Kategori: Ümit Otan
-
Hadi bana eyvallah
İnsanın midesi bulanıyor. İçi dışına çıkıyor. “Bu kadar da olmaz”, “Bu insanlar delirmiş olmalı”, “Ar damarı bu kadar mı çatlar” tümceleri bile artık yetersiz ve kifayetsiz kalıyor. Yazıya bu denli ihanet edildiği bir dönem yaşandı mı acep? Yazıya yazık oluyor… Birilerinin paçalarına sıkı sıkıya yapışmışlar… Kimi “konforu” seviyor. Kimi şiddetten nemalanıyor. Küfür yazıları artık “edebi…
-
Köşelerden nağmeler…
İşleri çok zor. Her Allah’ın günü yazacaksın. Bu durum yıllarca sürecek. İlle de o köşeler dolacak. Herkes kuyrukta o yazıları bekliyor, kolay değil. İster saçmalıklarla örülsün, ister kahkahalara vesile olsun. Ammaaa illa ki yazı olsun, torba dolsun… Yine hinliğim tuttu. Oyun oynar gibi bir gazeteyi, ardından bir yazarı “tıkladım.” Hürriyet, Akşam, Cumhuriyet, Sabah gazetelerine çıktı…
-
Aslan parçası bunlar…
Gözler yuvalarından fırlamış, boyun damarı ha patladı ha patlayacak. Sağ el havada daire çiziyor, sol el yardıma koşup masayı yumrukluyor. Yetmiyor, koltuk dar geliyor, ayağa kalkılıyor. Böylesi daha iyi. Şiddetin voltajı giderek yükseliyor. Önemli bir şey yok canım, telaşlanmayın. Arkadaş, bize fikirlerini anlatmaya çabalıyor. O hiçbir yerde bulamayacağımız, duyamayacağımız “Hint kumaşı”ndan daha değerli fikirlerini… Ne…
-
Cumhuriyet’i kimler yalnız bıraktı?
İlhan Selçuk, Cumhuriyet Gazetesi’nin yalnız bırakıldığından yakınmış. Doğru söze ne denir. Ama “faturayı” başkalarına, “birilerine” çıkarıp bir cümlecik bile özeleştiri yapma gereği duymazsanız, inandırıcı olamazsınız… Cumhuriyet Gazetesi’nin kuruluşunun 85. yıldönümü etkinliklerinde konuşan İmtiyaz Sahibi ve Başyazarı İlhan Selçuk, “Bugün Türkiye işgal altında değildir ama fikirlerimiz işgal altındadır ve Cumhuriyet Gazetesi şu anda yalnız” diyor. (9.5.2009)…
-
“Olmamış darbenin davası”
Yazarımız, “olmamış darbenin davası olur mu” diye sormuş. Epey “şatafatlı” bir soru. Böyle zamanlarda hinliğim tutar. Sayın yazara bir soru da benden: Peki, gerçekleşmiş bir darbenin davası olur mu? Öyle bir yazı ki, neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Gelin birlikte okuyalım: “…Peki darbe olmuş mu? Olmamış! Olmamış darbenin davası olur mu? İşte asıl sorun bu!” Sorun…
-
Başımıza nereden çıktın Oya Abla?
Utançlarımız, yüzsüzlüğümüz, riyakarlığımızla ne güzel geçinip gidiyorduk. Bencillik, yalancılık, dalkavukluk ezbere bildiklerimizdi. Sıkıştığımızda yalanların altına saklanır, o zayıf, yetersiz, yeteneksiz halimizi, saldırganlığımız, küfürlerimiz ve aşağılamalarımızla örterdik. Bunları naylon bir maskeye dönüşmüş, pörsümüş yüzümüze vuruyorsun da eline ne geçiyor Oya Abla? Hani o yarışma programında sıkça rastladığımız, sonra bir reklamda kahkahaları göğü delen genç “köşe…
-
Bu “iş”in moku çıktı…
Çağrılmışlar mı çağrılmamışlar mı? Ayağa kalkmışlar mı kalkmamışlar mı? Gazetecilik rajonu bu sorularla test ediliyor sanki. Oysa pejmürdelik paçalardan dökülüyor. Medyanın şu son dönem acıklı haline yakışacak bir tümce aradım durdum. Önce “bu işin suyu çıktı” dedim. Çok hafif kaldı. Ben de “düzeysizlik rüzgarına” kapıldım. Bu güzelim mesleğin gerçekten mokunun çıktığını bağırmak istedim. Sabah…
-
Etik mi tetik mi?
