Kategori: Fergül Yücel

  • Rahat bırakın insanları

    Denize yakın, çok yakın. İzmir’in en uzun caddesi Mithatpaşa üzerinde, 99 Sokak başındaki apartmanın bodrum katı burası. Hakimiyet-i Milliye İlköğretim Okulu’nun cıvıl cıvıl çocuk sesleri kulaklarımda, iki basamak merdiveni iniyorum kaldırımdan aşağı. Heyecanlıyım. Uğraşısında ne zaman yarım asır devirmiş bir usta görsem hep böyle heyecandan kabarır yüreğim. Kapıda durmuş, okyanus mavisi gözlerinin içi gülümseyen, ak…

  • Farklı olmak “out”, sıradan olmak “in”

    Bir zamanlar “farklı olmak” çok moda bir slogandı reklamlarda. Yaygın televizyon programları, diziler, moda, gazete aktüel haber-magazin sayfaları, bilinçaltı iğfal şebekesi olan reklam sektörü aracılığı ile öyle bir ruh hali yerleştirildi topluma. Uzun çabalar sonucu amaca ulaşıldı, pompalamaya gerek bile kalmadı artık. Farklı olmak bir virüs gibi insanların davranışlarına, yaşama bakışlarına layıkıyla bulaştı, yapıştı kaldı.…

  • Helin

    Bizim evden, İzmir ülkesinden çok uzaklarda, Kuzey Kutbu’nda Baltık Denizi’nin kollarındaki bir ülkenin başşehrinde, Stockholm’de genç bir kadın öldü. Mesaisini bitirip işinden çıkmıştı Helin. Uzun süren kardan kıştan sonra, birdenbire geldi sanki bahar, havada çiçek kokuları, kuş cıvıltıları. Yürüyerek eve gitmek… Harika! Ama pervasızca yoldan çıkıp, hızla üzerine gelen bir motorsikletlinin baharı, yeşili, ağacı, kır…

  • Siz yanağınıza şiddetli bir tokat yediniz mi hiç?

    Bir buçuk saat boyunca, bir sağdan bir soldan birbiri ardınca suratıma inen tokatlarla allak bulak oldum. Ne yalan söyleyeyim, tiyatro diye tıpış tıpış ayaklarımla gittiğim yerde ringe çıkacağımı ve bir temiz dayak yiyerek, başım önde kafam allak bullak kapıdan çıkacağımı nerden bilebilirdim? Gösterim sonrası ringdeki boksör ile seyirciler arasında söyleşi vardı; öyle perişandım ki, hiç…

  • Beynimin odalarında gezinti – 2: Ses ve söz yokluğunda gözlerle anlaşma odası

    Ben de anlamadım birdenbire nasıl sarhoş olduğumu… Pek enteresan, efsane bir geceydi. Hüzünlü, sevinçli, sorgulayan, özür dileyen, suçlayan, sitemkar binbir duygu dolaşıyordu yemek masasının etrafındaki kişiler arasında. Ama bunların hiçbiri sözlerle ifade edilmiyordu. Gizliden gizliye, kaçamak bakışlarla, gözlerden gözlere aktarılıyordu bu duygular. Gözlerle yapılan konuşmalar ve çaktırmadan bakışmalardan göz kaçırayım derken duyguların, asıl muhatabı olandan…

  • Beynimin odalarında gezinti – 1: İnsanlık ölmedi daha odası

    Üstüme yapışmış, cıvık, kaygan, bulanık, denizanası gibi kabusa iyi gelir belki diye duşa girdim. Özellikle kafama epeyce su dökündükten sonra banyodan çıktım ama hala başımdaki ağırlık devam… Saçlarım diplerinden kafamın içine doğru uzayıp örümcek ağı gibi beynimi sarmış olabilir mi? Evet olabilir. Çünkü kafamın içi, beynim ağrıyor… Kelimenin tam anlamıyla… Hani denir ya, “İçim sıkılıyor,…

  • Minik ayakların cinsel cazibesi

    Bugüne gelmeden önce biraz geriden alıyorum. Sabır gösterirseniz önce Çin, sonra babaannem ve ben… Onikinci Yüzyıl Çin ülkesinde kadınların ayaklarının küçük kalması için yapılan bir uygulama varmış. Daha 3-6 yaşlarındayken kız çocuklarının ayakları bezlerle sıkıca bağlanırmış büyümemesi küçük kalması için. Acılar içinde yürümeye çalışan küçük kızların vajinasının da küçük kaldığı sanılıyormuş. Bu bağlama sonucu baş…

  • Lapa lapa yağan karın altında öpüşmek

    Lapa lapa yağan kara aldırmadan yürüyorum, ne yürümek ama. Bir masalın içindeyim sanki. Adım atmadan önce şemsiye ile yeri yoklayarak nerdeyse dizime gelecek kadar yığılmış kara bata çıka anılara yol alıyorum… Yaşlı bedenimin epeyce hatırı sayılır kilosuna kıyasla, onu taşıyan bacaklarımda ilk gençlik yıllarımdaki kadar derman da yok aslında. Yine de yağan kar misali tüy…

  • Bitpazarı alışveriş merkezinde bir gün

    Gerçekten neye ihtiyacımız var? İhtiyacımız olanın ne olduğu saptırılmış bir tüketim toplumunda yaşadığımızın farkında mıyız? Yaşam biçimlerimizden düşünme biçimlerimize kadar hayatımızın her zerresi beyin işgalcileri tarafından yönlendiriliyor. Kapitalist üretim şefleri “beyin iğfal şebekeleri” eliyle yürütüyorlar bu sinsi kampanyalarını. Toplumda saygın (!) bir kişilik sahibi olmamız için ne lazımsa onu tüketmemiz, o değerlere, o düşünce sistemine…

  • 1 “hiç”in isyanı (*)

    Dün gece ay ışığında 1 “hiç” olduğumun farkına vardım. Uyuşturulmuş bir toplumun uyuşmuş 1 vatandaşından herhangi biri olmaktansa… “Hiç”bir beklentiye veya umuda kapılmadan derhal isyan, sürekli isyan… Çünkü anlamsızlaşan, “hiç”leşen bu hayatı anlamlı kılacak isyandır… Özgürlük ateşiyle yanıp tutuşmaktır. Saatleri kırmakla işe başladım! Kalemleri KIRDIM, gemileri YAKTIM, köprüleri YIKTIM… “Hiç”bir yere gidiş yok, “hiç”bir şeyden…

  • İlan panosunun düşündürdükleri

    Biraz yoğun koşuşturmalar içinde yorgun düşmüş bir beden, biraz ağır memleket meselelerinden içi ezilmiş yürek, çokça da “n’oluyoruz, ne yapıyoruz?”dan ruhu daralmışlıkla, avare avare gezerken rastladığım bir sokak duvarındaki ilan panosunun (*) düşündürdükleri… Hayat bazen işte bu sokak duvarındaki ilan panosu gibidir. Durmadan birileri gelip kendi çağırısını, olayını, gündemini yapıştırır oraya. Kafeye, tiyatroya özendirir güzel…

  • Günaydın gece

    Günden güne kara haberlerle sarsılan acılı ülkemizi çok iyi tarif eden bir cümle bu. Çok kısa, özet. Bir Marco Bellocchio filminin adı: “Günaydın gece”, 2003 Venedik Film Festivali’nde Küçük Altın Aslan ve 2003 FIPRESCI ödülleri almış. İtalyan yakın tarihinde1978 yılı Roma’sında Kızıl Tugaylar’ın Hıristiyan Demokrat Aldo Moro’yu kaçırıp infazı ile ilgili politik bir film. Chiara…