Benim sözünü edeceğim son dakika durumu ise biraz ertelemeden biraz da zaman darlığından kaynaklanan son ana bırakılmış bir tatil gezisi hakkında. İtiraf etmeliyim ki biraz da başlıkla merak uyandırıp yazımın okunmasını sağlamak gibi bir niyetim de var.

Yarın sabah uyandığımızda ne ile karşılaşacağımızı bilemediğimiz bir ülkede, genellikle Temmuz-Ağustos aylarında kullanılan yıllık izinler için aylar öncesinden, Ocak-Şubat aylarında yer ve tarih seçip tatil planlaması yapanları uzak görüşlülüklerinden ve cesaretlerinden dolayı kutlarım. Bu yazının yayınlandığı Aralık ayında bile gazete, televizyon ve internet medyasında erken rezervasyon indirimi reklamları arka arkaya çıkmaya başlamıştı.

Sabaha karşı 04.00 civarı sonuçlanan ve yaklaşık altı saatlik bir araştırma ve değerlendirme sonucu Midilli Adası’nı rotamız olarak seçtim. Booking.com sitesi üzerinden otel seçimi yaparken sürekli son dakika fırsatı, son kalan yerler, sizinle birlikte şu anda bu kadar kişi aynı tesisi incelemekte, az önce bir kişi baktığınız tesisten bir oda için rezervasyon yaptırdı, bakmakta olduğunuz tesiste kalan son oda gibi uyarıların baskısı altında, otel seçimini de yaptım.

Arife günü sabahı erkenden yola çıktık. Ayvalık’a vardığımızda sabah 06.00 civarı idi ve güneşin doğuşuna tanık olmak çok güzeldi. Ayvalık merkezindeki cadde ve sokaklarda hemen hemen hiç kimse yoktu. Ortalıkta sadece gececi taksiciler, belediye temizlik görevlileri, 24 saat açık pastane ve fırın çalışanları, kediler ve köpekler vardı. Gündüz saatlerinde boş yer bulamayacağınız araç park yerleri bu erken saatte bomboştu.

Feribot yolculuğu boyunca bir yandan ada ile ilgili tanıtım broşürlerine göz attım diğer yandan emektar gazetecilerimizden, gazeteci-yazar Ümit Otan’ın Aşkın Hüzünlü Kentleri kitabındaki Midilli için yazılmış bölümü okudum. Midilli için yazılanlardan bir bölüm şöyle:
Ayvalık, Burhaniye, Edremit’teki zeytinlikler, Ege’nin mavi sularında soluklanıyor. Midilli’de yine bir araya geliyorlar sanki. Biraz fark var tabii. Bizim zeytinlikler her yıl yazlıkçıların gazabına uğrayıp azalırken, Midilli’deki 11 milyon zeytin ağacı bırakın azalmayı, giderek çoğalıyor.
(Not: Ben, bu yazıyı hazırlarken Soma’nın Yırcalı köyündeki ağaç katliamı haberi geldi ve termik santral tesisi kuracak iktidar yandaşı şirket bir gecede 6 bin zeytin ağacını keserek korkunç bir ağaç ve doğa katliamı yaptı)
Ümit Otan yazısında Midilli için şunları da yazmış:
Tipik Grek mimarisi olduğu gibi korunmuş. Çeşitli renklere boyanmış kepenkleri, balkonlardan taşan rengarenk çiçekleriyle, rahat, huzurlu bir görünümü var yörenin… Midillinin arka sokaklarında kendimizi Ayvalık’ta, Cunda’da sanıyoruz. Küçük meyhaneler, zeytinyağı, sabun satan dükkanlar, balıkçılar, mezeciler…

Kiraladığımız araç ile yola koyulduk ve tabelaları takip ederek Pappados civarındaki Gera Bay koyuna yöneldik, adanın en ünlü ve en eski uzo fabrikasının olduğu Plomari yolunu takip ederek körfez kıyısındaki otele ulaştık.

Ertesi gün adayı gezmek için odamızdan çıktığımızda, küçük, sevimli otelin bahçesinde Bayan Maria ve eşi Bay Bill ile karşılaştık. Kısa süreli sıcak bir sohbetten sonra adada gezecek yerler ile ilgili önerilerde bulundular. Başta Petra ve Molyvos olmak üzere Kalloni, Mithilini, Plomari’yi görmemizi, Mitilini yolu üzerindeki Çöp Müzesi’ni ziyaret etmemizi tavsiye ettiler.

