Yıllar sonra bu kez yolum, havadan değil, karadan Ankara’ya düştü. Arkadaşım Celal Reyhan’ın nikahındaydım. Yanımda kadim dostum Tuncay Reyhan vardı. Başkenti avucunun içi gibi bilen Mehmet Demirci ile Enver Tarakçı da bizi yalnız bırakmadı. Hoş sohbete, parmak ısırtan misafirperverliğe rağmen bu şehir iki günde canımı sıktı.
İzmir, gözümün önünden hiç gitmedi. Buram buram tüttü.
Neredeyse her köşenin başını dönünce, karşıma deniz çıkacak sandım, aldandım.
***
Hani, “bat-çık” diye bilinen karayolu altgeçitleriyle Ankara’da trafiğin rahatladığı efsanesi vardı ya… Gözümle gördüm, bizzat içine düştüm.
Kızılay’da, Akay’da, Sıhhiye’de, Çankaya’da “durmadan geçersen” jet gibisin. Ama ya şehirde işin varsa… Yandın ki, ne yandın. Size bir örnek vereyim. Kızılay’dan, Arjantin Caddesi’ndeki Sheraton Oteli’ne 2.5 kilometrelik yolu 1.5 saatte gittik. “Bat-çık”ların yan yollarında trafik arap saçı… Üstelik o bulvarların, caddelerin kimliği gitmiş. Otomobil seli içinde iki yakanın bağı kopmuş. Bu yüzden işyerlerinde, ükkanlarda “satılık” ya da “kiralık” levhası var. Bir o kadarı da kepenk indirmiş. O eskinin cıvıl cıvıl mekanlarında, sosyal hayat, alışveriş bitmiş. Kentin kalbine bıçak gibi “bat-çık”lar saplanmış.
***

Diyeceksiniz ki benzer görüntüler İzmir’de de yok mu?
Var…
Ama bu kadar abartılı değil.
Hiç değilse başkanı da öyle atıp tutmuyor.
Siz siz olun, şu İzmir’in kıymetini bilin.
İşte Ankara caddeleri…

Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.