Artık fiili gazetecilik yap(a)mıyorum… Ama o kadar onur duyduğum bir görevim var ki, ne zaman ne de sağlık durumu etkilemiyor beni. TVde yıllarca neyle uğraştıysam, ne için kendimce mücadele verdiysem şimdi Başkan Kocaoğlunun yanında ve yine aynı üslup ve inançla küçük ama önemli adımlar atmaya çalışıyorum, ölesiye sevdiğim kent için…
Yaptıklarım, yapmaya çalıştıklarım gerçek dostlarımı sevindirirken kuşkusuz, kimin gerçek kimin de sahte olduğunu anlatıyor bana. Bu da yaşamın belki de bana kazandırdığı yeni bir deneyim.
Ben büyük gazeteci falan olmadım… Geçmişimi, hatalarımı örtmek için de gürültülü lakin inandırıcılıktan, samimiyetten uzak düşünceleri de savunmadım. Dün neysem bugün de o…
Ve artık ne beynimde ne de yüreğimde üç beş sene öteye ilişkin hiç bir amacım yok…
Sadece huzurlu, dingin bir yaşam peşindeyim…
İşin ucunda emeklilik var, belki de yalnız bir huzurevi yaşamı… Kime ne ki?
Ne ticari, ne siyasi ne de başka bir açık ya da gizli amacım yok…
Allah bana onurların en büyüğünü yaşattı, yaşatıyor…
Laf olsun diye ekrana çıkmadığımın karşılığını alıyorum şimdi…
Sokağa başka bir boyuttan bakma şansım var benim…
Halkımı sevdim, seviyorum, seveceğim… 12 yıl süren Sabah Resimleri ile halkımın yüreğine girdiğimi şimdilerde öyle yoğun görüyorum ki… Hem de sadece merkezd değil İzmirin adım attığım her ilçesinde, her mahallesinde hatta köyünde çok şükür…
Gazeteci olarak hatalarıma, yanlışlarıma rağmen tek muhatabım olan halkımın sevgisini hiç bir şeye değişmem, değişmeyeceğim…
Ama kırgınlıklarım, sonunda beni belki bir süreliğine de olsa yazmaya veda mı ettirecek acaba?

Belki yine yanılırım bilmiyorum, ama buraya kadar bugün!
Sorun da etmiyorum söylenenleri, çevrilenleri, yüzümüze hayırlı olsun derken, ardımızdan ne danışacaklar ki sözlerini…
Ben kabul de ediyorum… Herkes mükemmel ama ben değilim… Herkes kurtarıcı adayı maşallah, bense belki de huzurevi yolcusu… Kader işte, ne diyebilirim ki?
Bir süre önce Başkan Kocaoğlu ve bir heyetle Diyarbakıra gittim ben de… Bir çok gazeteci arkadaşım da vardı. Ama gidiş netleştiğinde ve ben de gideceğimi söyleyince tuhaf bir direnç karşılaştım. Tuhaf ve asla düşünmediğim düşünceler yağmur gibi yağdı. Bazıları öylesine yakındı ki bana oysa… Hatta direnç yüzünden acaba gitmeyi iptal mi edeyim diye de düşündüm. Lakin gittim, iyi ki de gittim, bir daha olsa yine giderim.
Geçenlerde İzmir gazetcileri de Başkan Atilla Sertel önderliğinde gitti Diyarbakıra… Çok sevindim. Hele gidenlerin bazılarına gittikleri için daha çok sevindim…
Fakat ne yalan yazayım ki?
Benim günahım neydi? Madem siz de gidecektiniz, neden beni eleştirdiniz, üzdünüz, kırdınız?
Bu nasıl bir mantıktır ki, özeleştiriye kapalı?
Özür dileyen, özeleştiri yapan bunları da açık açık yapana neden yakılacak cadı muamelesi reva görülür?
Bu durumu değiştiremem…
Demek ki ne yapmalıyım?
Bana müsaade demek en doğrusu…
Ha basın kartıma takanlara da bir çift sözüm var benim…
Gelin bir gün bana takılın, size sokağı göstereyim…
Bana gerçekten müsaade… TVlerde, gazetelerde bana katlandığınız için sağolun…
Hele arkadaşlarım…
Sizler de sağolun…
NOT 1: 45 yaşından sonra duygusallıktan vazgeçemem… Değişemem yani. Başkalarını bikmem ama, düşene tekme atamam, iftira ve yalan borazanlığı yapamam. Yani bu dünyanın insanı değilim. Kalemi elime aldığım zamanlar Facebook ve Twitter üzerinde zaten görürsünüz…
NOT 2: Bu yazıdaki karikatürü çizip, armağan eden sevgili Turan İyigün ağabeyime de teşekkür ediyorum.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.