Fransız Gazetecileri Ulusal Sendikası, 1919 yılında- dikkat buyurun, tarihte bir yanlışlık yok- evet tam tamına 90 yıl önce, “Fransız Gazetecilerin Mesleki Görev Şartnamesi”ni kaleme alıyor. “Mesleki kimliğine layık bir gazetecinin taşıması gerekli özellikler” alt alta sıralanıyor. O şartnamenin birkaç maddesini okuyup, “basın özgürlüğüne çok ama çok düşkün” medyamızın “hallerine” baktığımızda, “işin” püf” noktası ortaya çıkıveriyor.…
-
Hangi basın özgürlüğü?
Herkes ayakta. Herkes “basın özgürlüğü” diyor, başka şey söylemiyor. Gerçekten çok mu istiyorsunuz? Sabah’ın kapısında bekleşen genç arkadaşları “görmekle” başlayın işe. Örgütlenmeye yoksunuz, insan gibi çalışmak, üretmek ve yaşamak isteyenlere körsünüz. Basın özgürlüğü, alacak verecek davalarıysa, şirket batırma çıkarma operasyonlarıysa, ihale rant kavgalarıysa, çalışanların en temel haklarına karşı vurdumduymazlıksa ben yokum arkadaş… Doğan grubuna gelen…
-
“Ağabeyinizi” üzmeyin…
Sakın ola, medya patronlarının “afili” ilişkilerine bulaşmayın. Ergenekon “işinde” fazla derinlere dalmayın. Aman ha…Gazeteci arkadaşlarınız greve çıkmış, varsın çıksınlar, iç sayfalarda küçük bir haber olarak verin, dostlar alışverişte görsün. Bir şarkıcı hanımın gözaltına alınması gibi “çok önemli” haberi, manşet yanına çekmek varken, “ufak tefek” işlerle uğraşmayın. Sizden çok rica ediyorum, “ağabeyinizi” üzmeyin… Celal Başlangıç’ın yıllar…
-
Utanın be…
Sabah-ATV grubunda tarihinde ilk kez sendikal örgütlenme başarılıyor. Sesiniz çıkmıyor. Grev kararı alınıp asılıyor, yine “tık” yok. Greve çıkılıyor. Sessizlik sürüyor. Her konuda mangalda kül bırakmayanlar; bu sessiz ve vurdumduymazlığınızın nedenlerini artık herkes biliyor. Bir de utanma duygusu diye bir şey var, unuttuğunuz. Utanın be… Görmezden geldiklerinizin çetelesini tutmak neredeyse olanaksız hale geldi. “Mıç mıç”…
-
Ben o akşam…
Ben O’nun taşlanmasına, hain ilan edilmesine, hapislere atılmasına, linç edilmesine alışkındım. Ona ödül veriyorlardı. Şaşkındım. O da şaşkındı. Herkes ayaktaydı, alkışlar durmuyordu. Ne yalan söyleyeyim, televizyonun karşısında göz yaşlarımı tutamadım… Siyah uzunca bir paltosu ve atkısı vardı. Atmışlı yıllardı. Her tümcenin arasında “emek” diyordu. Pek bir şey anlamıyorduk. Anlayanlar da vardı ve O’na taş yağdırıyorlardı.…