Çoğu manken görünümlü, hatta bazıları podyumlardan transfer, bazıları da gerçekten işini iyi yapan uzmanlar.
Bugünlerde Türkiye her yönüyle onlar için bir laboratuar gibi. Bir marka (bu kurum, kuruluş, kişi hatta devletin bizzat kendisi olabilir) nasıl yüceltilir, yüceltilen bir simge nasıl bir anda yerle bir olabilir gibi iki uç noktayı görme şansları var.
Halkla ilişkiler bir kurum, kuruluş ya da artık bir marka olmuş kişilerin ilişkide bulunduğu kimselerin güven, sempati ve desteğini elde etmek üzere planlı ve sürekli olarak yapmış oldukları bir yönetim görevi olarak tanımlanabilir. Bu tanımdan yola çıkarak, ülkemizde son günlerde yaşanan olayları şöyle bir gözden geçirmeye kalkışırsak, ülkemizde halkla ilişkiler mesleğini yapmanın ne kadar zor olduğunu görebiliriz.
En çok politikacı ve magazin dünyasına çalışan meslektaşlarımın işi zor.
Düşünsenize bir başbakan çıkıyor ve AİHM kararı için “Niye ulemaya sormadınız?” diyor. “Suçluluğu ispat edilene kadar herkesin suçsuz sayıldığı” yasalara rağmen bir üniversite rektörü ite kaka cezaevine gönderiliyor. Niye cezaevinde tutulduğunu bilmeyen devletin memuru intihar ediyor. Ancak İzmir’de Kalaşnikof silah, üç buçuk kilo esrar ve 490 uyuşturucu hap bulunan bir vatandaş, “Delil olacak nitelikte suç unsuru oluşmadığı ve delilleri yok edip karartacak gibi bir izlenim de vermediği için” serbest bırakılıyor.
Saymakla bitmeyecek bir sürü gariplikler karşısında halkla ilişkiler uzmanları ne yapıyor?
Rusya’dan gelen “Mavi Akım” için yapılan törende köyde yaşayan insanların ve hayvanların (evet, hayvanların!) sokağa çıkmalarına konulan yasağı seyrediyor.
Peki sadece kurum ve kuruluşlar için mi gereklidir halkla ilişkiler? Toplumun yakından tanıdığı, sevdiği kişilerin yaptıklarına ne demeli?
Beşiktaş’ın efsane futbolcusu Şifo Mehmet, jübile gelirinin tamamını bir eğitim vakfına bırakıp, binlerce çocuğun okumasını sağladığında nasıl hepimizin gönlüne taht kurmuştu! Ama İsviçre maçından sonra attığı çelme, sadece Türk futbolunu değil Türkiye’nin imajını nasıl zora soktu değil mi?
Şimdi o görüntüyü zihinlerden kim silecek, Şifo Mehmet’i kim eski tahtına oturtacak?
Ya Hülya Avşar’a ne demeli?
Şiddete karşı topyekun bir hareketin ilk sinyallerinin verildiği günlerde, “Dayak cennetten çıkmadır. Yeri ve zamanına göre açıkçası düşünülebilir. Belki insanlar kaşınıyordur, belki hak ediyordur. Ama tabii ki dayak hiçbir zaman güzel bir şey değil. Dayakla adam olunmaz. Kızını dövmeyen dizini döver gibi birtakım sözler vardır halk dilinde. Ben kızıma vurmadım, ama çok gözümü döndürecek bir şey yaparsa, Allah korusun, bir tane çakarım” demenin alemi var mı? Hem de yoksul çocuklar yararına çalışan “Bir Dilek Tut Derneği”nin gecesinde en yüksek bağışı yaptıktan dakikalar sonra..?
Hülya Avşar şimdi bu gafını nasıl düzeltecek, doğrusu merak ediyorum.
Bu tür örnekler yakınınızda da yok mu? Kentimizde, çalıştığımız yerlerde?
İzmir’deki kaç halkla ilişkiler çalışanı, çalıştığı kurum ya da kuruluşa inanarak iş yapıyor? Kaçımız halkla ilişkilerin en önemli ilkelerinden birisi olan “doğruluk, dürüstlük, yanlış veya abartılı bilgilendirmeme” ölçülerine uyuyoruz? Müşteriye başka, çalışana başka içerik ve biçimde konuşan patronların sayısı ne yazık ki hiç de az değil. Pek çok halkla ilişkiler çalışanının inanmadığı şeyleri söylemek zorunda kaldığını ya da bu yüzden işinden ayrıldığını biliyorum.
Sevgili gençler, anlayacağınız kolay bir meslek değil halkla ilişkiler.
Hele bu memlekette, bu koşullarda…
ÖSS’de tercihinizi yaparken bir kez daha düşünün.
Sadece halkla ilişkiler mesleğini değil, diğer meslek kollarını da seçerken ilkeli olmayı unutmayın.
Umudumuz olun, bu kötü yazgıyı değiştirin.
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.