On üç milyar sekiz yüz milyon yıl önce, hiçbir şey yoktu, sonra her şey vardı. Evren, kademeli olarak bir enerji kaosunda patlayarak var oldu. Yaklaşık 380 bin yıl boyunca, evren radyasyon sisiydi. Sonra sis dağıldı ve evren şeffaf hale geldi. Yaklaşık 100 milyon yıl sonra yıldızlar evrenin her yerinde parladı.
Yaklaşık 4,5 milyar yıl önce bir gaz ve toz bulutu çökerek güneşimizi ve onun etrafındaki gezegenleri oluşturdu.
Yaklaşık 3,5 milyar yıl önce tek hücreli organizmalar ortaya çıktı ve sonraki 3 milyar yıl boyunca gezegenimizde yaşadılar.
Yaklaşık 538,8 milyon yıl önce Kambriyen patlaması meydana geldi ve aniden çok hücreli canlıların çeşitlendiği bir zaman yaşandı. Jeolojik açıdan, garip solucanlar ve daha sonra gelecek olan her şeyin ataları ortaya çıktı.
Dinozorlar 165 milyon yıl boyunca hüküm sürdü ve sonra aniden ortadan kayboldu.
Yaklaşık 300 bin yıl önce Afrika’da modern insanlar ortaya çıktı. İlk insanlar avcılık ve toplayıcılıkla geçimini sağladı. Ateşi, kendi aralarında iletişim dilini, aletleri ve sanatı keşfetti.
Yaklaşık 10 bin yıl önce tarım başladı ve her şey hızlandı. Medeniyetler yükseldi ve çöktü, yazı icat edildi, imparatorluklar kıtalar boyunca yayıldı. Taş Devri, Bronz Devri, Demir Devri yaşandı. Dinler yayıldı, matbaa her şeyi değiştirdi, bilimsel devrim gerçeklik anlayışımızı dönüştürdü, sanayi devrimi yaşam tarzımızı değiştirdi.
20. yüzyıl iki büyük dünya savaşını, büyük ekonomik buhranı yaşadı. 1918-1919 yılları arasında 20 ile 100 milyon arasında insan İspanyol gribinden öldü. Afrika’da HIV adlı verilen yeni bir viral hastalık çıktı ve ardından dünya çapında milyonlarca insanın ölümüne yol açtı. Yaşam süresinin uzamasıyla birlikte kanser, alzheimer, parkinson ve diğer yaşlılık hastalıklarını artış gösterdi. Bilim bu yüzyılda önemli ölçüde ilerledi. Kuantum mekaniği ve genel görelilik gibi fizikteki Newton sonrası teorilerin gelişmesi, nükleer silahların geliştirilmesine yol açtı.
19. yüzyıl sonlarında geliştirilen teknolojiler mükemmelleşti ve evrensel olarak kullanıldı. İlk programlanabilir bilgisayar geliştirildi. 1960 yılında ilk bilgisayar faresi üretildi. 1965’te Herbert Simon, makinelerin yirmi yıl içinde bir insanın yapabileceği her işi yapabilir hale geleceği tahmininde bulundu.
1969 yılında Apollo 11 Ay’a fırlatıldı. Neil Armstrong Ay’a basan ilk insan oldu. Birkaç dakika sonra onu Buzz Aldrin takip etti. İnsanlık için dev bir adımdı.
1981 yılında ilk taşınabilir bilgisayarlar satışa sunuldu.1989 yılında internetin icat edilmesinden sonra bilgisayarlar mobil telefonlar, otomobiller ve daha birçok teknolojiyle entegre hale getirilerek okullarda, evlerde ve işyerlerinde yaygın şekilde kullanılmaya başlandı
Yüzyılın sonunda Boeing 777 ve Airbus A330 gibi büyük uçaklar saatler içinde binlerce mil uçtu. Evrenin evrimi daha iyi anlaşıldı. Yaşı yaklaşık 13.8 milyar yıl olarak belirlendi ve kökenine ilişkin Büyük Patlama teorisi genel kabul gördü.
2000’li yılların başında yapay zekâ ile ilk kez “Roomba” isimli elektrik süpürgesi evlere girmeye başladı. 2006 yılına gelindiğinde Facebook, Netflix, Twitter gibi büyük şirketler yapay zekâyı kullanmaya başladılar.
20. yüzyılın ortasında ben doğdum. Milyonlarca sperm hücresi arasından, herhangi bir şey biraz farklı olsaydı, benim yerime başka biri doğacaktı. Çocukluğumu dünyayı keşfetmeyi öğrenerek geçirdim. İlk sevgi gördüğüm kişi annemdi. Onun sevgisi bedensel ve duygusal hafızama kaydedildi. Ağlamam acıktığımı gösterdi, annem bunu anladı. Ağlamamın şekli altımı kirlettiğimi söyledi. Annem bunu anladı ve altımı temizledi. Ağlamamın şekli canımın sıkıldığını söyledi, Annem bunu anladı ve benimle oynadı. Okula gittim, oyunlar oynadım, arkadaşlar edindim, Kolejden mezun olduktan sonra evlendim, çocuk sahibi oldum, anneliği tattım. Çocuklarım büyüdü, evlendiler, onların çocukları doğdu. Bir kariyerim oldu. Çalıştım, hayat tecrübem arttı. Bilgim gelişti. Sevinç, mutluluk, şaşkınlık, korku, üzüntü, utanç, coşku, öfke, sıkıntı, endişe, kaygı, hüzün … tüm insana dair duyguları yaşadım. Ve şimdi burada karşınızdayım.
Buradayım ve muhtemelen çok yaşayacak yıllarım kalmadı. Hayatımın son yıllarında çok önemli bir kişi olmayacağım. Wikipedia sayfasında adım hiç geçmeyecek. Tarih kitaplarında adımdan söz edilmeyecek. Hayatım hakkında biyografik bir film çekilmeyecek, adımı taşıyan binalar, burslar veya ödüller olmayacak. Bütün bu veriler benim kesinlikle sıradan bir insan olduğum anlamına geliyor. Koskoca evren karşısında ben bir sabun köpüğüyüm.
Hayatıma bakıyorum ve tavanın yaklaştığını görüyorum. Şu anda buradayım ve burada olmanın, dünyada olmanın keyfini yaşamam gerektiğini düşünüyorum. Sadece var olmak, yazılarımı sürdürmek için kitaplarıma gömülmek, bol bol okumak, topluma yararlı bir insan olmak ve en önemlisi insanları sevmek… Büyük bir açık yürekle seviyorum, dünyayı ve içindeki insanları seviyorum.
Evren geniş ve eski, ben ise mini minnacık, küçücük ve geçiciyim. Gözlemlenebilir evrende, tüm dünya sahillerindeki kum tanelerinden daha fazla yıldız var ve bunların çoğunun gezegenleri var. Her şey, ben ortaya çıkmadan milyarlarca yıldır devam ediyor ve ben öldükten sonra da milyarlarca, hatta trilyonlarca yıl devam edecek.
Elbette unutulacağım. Herkes unutulacak. Gelecek nesiller şimdi yaşadıklarımızı umursamayacak. Bizim milyarlarca yıl evvel yok olmuş yaşam formunu umursamadığımız gibi. Gelecek nesillerin kendi endişeleri olacak, sonra onlar da ölecek ve sonunda gelecek nesiller de bizim gibi dünyada kalmayacak. Söylenenlere göre güneş sönecek, yıldızlar tek tek kaybolacak ve evren soğuk ve karanlık hale gelecek.
Unutulmak yaşamın doğal akışı değil mi? Şimdiye kadar yaşamış neredeyse herkes çoktan unutulmadı mı? Hayat böyle yürümüyor mu? Yaşayıp ölen yaklaşık 100 milyar insan var ve muhtemelen bunlardan birkaç yüzünün adını sayabiliyoruz. Geri kalanlar tarihin tozlu sayfalarına gömüldü ve dünya dönmeye devam ediyor.