Midilli için Osmanlı’nın Mutfağı denilirmiş bir zamanlar. En taze ve en lezzetli yiyecekler buradan padişahın sarayına gönderilirmiş. Adada küçükbaş ve büyükbaş hayvanlar için suni yem verilen tesisler yok. Koyun, keçi ve inekler doğal ortamda serbestçe dolaşıp aralarında dağ kekiğinin de olduğu taze otlarla besleniyorlar. Bu yüzden etleri de sütleri de çok lezzetli oluyormuş.

Molyvos deniz kenarında çok güzel manzarası, deniz ürünleri sunan küçük lokantaları, alışveriş dükkanları ve tepede Osmanlı zamanından kalma kalesi olan güzel bir yer.
Molyvos için Ümit Otan’ın Aşkın Hüzünlü Kentleri kitabında şunlar yazılı:
Kuzeye, Molyvos’a doğru yol alıyoruz. Assos’la daha da yakınlaşıyoruz. Dağ, taş zeytin ve ormanlık… Çarşısının bizim Ege’deki bir çok çarşıdan hiç farkı yok. Molyvos bize aynı coğrafyanın insanları olduğumuzu hissettiriyor.

Ertesi gün doğruca Bay Bill’in söylediği Çöp Müzesi’ne gittik. Eski ev eşyalarından oluşan müzede ne ararsanız vardı. Kömürlü ütülerden gümüş kaşıklara, Osmanlıca yazılı belgelerden sararmış aile fotoğraflarına, eski silah ve kılıçlardan dikiş makinalarına, 45’lik plaklardan çalışır haldeki gramofona, kapı kulplarından kahve öğütücülerine, kuzine sobalardan metal kurmalı oyuncaklara kadar yüzlerce binlerce eski eşya.

O gün akşam otele döndüğümüzde çok cana yakın bir insan olan otel sahibi Bay Bill ile sohbet etme olanağımız oldu. Adadaki yaşamdan söz etti, Midilli Ticaret Odası üyesi olduğunu ve Ekrem Demirtaş’ı tanıdığını ve İzmir’e gittiğinde görüştüklerini söyledi. Vergilerin yüksekliğinden yakındı. Otelden, ailesinden kalan zeytinliklerden ve yağ fabrikasından kazandıklarının neredeyse yüzde yetmişini devlete vergi olarak ödediğini her geçen yıl kazancının daha da azaldığını söyledi.
Avrupa Birliğine girdiklerinde Yunan ekonomisinin iyi durumda olmamasından ötürü, birlikten yardım alabilmek için her istediklerini yaptıklarını bunun sonucunda daha da fakirleştiklerini, işsizliğin arttığını anlattı. Avrupa Birliğinin abisi Almanyanın yaptığı yardımlar karşılığında başta Atina hava alanı olmak üzere Yunanistan ve adalarındaki hava limanlarının işletmesini aldığını, Avrupa Birliğinin zeytin ağacı dikiminden zeytin hasatı ve rekoltesine kadar her şeyi kontrol edip sınırladığını, bunun sonucunda da zeytin ve zeytinyağı gelirlerinin azaldığını, zeytin tarımında İtalya ve İspanyanın korunduğunu anlattı. Sizin yıllardır kapısında beklediğiniz Avrupa Birliği Midilli adası sakinleri için pek hayırlı olmadı, aralarında arkadaşlarımın da olduğu çok insan maddi sıkıntıya düşüp borçlarını da ödeyemedikleri için intihar etti, gençler de adayı terk ediyorlar dedi.
Ada sakinleri olarak turizm ve tarım işlerine dört elle sarıldıklarını, doğaya ve çevreye sahip çıkıp, saygılı davrandıklarını söyledi. Bana Dikkat ederseniz adada çok katlı, lüks otel göremezsiniz, küçük butik otellerle adanın koylarını, denizlerini ve doğal ortamını koruyoruz. Ama Türkiyede siz her deniz kenarına birbirinden büyük ve lüks oteller yapıp her yeri betonlaştırıyorsunuz dedi üzgün bir ifadeyle.
Ertesi gün hiç yabancılık çekmediğimiz bu güzel otelden ve adadan ayrılma zamanı geldiğinde Maria ve Bill Tzikoukos çifti ile hatıra fotoğrafları çektirdik, İzmire geldiklerinde onları misafir etmek isteğimizi dile getirdik. Otelden ayrılıp Mitiliniye gittiğimizde feribot saatine kadar ana cadde ve arka sokaklarında gezindik, fotoğraflar çektik. Hareket saati geldiğinde feribotta yerimizi almıştık. Feribot arkasında bembeyaz köpükler bırakarak Ayvalık yönüne doğru giderken biz de geride bıraktığımız aynı denizin ayrı düşmüş insanları ile tarihi dokusu ve doğası korunmuş bu sevimli, güzel adayı gözden uzak düşünceye kadar seyrettik.
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.