Yüreğinizdeki Mustafa Kemal’i çağırın

Dün gece, bilinçli bir irade ile bir rüyaya yattım. Uykumda Atam, Mustafa Kemal”le buluşmayı kurguladım kafamda. Gözlerim kapanmaya başladığında saat 05:30-06:00 suları olmalıydı.

Günün ilk ışıklarının penceremin pancurlarından odama sızmaya başlamasıyla, yatak ucumda bir sliuet belirdi.

Mustafa Kemal başucumdaydı.

-Atam dedim, “geleceğini biliyordum, günlerdir, aylardır, yıllardır bu anın hayaliyle yaşıyordum”.

Ellerimi tuttu ve “Beni o kadar yürekten çağırdın ki geldim işte”, dedi.

Ellerimi tutmasıyla birlikte parmak uçlarımdan bütün bedenime müthiş bir enerji yayıldığını hissettim. Birdenbire titremeye ve şiddetli bir şekilde ağlamaya başladım.

Atam yüzümü kaldırdı.

Gözlerini gözlerime dikerek “Neden ağlıyorsun?”dedi.

Hıçkırıklar arasında kekelemeye başladım, “Atam, Atam” diyebildim.

Güçlükle konuşuyor, adeta nefes alamıyordum. Oysa uzun zamandır bu anı bekliyordum. O’na anlatacak o kadar çok şeyim vardi ki! O kadar çok özlemistim ki O’nu… O kadar çok şey birikmişti ki konuşacak…

Ama konuşamıyordum işte. Dilim, nutkum tutulmuştu. Ne kadar çabalasam da söylemek istediklerimi dillendiremiyeceğimi anladım. Anlayacağını ümit edip gözlerimi gözlerinden ayırmadan, O’na anlatmak istediklerimi zihnimden birer birer geçirmeye başladım.

“Atam” dedim iç sesimle,“Konuşabilseydim, bize bıraktığın ve emanet ettiğin Cumhuriyeti koruyamadık, devrim ve ilkelerini sırça köşklerde yaşayan aydın ve kendini beğenmiş, dar bir çevreye sıkışmış, alt tabakaya tepeden bakan bürokratik kesim yüzünden halka yeterince anlatamadık, yayamadık, yaşatamadık”.

“Atam” diyecektim,”Seni hep boş sloganlarla andık, kendi günlük keyfimize ve kaygılarımıza kapıldık, vatanın gelecek ve bekasını tamamen unuttuk, Türkiye Cumhuriyeti ve Devletine yönelen her türlü tehlikeye karşı yan gelip yattık, her seferinde askerin gelip bizi kurtarmasını bekledik, yargıdan medet umduk”.

“Atam” diyecektim, “Kendi içimizde de ihanete düşüp, üç günlük dünya menfaatleri için içteki ve dıştaki emperyalist işbirlikçilerle ittifak kurmakta bir beis görmedik, yobazlığa, gericiliğe, bölücülüğe taviz verdik, vatan elden giderken zenginin çocuklarını torpillerle güvenli yerlere askere gönderip, şehit olmaya da fakirin, fukaranın çocuğunu göndererek tam da yeni dünya düzenine uyan bir halkçılık ilkesinin peşinden gittik”.

“Atam” diyecektim,”Ülkemiz nüfusunun yarısından fazlası kadınken, her gün onlarca, yüzlerce, binlercesi hala bu çağda şiddet görüp, töre cinayetlerine kurban edilirken, çocuk yaşta evlendirilip, cinsel tacize maruz bırakılırken kız çocuklarımızı başını kapatamıyor diye okullara göndermemekten, tek sorunu buymuş gibi kadınlarımızın saçlarını politik amaçlı dini istismar konusu yapmaktan çekinmedik”.

“Atam” diyecektim, “Cumhuriyetimizin teminatı saydığın ve bu amaca yönelik her koşulda görev verdiğin şerefli ordumuzun değerli komutanlarını, vatansever, aydın ve gazetecilerimizi içeri tıkıp, vatanımızı bölmek isteyen, askerimize kurşun sıkanları senin ve akadaşlarının bin bir mücadeleyle, yedi düvele karşı zaferle kurduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne davul, zurnayla taşıdık”.

“Atam” diyecektim… Daha o kadar çok şey söyleyecektim ki…

Ama yapamadım, kelimeler dilime gelip yapıştı, bir güç engel oldu…

Atam da konuşmakta ne kadar aciz olduğumu fark etmişti. Bir baba şefkati ile saçlarımı okşamaya başladı.

Kulağıma eğilip, usulca şu sözleri fısıldadı; “Ağlama artık, göz yaşının faydası yok. Haydi kalk, doğrul. Konuşabilmen için önce uyanman gerek”.

Gözlerimi açtığımda Atam’ın hala kulağımda yankılanan sesi ile beraber, güneşin her zamankinden daha parlak ve aydınlık bir sabaha doğuşuna şahit oldum.

Aynı zamanda kendimi şu sözleri mırıldanırken buldum;

“Atam, iyi ki yüreğimin sesine kulak verdin, rüyama geldin ve beni uyuduğum rüyamdan silkeleyip uyandırdın. Şimdi sıra, güç toparlama ve konuşmakta!”

Related Images:

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın