Patronunuzu seviyor musunuz?

Patronunuzu ya da bağlı bulunduğunuz yöneticinizi elbette sevmek sorunda değilsiniz. Ama bilim adamları üşenmemiş, araştırmış, sadece işini değil, işyerini, yöneticisini seven çalışanların daha verimli olduğunu ortaya koymuşlar.
Sizi bilmem ama ben pek çok işyerinden sırf bu yüzden ayrıldım.
Eğer deprem sonrasında küçük çocuğunuz sizin durumunuzu değil de yöneticinizin ne yaptığını soruyorsa bir sorun var demektir. Ya da bir yönetici yanlış giden her işin sorumluluğunu çalışanlarına yüklüyorsa, “işyerinde şiddet”i sindirme, azarlama, hakaretin dışına taşıyıp işçilerine, güvenlik elemanlarına hatta yöneticilerine yumruk atmaya, hortumla dövmeye vardırıyorsa, o yöneticiye sorumluluk veren, ondan şirketini, kurumunu daha ileriye götürmesini isteyen patronun ne planladığı önemlidir.

İnsan kaynakları uzmanları, işyerinde şiddet varsa çalışanlara hemen tepki vermemelerini, onun yerine psikolog yardımı alarak sorunu nasıl aşabileceklerini bulmalarını öneriyor. Neyse ki şiddet uygulayan yöneticilerden bazıları “birincil hedef kitlesi” için bile olsa işyerinde psikolog bulundurmayı akıl edebiliyor. Ama herhalde böyle yerlerde çalışan psikologların asıl müşterisi çalışanlar oluyordur!

Patronunuzu sevmemenin tek nedeni şiddet midir? Değil elbet. İnsani özellikler, yaşama bakış açısı da önemlidir. İnsanları en iyi tanıma yollarından biri de asker ve hastane arkadaşlığından sonra aynı işyerinde çalışmaktır. Daha önce hakkında çok güzel şeyler duyduğunuz, ideolojisinin kendi ideolojinizle örtüştüğünü düşündüğünüz, hatta ilk görüşmede “Çalışınca göreceksin, ben bilinen patronlar gibi değilimdir” diyenlerin foyası daha ilk ayda ortaya çıkıverir. Bütün bir ay çalışıp didinirsiniz, şanslıysanız iyi – kötü maaşınızı alırsınız. Ya sosyal haklarınız? Fazla mesainizden geçtim, SSK güvenceniz var mıdır? Varsa aldığınız maaşla SSK’ya ödenen prim aynı mıdır?

Peki ya çalışanını çok seven patronlara ne demeli? Çalışanını o kadar çok seviyordur ki başka bir şirketle anlaşmasını anlayışla karşılayamaz. Hatta çalışanının gitmek istediği kuruluşların etkili kişilerine ulaşıp, engel olmaya kalkışır. Kimi patron başarılı olur, kimi çalışan da iki işyerinden de buz gibi soğur.

Bazı işyerlerinde ise patron bazı çalışanlarını daha fazla sever! Onların üzülmelerini asla istemez. Hatta haklı bile olsa, çok sevdikleri çalışanlarını üzen kişiyi üzmek için başka gerekçeler bulur; o da onu üzer. Denge sağlanmıştır. Patron çok sevdiği (!) çalışanının gönlünü almıştır. Daha az sevilen çalışan ise ya bu dengeyi kabullenir ya da “bana müsaade” der, istifa eder.

Uzmanlar “işyerinde kalarak mücadele edin” deseler de bazı işkolları için bence bu mümkün değildir. Eğer pazarlama, halkla ilişkiler gibi o kuruluşun daha çok müşteriye ulaşmasını, kamuoyunu doğru bilgilendirilmesi görevini üstlenmiş bir pozisyondaysanız, “Kimin için çalışıyorum, verdiğim bilgi doğru mu, müşteri dediğimiz insanlar bundan zarar görmeyecek mi?” gibi soruları daha kolay sorarsınız.

Ve kısa sürede bu çarkın içinde yer almak, çocuğunuza o düzenden ekmek yedirmek olanaksız hale geliverir. Sonucunda kimi çalışan tek silahı olan istifa yöntemini seçer ya da kriz ortamından kurtulamayan ülke ekonomisi nedeniyle bu haksız uygulamaları sineye çekmek zorunda kalır.

Ve ne yazık ki pratikte sıkça yaşanan bu tür sorunlar üniversitelerde okutulmuyor. Gencecik insanlar hevesle başladıkları işyerlerinde kendilerini mesleki olarak donatmak yerine önce savunma mekanizmalarını geliştirmek zorunda kalıyorlar.

Ne dersiniz; İzmir’de böyle kuruluşlar var mıdır dersiniz?

Related Images:

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın