Kategori: Hasan Tahsin Kocabaş

  • Cevabını korkuyla bulamadığım soru!

    Çok erken kalktım, Pazar falan demeden… Balkona çıktım, hava muhteşem… Kumrular sohbet ediyor aralarında. Birkaç tane kart sesli karganın haykırışları olmasa, kumruların o tatlı sohbetleriyle kim bilir nerelere giderdim sabah sabah… Kemal Tahir’in “Kurt Kanunu” kitabını yeniden aldım elime. Bu kez farklı ama renkli kalemle çizerek okuyorum bir daha… Sanırım “köfteyi çaktım, darbecilerin Kemal Tahir’den…

  • Kahpece yaşadılar, kirlettiler ve gittiler…

    Yazıyı okumaya başlayınca kendi kendime “Allah Allah Orhan abi neyin peşinde, alacak başına katmerli bela” dedim önce. Yazının sonuna geldiğimdeyse başladım gülmeye “aşk olsun be abime” diye söylenmeye… Orhan Beşikçi’nin şu anda bu sitede yayında olan “İspat ediniz nasıl zengin oldunuz?” başlıklı yazısını okudunuz mu? Okumadıysanız, sonuna bakmadan, baştan başlayın okumaya… O yazı azgın işgalcilerin…

  • 80’lerden beri “aynı be ya”!

    TRT’de bir dizi var bugünlerde “80’ler” adıyla… İzlemeye çalışıyorum. Ama izleme nedenim dizinin mükemmel olması değil, beni alıp çocukluğuma götürmesi. Çevremde izleyenlerin neredeyse tamamında da aynı durum… 12 yaşımdaymışım 1980’de ben… 1980 yazında Padulano’ların çırağıydım Hisar Camisi sokağında… Sıhhi tesisat malzemeleri satan “Porselen Eşya” isimli bir dükkân… Mişel Amca pek gülmeyen bir ihtiyardı. Kızmaya bayılırdı.…

  • 3 + 1 = Biliyordum…

    Başlık şaşırttı mı sizi? Şaşırtmasın lütfen. “Üç” önceki üç yazı, artı “bir” ise şimdi zahmetinize teşekkürümle şimdi okuyacağınız. *** Telefondaki ses benim için önemli birine ait. Sıcak bir şekilde konuşuyor: “Neden yazıyorsun bunları? Ne istiyorsun onlardan anlamak mümkün değil. Bak yaşın ilerliyor ve istikrarlı yaşamıyorsun. Aileni de mi düşünmüyorsun? Çocuğunu da mı düşünmüyorsun? Yazıyorsun da…

  • Edep ya hû!

    İki yazı üst üste umduğumun üzerinde dikkat çekti. Üçüncü yazıya hazırlanırken önce İktisat Kongresi toplantısı oldu üzerine de Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu otopark temel atma töreninde dikkat çekici bir konuşma yaptı… Oldukça ilginç bir süreç yaşıyoruz. Yarınlarda “tarih” olur mu bilemem ama “bugünü” iyi okumakta, okurken de “sakin” olmakta büyük yarar var. Çünkü 2012 Şubat…

  • “Birileri” kazanırken kaybedilen yarınlar!

    Geçen yazı kafa karışıklığı kadar ne yazık ki “düşmanlarımı da” uyandırdı. Farkındayım… Farkında olarak yazdım zaten. Düşünülsün diye sorduklarımın “düşünüldüğüne” ve müstehzi tebessümlerin ardında paniğe yol açtığını da biliyorum. İzmir’in “sümen altı edilen tarihini” ortaya çıkarmaya ne gücüm ne de birikimin yeter. Kayıp tarihi bilenlerin de bunu ya korkuyla ya da başka nedenlerle saklamaya devam…

  • Ben “üçüncüsünü” seçtim!

    Çoğumuzun “mezara” götüreceği sırlar vardır değil mi? Her ne kadar “iki kişinin bildiği sır değildir” saçmalığı dolanıyorsa da ortalarda, ben öylesine bir “sır” taşıdım ki bugüne kadar… Sırrın yaşandığı yeri, sırrın kahramanlarını ve zamanını yazmayacağım. Yani ben sırrı taşımaya ve mezara götürmeye kararlıyım. Çünkü “kardeşliğime” söz vermiştim. Ama bu sırrın mesajlarını vermenin tam sırasıdır diye…

  • İzninizle öfkem geçsin!

    İzmir’e 21 yıl aradan sonra böylesine kar yağdı… Hayat durmadı ama şenlendi. Özellikle de çocuklar. Hani sanki Allah çocuklara tatil hediyesi verdi. Ama kar bazı sıkıntıları da getirdi beraberinde… Basmane yokuşundaki o kimsesiz ihtiyar acaba ne oldu diye düşündüm durdum… Sonra evinde yakacağı olmayanlar… Sonra tenceresinde kaynatacak yiyeceği olmayanlar… Ama bunlardan daha önemli bir konu…

  • İzmir’in neresine “yön” verdiler?

    Çocukluğum Kadriye Mahallesi ile Kireçlikaya’da geçti… İlkokula önce yokuş çıkarak Fatih Mehmet’te, sonra da yokuş inerek Topaltı’da okudum… Ortaokul ve liseyi de yokuş inerek bitirdim, Şehit Fethi Bey’e giderek… Kış günlerinde Kireçlikaya’dan Basmane’ye inerken yağmur yağmasın diye dua ederdim ama okul çıkışı da yağmurun yağması hoşuma giderdi… Basmane yokuşu çok soğuk günlerde buz tutardı çocukluğumda……

  • Ya tam okuyun ya da vazgeçin!

    “Giriş notu: Bu yazı hatasıyla, günahıyla, doğrusuyla yanlışıyla lakin sadece gazeteci olan bir delinin satırlarıdır!” Günlerdir düşünüyorum ne yazacağımı. Konu olmadığından değil, hangi konuyu ele alsam diye… Aziz Kocaoğlu’na “çete reisi” denmesini mi yoksa EXPO dalgasına tantanayla açıklanan logo tartışmalarını mı yoksa hala toplumsallaşamamış bir “devlet örgütü” gibi çalışan İZKA ve İZKA’cıları mı? Ama galiba…

  • Neyi, ne kadar yazmalıyım?

    Alem bir hoş olmuş memlekette… Ekranlarda bir kötü tiyatro, gazetelerde samimiyetsizlik, sahipsiz kalmış koca bir ulus, o ulusla ha babam oynayan küresel canavarlarla yerli işbirlikçileri… Geçen yazıda haftada iki kez yazayım diye söylenip, kafamda planlar yapmaya başlamıştım ki gündem yine değişti ve yine değişiyor… Siz bu yazıyı okuduğunuzda Allah bilir ya, konular belki de eskimiş…

  • Köşeli jetonlar, ya da…

    Haftalık olmuyor… Her gün de olmuyor… Ne yapmalıyım peki? Sanırım “Kent Yaşam” yazılarını haftada iki kez güncellemeliyim. Her gün ekranda iki saat boyunca söyleşen bir gazeteci olarak, iş kaleme dökmeğe gelince haftada bir gerçekten olmuyor… Aklımdan geçen Pazartesi ve Çarşamba güncellemeleri. Lakin Hüseyin kardeşime de sormalıyım ki, şu anda sanırım sordum. Gündem hem ulusal hem…