Sadece yaşayan, elinden gelenin en iyisini yapan, çevresindeki insanlara iyi davranmaya çalışan ve sonra huzur içinde unutulup giden yüzde 99’luk kesimin bir parçasıyım.
Her şey hâlâ önemli, hayat hâlâ önemli. Bir akşam sofrasında arkadaşlarla birlikte yenen yemek önemli. Masa etrafında yaptığımız sohbet, o anda hepimiz için önemli. Yaptığımız iş, iş çevremiz, arkadaşlarımız ve bu birliktelikten etkilenen dostlarımız için önemli. Ama beş yüz yıl sonra, bunların hiçbiri önemi olmayacak.
Unutulacak oluşumuzun bir önemi yok. Çalışmanız kalıcı olsun ya da olmasın, hatırlansın ya da unutulsun, bunların hiçbiri varlığınızın temel gerçeğini değiştirmez: şu anda buradasınız, hayattasınız ve bilinciniz var, dünyayı, diğer insanları, kendi zihninizi deneyimleyebiliyorsunuz. Bu yeterli. Aslında, var olmamız bir mucize değil mi?
İlk başta insanlar sizi hatırlayacaklar. Aile toplantılarında sizden bahsedilecek. Arkadaşlarınız sizin hakkınızda hikayeler anlatacak. Belki sosyal medyada onlarla beraber çektirmiş olduğunuz fotoğraflarınız vardır, bir süreliğine “anılar” özelliğinde ortaya çıkacaklar ve internet yolu ile diğer tanıdıklarınıza gönderilecek. Ama yavaş yavaş insanlar hayatlarına devam edecek. Etmek zorundalar. Onların da yaşayacak kendi hayatları var.
Benim neslim geçecek, beni tanıyanların anlattığı bir hikâye olacağım, o kadar. Çocuklarımın nesli geçecek ve sonra torunlarımın nesli gelecek, ben aile ağacındaki bir isim olarak kalacağım. Birkaç nesil daha geçecek ve ben tamamen yok olacağım. Büyük-büyük-büyük torunlarım adımı bilmeyecekler …Bildiğim tek gerçek şu anda, bana verilen bu kısıtlı yaşam döngüsünde yaşamaya odaklanmam. Evren beni umursamıyor, bu sorun değil. Ben kendi yaşamımdan sorumluyum, yaşamımı değerlendirmeli, ona anlam verebilmeliyim.
Ortega y Gasset’in iddiasına göre, insanı asıl ayrıcalıklı kılan bilmediğini bilmek, “pek az bildiği şeye karşın, kalan her şeyden habersiz olduğunu” bilmek. Gasset’e göre homo sapiens değil homo insciens (bilgisiz insan) olarak adlandırılmalıydık çünkü insanı diğer hayvanlardan ayıran bu: Henüz bilmediği şeylerin “muazzam genişlikte olduğunu” bilmek; sadece çevresini kuşatan koşullarla ilgilenen hayvanın aksine eksikliklerinin farkında olabilmek.
Bugüne kadar tüm okumalarım, tecrübelerim bana görmenin ve bilmenin sınırlarını anımsattı. Sanat beni öyle bir dünyaya davet etti ki, beni asla göremeyeceğim ayrıntılara, yaşayamayacağım duygulara yönlendirdi. Benim doğaya, insanlara ve nesnelere dair düşüncelerimi değiştirdi, sanatın zengin imge dünyasında yol aldıkça kendimi zenginleşmiş hissettim.
Yazı masamdan kalktım. Pencereye doğru yürüdüm. Günü bilgisayarımın başında geçirince sırtım ağrıdı, bedeni dinlendirmem gerekti. Karşımda deniz uzanıyordu. Açık denizde beyaz köpüklerin inceldiği bir noktada başlayan dalgalar belirgin bir anda tek tek görülebilen dört ya da beş aşamadan geçerek geliyorlardı- kabarma, zirveye ulaşma, kırılma, gücün çöküşü, geri çekilme. Bu işlem durmaksızın yenileniyordu. Deniz engin, geniş görünüyordu; evreni asıl oluşturan işte bu devinimdi.
