Sabah uyandığımda körfez manzaramızın daha da güzelleştiğini gördüm. Kadifekale’den İnciraltı’na kadar her yer bembeyazdı. Bir tek gökdelenler göze batıyordu. Onun dışında her yeri usulcacık kaplamıştı kar. Yoksul çatıların altında yaşanan dramlar artmıştı mutlaka ama güzel İzmir öylece uzanıyordu karların altında.
Dün Büyükşehir Belediyesi’nden geçen “İzmir kara hazır” başlıklı basın bülteni garip gelmişti. Ne de olsa alışık değiliz. Ama hoşuma da gitmişti. Ta ki akşam ulusal kanallardaki haberleri izleyinceye kadar. Kanal D Haber Merkezi yayınını İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Afet Koordinasyon Merkezi’nden (AKOM) yapıyordu. Vallahi kıskandım! O ne güzel merkez öyle! Bütün kent duvarlardaki dev ekranlardan gözetleniyor. Kar nerede yoğun, trafik nasıl akıyor, kazalar, sıkıntılar,… her şeyi anında görmek mümkün. Vali başkanlığında gerekli bütün yöneticiler merkezde toplanmış, krizi yönetiyor. Mehmet Ali Birand da ortamı kimseye kaptırmadan yayının tadını çıkardı!
Kıskandım elbette! 1995’teki sel felaketinde o zamanki adıyla Kanal 1 TV’de (şimdi TMSF’nin el koyduğu İzmir TV) görev yapıyordum. Ondan sonra da deprem dahil çeşitli tehlikeler çaldı kentimizin kapısını. İzmir’de de böyle durumlarda koordinasyon merkezleri kurulur. Nerede? Valilik bürokratları Hükümet Konağı’ndaki toplantı odasında, belediye bürokratları da İtfaiye binasında bir araya gelir. İzmir’dekilerin yanında İstanbul’daki AKOM uzay üssü gibi kalıyor ne yazık ki!
Hal böyleyken; Sevgili Hasan Tahsin kendini ne kadar paralarsa paralasın, kompleksimizden kurtulma şansımız yok. Her yönden uçurumlarla dolu olsa da, İzmir’i nüfus olarak dörde katlamasına rağmen İstanbul’un uygar bir kent olmanın gereklerini yerine getirmek için en azından çaba göstermediğini söyleyemeyiz.
Bir de bizdeki duruma bakın… Sibirya soğukları denilen şu dört günlük soğuklardan İzmir de payını fazlasıyla alıyor. Hem alışık olmadığımız için insanların daha fazla etkilenmesi son derece normal. Ancak hem ulusal hem de yerel televizyonlara bakınca durum hiç de öyle görünmüyor. Ulusal kanallarda İzmir’deki soğuk üç-beş saniyelik haberle, mahsur kalan yedi bin köy kadar haber olabiliyor. Umudumu yerel kanallarımıza bağlıyorum. Onlarda da durum farklı değil ne yazık ki! Bölgesel bir kanalımız önce Afyon’a ne kadar çok kar yağdığını gösteriyor bir haber ajansından aldığı görüntülerle. İzmir’deki hava durumunu ise üç-beş saniyede özetleyip, soğukta ekmek mücadelesi veren ayakkabı boyacısıyla kısa bir röportaj veriyor sadece. Ondan sonra sunulan haber İzmir’deki emlak fiyatlarına ilişkin yapılan uzun bir haber-röportaj.
Eğer senin medyan buysa, -ki bunun çalışanlardan kaynaklanmadığını artık herkes biliyor- İzmir için hiçbir şey yapamazsın. Sadece birilerinin kişisel çıkarlarına alet olur, habercilik yapıyorum sanırsın. İstanbul’da İzmirliler Derneği kurulduğunda, konuyla ilgili yazdığım basit haber gazetenin manşetine taşınıp, “Bizans’a savaş açtılar; Bizans’a Karşı İzmir Lobisi” diye sunulduğunda ne çok utanmıştım.Güya İzmir’de yetişip ekmeğini İstanbul’da kazanmasına rağmen kentini unutmayan hemşerilerimize destek oluyorduk. Oysa, bunun sansasyonel bir başlıktan öte olmadığını herkes biliyordu, derneğin kurucuları dahil. O güne kadar kentlisinden hiçbir destek görmeyen, İstanbul’un yücelttiği kesimin emekli olduktan sonra bile İzmir’e geri döneceğinden şüpheliyim. İstanbul onların heykelini dikmiyor belki ama gerektiğinde yüceltmesini de biliyor. Daha fazla okunuyor, daha fazla satıyor, daha fazla dinleniyor, medyasında daha fazla yer alıyor, çok daha fazla kazanıyorlar İstanbul’da.
Tabii onları İzmir’e çekmenin yolu heykellerini dikmekten geçmiyor bence de. Hasan Tahsin yanlış anımsıyor; Sezen Aksu, Piriştina ölmeden önce ücretsiz bir halk konseri vermişti meydanlarımızdan birinde. Heykel dikme düşüncesi de hemen onun ardından çıkmıştı zaten. Başkan’ın kankalarından biri, tıpkı Sezen Aksu’nun kendisi gibi karşı çıkıyordu heykel olayına. Şimdi yeni başkanın kankaları olarak ne düşünüyorlar bilmiyorum. Ama İzmir’de hem de Piriştina’nın adını taşıyan güzel bir kent müzemiz varken, evlere rasgele serpiştirilen biblolar gibi neden heykeller konulur sokaklara, anlamıyorum. Bence Sezen Aksu da o müzede yerini almalı, tıpkı diğer değerli İzmirliler gibi.
Kaderini İzmir’e bağlamayıp hem kendini hem de ülkenin genelini daha ileriye götürmek için uğraşanları fazla hafife almayalım bence. Onların İstanbul’da yaptıklarını biz de İzmir’de yapmaya çalışalım; bakalım kolay mı?
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.