Bütün aile hazırlıklarımızı tamamladık, “Karlar düşer, düşer düşer ağlarım, hep ismini hep ismini anarım” şarkısı eşliğinde birbirimize kar topu atıp, kardan adam yapacağımız günler için geri sayıma başladık. Çocukların atkıları bereleri kontrol edildi, eldivenlerinin ince olduğuna kanaat getirilip miflonlu su geçirmeyen eldivenler temin edildi, su sayacı bezler ve naylonlarla sarıldı. Elimizde kürekler hazır ve nazır olarak bekliyoruz.
Çocukluğum üç ay boyunca karların erimediği memlekette geçtiği için en büyük özlemi ve heyecanı duyanların başında ben geliyorum aslında. Çizmeleri geçirip karların içinde bata çıka yürümek, kızağın üstüne atlayıp yokuş aşağı sürmek, boyundan büyük kardan adamlar yapmak, karın üstüne yatarak farklı şekiller oluşturmak, buzların üstünde dengeyi kaybetmeden kaymak…
Belki de bu yüzden en çok sevdiğim çiçeğin adında bile “kar” kökü var. Kardelen, çocukluğumun buram buram kokusu… Nasıl da karları delerek güneşe doğru uzatır o nazlı boynunu. Karların arasında beyaz rengi çok fazla dikkat çekmediği için ormanlarda ağaç köklerinin arasında bulmak oldukça zordur. Ama buldun mu da seyrine doyum olmaz. Kardelen özlemimi gidermenin bir yolunu geçtiğimiz yıl keşfettim. Bozdağ Kayak Merkezi’ne giderken kestane ağaçlarının altında yüzlerce kardelen çiçeği görünce gözüm gönlüm açıldı. Daha önce kardelen görmemiş olan eşim ve çocuklarım da bu nazlı geline hayran kaldı.
Kar lafını duyunca bile nasıl da heyecanlanıyoruz. Bu durum Doğu’da çetin şartlarda 5-6 ay boyunca kar altında yaşamak zorunda olan insanlar için eminim ki aynı anlamı taşımıyordur. Ama İzmir’de oturup, kara hasret pek çok çocuk, genç veya yetişkin için Balkanlar’dan gelen soğuk dalgası korku yerine bence güzellik ve umut saçıyor.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.