Onlar öğretmendi. Ailesinin okula göndermediği çocukları babasını ikna edip eğitime kazandıran…
Onlar öğretmendi. Gaz lambası ışığında yazılı kağıdı okuyan…

Elleri tebeşir tutan, tahta kara olsa da yürekleri bembeyaz olan, eğitim aşkı ile yanan eğitim meşaleleriydi onlar. Evde bulunan bir kaşık tarhanasından çorba yapıp hasta öğrencisine ziyarete giden, eğitim neferi öğretmenlerdi…

O Saraycık Köyü’nden ne doktorlar, ne öğretmenler, ne mühendisler çıktı. Hiçbirisi bir gün olsun öğretmenlerini özel günlerinde unutmadı. Cenazesinde bile!

Ben ise şanslıydım. Şehre tayin olduğumuz için anaokuluna gitme imkanım oldu. Orda dünyalar iyisi Fatma öğretmenimi tanıdım ve onu asla unutmadım. İlkokula geldiğimde evimiz Çanakkale 18 Mart İlkokulu’nun tam karşısındaydı. Annem yaramazlık yapmamam için beni ilkokul birinci sınıfta başka öğretmene vermiş, daha sonra disiplini daha iyi sağlamak amacı ile beni yine kendi sınıfına almıştı.

Annem kulak ameliyatları nedeniyle öğretmenliğini aksatmaya başladığında, çocuklarının eğitiminin sekteye uğramasından çok üzülmüş ve çareler aramaya başlamıştı. İzin, rapor derken sürekli ara vermek zorunda kaldığı öğretmenlik hayatından, en verimli yaşlarında, meslek hayatının 20. yılında ayrılmak zorunda kaldı.

Ama öyle büyük emeklerle öğrenci yetiştirmişlerdi ki, annemin 2012 senesindeki cenazesinde 28 çelenk vardı. Gelenler taziyelerini bildirirken, “Ben öğrencisiyim. Filan yerde görevliyim” dediklerinde ne kadar büyük eserler verdiklerini bir kez daha fark ettim. O cami avlusu doldu doldu taştı. Mezarlıkta adım atacak yer yoktu.
Ve babam… 82 yaşında. Hala Çanakkale’de ne toplantılarda ne seminerler de ne televizyon programlarında ne özel günlerde yalnız bırakmazlar. Çünkü onlar gerçek öğretmenler… Çünkü onlar yiyecek yemekleri yokken Çanakkale’nin Saraycık Köyü’nde beş sınıfı bir arada okutan, çocukların burnunu silen, çoraplarını yamayan, doğum olduğunda ilk koşan, yemeğini fakir öğrencisiyle paylaşan, ama bu arada evlerden gelen elle açılmış yufkadan hazırlanan börekleri kabul edemeyen, öğrencilerine ikram eden öğretmenler.

Onlar Kirazlı Öğretmen Okulu’nda babam müdür olmasına rağmen, öğrencileri bitten kurtulsun diye tek tek öğrencilerini yıkayıp Sümerbank’tan yeni iç çamaşırları alan öğretmenler…
Onlar faal öğretmenlik hayatları bitse de yıllarca dışarıdan maddi – manevi destekleri ile öğrenci okutan öğretmenler…
Onlar Cumhuriyet Öğretmenleri… Onlar Mustafa Kemal Atatürk’ün neferleri… Tıpkı tüm hayatını öğrencilerine adamış laik, Atatürkçü, yüreği insan sevgisiyle dopdolu diğer öğretmenler gibi…
Şimdi kara tahta yok belki, şimdi tebeşir tutmuyor ojeli eller. Ama yürekler yine çocuk sevgisiyle dolu. Hedef hep daha iyi bir nesil…

Ve benim ilkokulda, annemin ise Öğretmen Okulu’nda okuduğu, hikayesi çok da duygusal olan “Dünyanın bütün çiçeklerini istiyorum” şiiriyle sizi baş başa bırakıyorum.
Sevgi ve saygılarımla…
Ceyhun Atuf Kansu’nun “Dünyanın Bütün Çiçekleri” şiirine konu olan öğretmen Şefik Sınığ’ın öyküsünü okuyun…
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.