temelinde üretmek ve yaratmak yatıyor. Refik’in de sanata dönük üretimi var. O yüzden onu sanat sanayicisi olarak görüyorum. Eğer herşeyden elini eteğini çekip (Çizgili pijalamalarımı giydim, bahçede çiçek suluyorum” deseydi, işte o zaman çok yadırgardım. Benim 24-25 yaşlarındaki idealim, 50 yaşında emekli olmaktı. Ama işin içine girince sanayiciliğin bırakılamayacak bir şey olduğunu öğrendim. İşte Şinasi Ertan Ağabey. Hala bize yol gösteriyor. Enerjisiyle, birikimiyle, projeleriyle örnek oluyor. Sanayici doğulmuyor ama sanayici ölünüyor.”
Al atasözü gibi bir cümle daha!
Kemal Çolakoğlu’na teşekkür edip, konuşmasında adı geçen Şinasi Ertan’ı arıyorum. Belki ondan alırım, istediğim cümleyi diye… Hani içinde şu “kıskanıyorum” kelimesi geçen…
Sanki sözleşmişler gibi, Şinasi Bey de benzer şeyler söylüyor:
– Sanayiciliği bıraktım diyenlerle aynı görüşü paylaşmıyorum. Bu iş bir tutku. Örneğin sağlığım izin verdiği müddetçe çalışmak, bana yaşam kaynağı oluyor. Bütün zorlukları aşmak için biz varız. Sanayicilik bir tutku. Çalışmak, toplum için bir şey yaratabilmek.”
Şimdi tut bakalım kelin perçeminden, tutabilirsen!
Biz ne umuyorduk, ne bulduk?
Galiba en iyisi, “Sanayici emekli olur mu, olmaz mı?”, “Sanayiciliğin içine giren, dışında ölemez mi?” ve “Sanayici doğulmaz ama sanayici ölünür mü?” türünden tartışmalara hiç girmemek…
Görmüyor musunuz, yoksa hiç çıkamayacağız!

Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.