Ah bu İzmir!

Haftada bir yazınca hangi konuyu yazacağını şaşırıyor insan. Birini yazsan ötekine haksızlık! Hele Türkiye sınırlarında, bir de İzmir’de yaşıyorsan… Konu hiç eksik olmaz malum! O yüzden bu hafta biraz karışık olacak, kusura bakmayın.

Önce, geçen haftaki yazım… Gösterdiğiniz ilgiye sevinmedim desem yalan olur doğrusu! Ama bir o kadar da üzüldüm. “Patronunuzu seviyor musunuz?” yazısı aslında sıradan bir insan kaynakları yönetimi yazısıydı. Herhangi bir gerçekliği olmayan, olasılıklar üzerine yazılmış bir yazı…

Yazının sonunda “Ne dersiniz, İzmir’de böyle kuruluşlar var mıdır?” diye sormuştum. Hem yazıyı okuyarak hem de çevrenizden verdiğiniz örnekler beni çok şaşırttı. İzmir gibi modern bir kentte, hala böyle yönetim anlayışlarının olmasına çok üzüldüm.

Sadece çalışanlar mı? Bazı yöneticilerin yazıyı neden üzerlerine alındığını anlamadım doğrusu. Hatta o kadar ki, yönetici oldukları kuruluşlarda Kent-Yaşam sitesinin kapatıldığını (sebep olduğum için özür dilerim sevgili editörüm), bana gönderilen mesajların önce kontrol edilip sonra da bloke edildiğini duyunca dehşete kapıldım. Bunu yapan bilgi işlem sorumlularının da, mesai arkadaşlarını zorda bırakma pahasına gösterdikleri beceriye ayrıca helal olsun!

Bu yazı, bu konuyla ilgili umarım son yazım olur. Kimseyle polemiğe girmeye, bu sebeple insanların ekmeğiyle oynanmasına sebep olmak gibi bir niyetim yok. Eminim bu tür sorunları yaşayanlar, kendi çözüm yollarını da üretebilirler. Benim tarzım, bu tür durumlarda hukuka sığınmaktır.

Öyle ya da böyle, adalet bir gün tecelli eder, hiç kimsenin yaptığı yanına kalmaz.

***

Kimsenin yanına kalmaz diyoruz ama bazı konularda kalıyor ne yazık ki!
İşte İzmir belgeseli örneğinde olduğu gibi.

İzmir’e hiç de yabancı olmayan gazeteci Nebil Özgentürk, sadece 29 Ekim günü yapılmış izlenimi veren görüntüleriyle hepimizi şaşırttı.

Bazıları kısa versiyonunu, bazıları tamamını izledi ama İzmirlilerin çoğu izlemediği için yazıyorum. Metnin ne kadar sığ olduğunu, İzmir için çok önemli konuların nasıl basite indirgendiğini Hasan Tahsin çok güzel yazmış bu hafta. O bölümünü ondan okuyun. Beni görüntüler çok üzdü. Sıradan, tekrar eden görüntüler… İltifat olarak üzerimize alındık ama sanki İzmir’in kızlarından başka güzel bir yanı yokmuş gibi, metin de görüntüler de dönüyor dolaşıyor kızlara geliyor. Hem de tekrar eden görüntüler, mekanlar… Sanki koca İzmir’de başka yer yokmuş, sadece Konak ve Kordonboyu’ndan ibaretmiş gibi! Ama bir, bilemedin iki günde çekilince bu kadar oluyor tabii…

Aslında İzmir’de çekilen banka reklamının görüntüleri çok daha güzel, İzmir’i çok daha iyi anlatıyor.

Bence EXPO tanıtımında metni İzmir’e uyarlayıp, bu reklam filmini gösterelim, daha iyi!

***

Şimdi Nebil Özgentürk’ün yaptığı filmi eleştirdik diye de tepki toplayacağız. Ama artık yeter! Geçenlerde bir dost, gönderdiği elektronik mesajda, “Maalesef güç onlarda…” diyordu. Gücümüz belki yetmeyebilir ama hiçbir şey yapmamayı da sindiremiyorum doğrusu.

Geçen hafta Karşıyaka Belediye Başkanı Cevat Durak’la bir röportaj yaptım; Egeli Haber’in Aralık sayısında okuyabilirsiniz. Diyor ki: “Bazıları kendilerini İzmir’in patronu, ağası sanıyor. İzmir’i sahiplenmiş, ellerindeki güçleri, makamları İzmir üstünde kullanıyor. Ama yapacağız. Hiçbir yerde geri adım atmıyoruz.”

Durak’ı seversiniz ya da sevmezsiniz ama söylediklerinde haksız mı? Diyalog kapıları kapalı, birileri sırf kendi gelecekleri için elinden geleni yapıyor.

Konuşacağımız yerde susuyor, susacağımız yerde düdük çalıyoruz!
Ah biz İzmirliler!

Bazen keşke Ertuğrul Özkök’ün dediği doğru olsa da, tam bir emekli cenneti oluversek!
Şöyle suya sabuna dokunmadan, huzur içinde yaşasak gitsek…

Related Images:

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın