Gözlediğimiz kadarıyla, insanlar depremden elbette ürküyorlar ama onları asıl korkutan bu doğa olayından çok içinde yaşadıkları ya da çalıştıkları yapılar, çünkü hiç kimse bu yapıların yaşadığımız orta büyüklükteki depremlere bile dayanabileceğine inanmıyor. Herkes, insan için bir barınak ve sert doğa koşullarına karşı bir sığınak, bir yuva olan bu yapıların deprem anında birden kimlik değiştirdiğini ve insanın canına kasteden düşman oluverdiğini biliyor. Bu nedenle insanlar, aslında, yağmurun yağması, rüzgârın esmesi kadar doğal bir olay olan depremden değil deprem anında canlarına kasteden düşman kimliğine bürünen güvenilmez yapılardan kaçıyorlar.
Uzmanlar, depremin aletsel büyüklüklerinden, şiddetinden, oluştuğu faylardan, tetiklerinden; öncülerden, artçılardan, olası yeni depremlerden söz ediyor; “insanı deprem değil yapılar öldürür” “depremle birlikte yaşamayı öğrenmeliyiz” gibi “garanti muhabbetlerle” insanlarımıza “deprem bilinci” aşılamaya çalışıyorlar!
Ama nedense;
Büyük bölümü teknik öğrenim görmemiş ve sayıları yüz binlere varan inşaat müteahhitlerinden,
Müteahhit adı verilen bir takım insanlara kamu kaynaklarını aktarma aracı olarak kullanılan devlet ihale yönteminden,
Yapının gerçekleşme fiyatları belirlenirken konulan yüzde 25 kar oranına karşın, fiyatı bu orandan da fazla indirene ihale verilmesine olanak tanıyan “yasal” düzenin hangi mantığın ürünü olduğundan,
İhale bedeli düşük diye inşaatta yapılan kusurlu/eksik imalatı hoş görme inisiyatifini kontrol örgütünün nereden aldığından,
Milyonlarca liralık ihalelerin yüz binlerce liralık hak edişlerini imzalayan kontrol mühendislerine bin lira dolayında maaşı yeterli görmenin mantığından,
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’ne bağlı, ilgili meslek odalarının proje ve yapı denetimi yapmasından niçin kaçınıldığından,
Ülkeyi yöneten ve yönetmeye talip olanların başlıca politik malzemesinin arazi rantı yaratarak haksız kazanç sağlamak ve bu kazancı üleştirmek olduğundan kimse söz etmiyor.
Bunlar yurdum insanının engin hoşgörüsü ile onlarca yıldır tartışma dışı tutuluyor, görmezlikten geliniyor ama doğa, yurdum insanı kadar hoşgörülü olmadığını her depremde çok acı biçimde ortaya koyuyor. Ülkemize tutulan birer ayna olan depremler bize kendimizi gösteriyor. Ayna arada bir İzmir’e de dönüyor. Oradaki görüntüyü doğru görelim ve barınağımızın, yuvamızın her sarsıntıda canımıza kasteden düşmanımız olmaması için yapılması gerekenleri yapması gerekenlerden ödünsüz biçimde istemeyi ihmal etmeyelim.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.