Tarihi komedya…

Türkiye geçen hafta yine klişe bir tabirle eski bir filmin artık hakikaten kabak tadı verip, zıvanadan çıkartan bir başka versiyonuna sahne oldu. Konuya direkt gireceğim.

Serbest gazeteci ve yazar Ahmet Şık ile Milliyet Gazetesi muhabir ve yazarı Nedim Şener 4 Mart’ta Ergenekon davası ile ilgili şüpheli bulundukları gerekçesiyle gözaltına alındılar. Arkasından, medyada aralarında pek çok sayıda yandaş basın mensuplarının dahi ‘pes artık, bu kadarı da olmaz,yetti’ şeklindeki bağırış ve isyanları yükseldi.

Ve hemen aradan bir gün geçmeden 5 Mart’ta İstanbul Taksim Meydanı ve Ankara Kızılay YKM önünde TGS ve G/9 Gazeteci Örgütleri Platformu’nun çağrısı ile binlerce gazeteci ve basın çalışanı toplanarak, gözaltıları protesto eden bir yürüyüş yaptılar.
Buraya kadarı ne kadar normalmiş gibi görünüyor değil mi? ’Sözde Ergenekon örgütü’ ile asla bağdaştırılamayacak iki isim dahi gözaltına alınıyorsa bıçak kemiğe dayandı demek ki. Artık medyanın, Ergenekon bahanesiyle tutuklanan ya da gözaltına alınan arkadaşlarına sahip çıkma zamanı gelmişti. Şimdi tepki gösterilmiyecekti de ne zaman gösterilecekti. Bunda anormal olan ya da şaşılacak ne vardı?

İlk bakışta yaşanan gelişmeler sanki kendiliğinden oluşan doğal bir süreç gibi algılanıyor. Oysa biraz serinkanlı bir şekilde düşünüldüğünde tarihi komedyanın tekerrürüyle karşılaştığımız anlaşılacaktır.

Sıradan bir vatandaş olarak önce şu soruyu sormak istiyorum. Nasıl oldu da iki yıldır Ergenekon davası nedeni ile Silivri’de tutuklu gazeteci arkadaşları için gözle görülür bir eylem ortaya koymayan, birbirlerini yiyip duran medya mensupları, hem de binlercesi bir gün içinde bir araya gelebildi?

Bana göre konunun asıl dikkat çekilmesi gereken yanı Ergenekon davası ile ilgili bu gözaltı ve tutuklamaların yöneldiği kişilerden ziyade zamanlaması. Eğer, Nedim Şener ve Ahmet Şık iddia edildiği gibi 2009’dan beri dinleniyorlardı ve şüphe ya da zan altında idiyseler, neden gözaltılar şimdi yapıldı?

Maalesef aklıma yazıya giriş yaparken kullandığım ifadeyi tekrarlamaktan baska yanıt gelmiyor. Bence ‘derin devlet’ diye tabir edilen örgütün son çırpınışları bunlar… Ellerinde halkı tahrik etmek için baska kozları kalmadı. Evvela, ümit kestikleri Deniz Baykal’ı devreden çıkardıktan sonra, belki Kürt oylarını alır da AKP’nin gücünü azaltır diye Kemal Kılıçdaroğlu’nu devreye soktular. Ancak, anladılar ki Kemal Kılıçdaroğlu da bir varlık gösteremeyecek.

Şunun şurasında seçime sadece üç ay var. Ve maalesef görünen o ki ciddi bir şeyler yapılmazsa bu sefer de AKP iktidarı kazanacak. Eeee, ne yapmak lazım? Ne yapılması lazım geldiyse onlar yapılıyor şimdi ama, çare yok. Atı alan çoktan Üsküdar’ı geçti.

Aslında tutuklanan gazeteciler, gündelik yaşam mücadelesiyle didişen halkın umurunda değil. Çoğunluk neler olup bittiğini dahi bilmiyor bu ülkede. İnanmayan araştırsın. Sorun bu halka, kaç tanesi Tuncay Özkan’ı, Mustafa Balbay’ı, Nedim Şener’i, Ahmet Şık’ı tanır? Bırakın tanımayı, kaç tanesi gazete alıp okuyor.

Başbakan, Türk halkına ait bu gerçeği herkesten daha iyi bildiği için çok rahat. AKP de bunu kavradığı icin iktidar. Daha uzun süre de iktidarda kalacak gibi görünüyor. Maalesef ‘derin devlet’ hala bu gerçekle yüzleşmemekte direnmek istiyor. Güya halk galeyana gelecek, isyan bayrağını çekecek, “özgürlük istiyoruz” diye meydanalara dökülecek. Türk halkını tanımıyor bunlar. Türk halkının böyle bir motivasyonu yok sayın derin devlet mensupları. Bunu kabullenin artık.

Çok enteresan, gözaltı ve protestoların yapıldığı aynı günlerde Başbakan Erzincan’da havaalanı açılışı yapıyordu. Gazetelerde yer alan bir resim kayda değer ölçüde etkileyciydi. Başı örtülü orta yaşlarda bir kadın Başbakan’a sıkı sıkı tutmuş, sarılıyordu. O an aklımdan şunlar geçti. Belki de bu kadının torunları ve torunlarının geçimini sağlamakla sorumlu uzun zamandir işsiz bir oğlu vardi. Bu oğul açılan yeni havalimanına bir şöför ya da hizmet elemanı olarak girmişti. Bu sayede torunlarının kursağına ekmek girecekti. Keza, eğer yeni havalimanında beş yüz kişiye ekmek kapısı açılmış ise bu, aile üyeleriyle birlikte en az iki bin oy demektir.

İşte, Ayşe Teyze’nin, Fatma Yenge’nin, Ahmet Amca’nın umurunda olan bu. İş, ekmek. Aynı Ayşe Teyze’ye, Fatma Yenge’ye, Ahmet Amca’ya son gözaltıları, tutuklu gazetecileri sorsan ‘ben bilmem’ diyeceklerdir.Türk halkının gerçeği bu beyler, bayanlar. Bu vatan için illa da bir şeyler yapmak istiyorsak önce gerçekleri görmemiz, halkımızı tanımamız lazım. Yoksa eski Yeşilçam filmleri tarzındaki tezgahlarla devir yürümez. Halkı eğitmeden aydınlatmadan evvel, karınlarını doyurmaya öncelik verilmeli. Hoca bile ne demiş: “Parayı veren, düdüğü çalar”…

Related Images:

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın