Jetonu 3 dolar, yok mu alan?

Okuldan fırsat buldukça sık sık kenti dolaşıp çevremde neler olup bittiğini anlamaya çalışıyorum. Tabii ki bunu yaparken iki tane önemli vasıtam var. Bunlardan birincisi halk otobüsleri, diğeri metro.

Halk dediğin her yerde mi bu kadar sefil olur arkadaş? Kanada’ya geldim geleli, ne kadar sefil ne kadar işsiz güçsüz adam varsa hepsi otobüs ve metrolarda. Doluşup doluşup geziyorlar. Tabii ki, buradaki citizen’ların (vatandaşların) hepsinde birer ikişer araba var, ama özellikle Uzakdoğulu ve Afrikalı dünya insanlarının birçoğu hala bu otobüsleri kullanıyor; hani “Yerlisi değil, yabancısıyız abi” modundalar.

Neyse, ilk otobüs deneyimimde çok şaşırdığımı itiraf etmeliyim, lakin daha öncede belirttiğim gibi burada çekik gözlü sayısı o kadar çok ki, kendinizi Çin’de sanmanız işten bile değil. Aslında bu otobüs ve metrolara birkaç farklı şekilde binebiliyorsunuz. Yani kast ettiğim; bunlar için ya jeton satın alıyorsunuz ya da haftalık veya aylık satılan ‘pass card’lardan birisini ediniyorsunuz.

“Beleşe bineceğim” diye maymunluk yapıp amuda kalkmanıza gerek yok, lakin buradaki hayvanat bahçesi dünyanın en büyükleri arasında gösteriliyor. Her neyse, jetonun fiyatı 3 Kanada Doları (CAD). Dikkatinizi buraya çekiyorum, Amerikan Doları (USD) değil. Yani artistik yapıp, cebinizden 100 doları çıkartıp parayı biletçi abi/ablaya uzattığınız zaman yüzünüze anlamsız şekilde bakabilirler. Hazırlıklı olun. Denemedim, ama öyle olacağını tahmin ediyorum. Lakin adamların içinde rutinin dışında gelişen ne varsa ona öyle bön bön bakmak gibi bir alışkanlıkları var.

Durumu bizzat görerek tespit ettiğim bir örnek ile açıklayım. Bir gün, öğle tatiline girmişiz. Ben, karnımı doyurmak için okulun hemen yanında bulunan bir alışveriş mağazasına koşar adım gittim. Malum, bizim memleketteki dershaneler gibi öğle tatili burada 2-3 saat değil. Dolayısıyla bir saat içinde “yemeğinizi yediniz yediniz; yemediniz kendi midenizi yersiniz”.
Uzatmayayım, bu mağazanın içinde bir tane market. Girdim içeri, ne alırım gibilerinden şöyle etrafı süzüyorum. Bunu yaparken hem karnı aç bir Türk gibi düşünüyorum hem de çevresini gözlemlemeye çalışan uyanık gazeteci gibi hareket ediyorum. Çok dikkatliyim yani. O sırada deniz ürünleri reyonunun önünde, ki gelecek yazımda unutmazsam bu reyonu ayrıntılı anlatacağım, bir enteresan durum var.

Olay şu; tezgahın önünde yaşlı bir Asyalı teyze karşısında duran Anglo-Sakson kültürü ile devşirilmiş orman ürününe bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Kadın elini ve parmaklarını kullanarak ısrarla istediğini işaret ediyor ama nafile. Hafiften yaklaşıyorum, kadın sinirden midir nedir Uzakdoğu lisanında bir şeyler söylüyor. Karşısındaki orman ürünü ise teyzeye “sizi anlamıyorum” gibisinden bir şeyler buyuruyor. Kanada Tayga’sında gelişen bu tür, önünde duran 7-8 midye ve balığı parmağı ile göstererek “Bu mu, şu mu teyze” diyemiyor. Çünkü istiyor ki, illa söyleyeceksin alacağın şeyin adını, çıkmayacaksın rutinin dışına. Pratik zeka sıfır. Ah o vatandaş, Türkiye’de olacaktı… Sonuç olarak, böyle artistik yaparım, 100 doları atarım gibilerinden havalara girmeyin. Soluduğunuz hava ile şişip kalırsınız.

Neyse, gelelim, haftalık ve aylık kartlara. Bu kartlar şu andaki değeri ile 36 ve 121 CAD’dan satılıyor. Türkiye’yi düşündüğünüz zaman bugünkü kur ile 55 TL ile 180 TL gibi bir rakama karşılık geliyor. Çok pahalı da değil, lakin kartın geçerli olduğu süre boyunca sınırsız binme hakkına sahipsiniz. Adamlara kartınızı göstermeniz ya da cihazından geçirmeniz yeterli.
Peki diyeceksiniz ki, “Bu işin üç kağıdı yok mu?”, yani “Bir kart alsam da eş, dost, hısım akraba koloni şeklinde aynı otobüse doluşsak” diyebilirsiniz. İnanın içimdeki Anadolu Ateşi, bağırıyor “Olma mı, elbet olur” diye ama buranın soğuğundan mıdır nedir, o ateş hemen sönüveriyor. Çünkü, böyle bir şey yaptığınız taktirde otobüsten atılma tehlikesi başta olmak üzere sizi türlü türlü maceralar bekliyor. Diyeceksiniz ki, yok artık. Örnek kapınızda, buyrun beraber izleyelim.

(Devam edecek…)

Related Images:

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın