Kategori: Duygu Özsuphandağ Yayman
-
Medyadan çok ses çıkıyor, duyuyor musunuz?
Kalemin düşüşü çok ses çıkarır. Çarpmanın etkisinden midir sesin yankısından mı; kalem parçalanınca söz kırılır, hikâyeler dökülür. Ki onlar, dünya var olduğundan bu yana parmağımızın rehberliğinde yazılanlardır. Toprağa, kuma çizdiklerimiz; mağara duvarlarına, kil tabletlere, taşa yonttuklarımız ile başlayan kadim bir düşünce, duygu ve bilgi tarihidir. Kalemin icadından çok önce birikmeye başlayanlardır. İnsan bu… Koldan bacaktan,…
-
Kirli balkon
Çamaşır yıkamış yine. Tek tek silkeledi, astı, balkondaki eski ipe. Bir bir dizdi hepsini, herkesi. Uzun sürdü biraz çünkü her birine uygun mandallar buldu. Hep böyle yapıyor; ne zaman, “Pissin sen!” deseler dökülüveriyor ortalığa, kirli sepetiyle. Sahiden temizlenmiş mi şimdi bunlar! Yüzü gibi buruşuk, dili gibi pütür pütürler. Girinti çıkıntılarında bir karanlığı saklıyorlar. Sandıktan çıkanları…
-
Rafine gıdaların tahtına sağlıkla oturacak
Kahraman bakkal, süpermarkete karşı ya da Don Kişot, yel değirmenleriyle savaşıyor… Tanımlardan tanım beğenin… Sonu, aynı yere çıkıyor nasıl olsa. Gıda Mühendisi Tuğba Bayburtluoğlundan söz ediyoruz. Pratik, her yerde bulunan, lezzet artırıcı maddeler içermesiyle bizi kandıran rafine gıdaların karşısına Makarna, Lütfen! markasıyla dikilen; bu denklemi sağlıklı hale getiren bir mühendis o. Annelik içgüdüsüyle geliştirdiği, yüzde…
-
İlkokuldan önce anaokulu var
Neden ilkokul diyorlar? Ondan daha önce anaokulu var dedi benim bıdık, geçenlerde. Çarşıda yürüyorduk. İlkokula giden ikizlerine forma alan arkadaşlarımla buluşmaya gidiyorduk. Dedim ki, Evet, oğlum; çok doğru bir soru sordun. Okumayı, yazmayı, matematik işlemlerini ilk öğrendiğimiz okul, ilkokul ya, ondan öyle diyorlar Okul hayatında iki yılı devirip üçüncü yılına girmiş, beş yaşındaki bir çocuk…
-
Yaratıcı yazarlığa pek çok kapıdan girilebilir…
Bazen, bazı yazılara başlarken, Söze nereden girsem, okuru konuya hangi kapıdan buyur etsem?” çelişkisi yaşadığım doğrudur. Yanlış anlaşılmaya! Sebep, sözü döndürüp dolaştırıp bir türlü söyleyememe sancısı değil. Söylenecek söz arayıp bulamama fakirliği hiç değil. Bilakis; üzerine derya deniz konuşulası bir meseleye girerken, onun söylenmemiş yanlarına dair borçlu hissetmek, benimkisi… Şair şiirini söylemiş, ben daha ne…
-
Buralar yakında ıssız kalacak
İlk ne zaman geçmişti aklımdan? Facianın, özverili muhabirlerce ilmek ilmek ortaya çıkarılan haberlerini an be an takip ederken mi? Sosyal medya Soma bombardımanına tutulurken mi? Birkaç arkadaş, içlerimiz darmadağın, elimizde avucumuzda bir tek, Ne gelir elimizden insan olmaktan başka (*) duygusu, yollara düştüğümüzde mi? Tam da Soma Mezarlığına geldiğimizde arabadan inmek isterken indiren yağmurun sesi…
-
Bizim dilimiz yok, duyuyor musun? *
Sokakta oyun oynarken aldılar beni. Oyuncak bebeğimden ayırdılar. Sekseğin çizgileri silinmemişti bile kaldırımdan. Hayatı tanımak için daha fazla oyuna ihtiyacım vardı. Okuldan aldılar beni. Hayat bilgisi benim için, iyi not almam gereken bir dersti sadece. Sınav kâğıdımı öğretmenime veremeden hayatın ta kendisi sınayacakmış bilgimi. Bunu okulda öğretmemişlerdi ki… Annemin koynundan aldılar beni. Kınalı kuzusuydum onun.…
-
Kendime notlar: Evet, umut var ama çok da heveslenme
Önceki akşam odasında, birbirinden bağımsızca yere döktüğü oyuncaklarının ortasında ikimiz, bir tren yoluyla, bir beton kararla, bir falanla filanla oynarken, – Anne, sen çok güzel kekler yapıyorsun, deyiverdi Çınar. Şok şok şok! – Öyleyse yaptığım kekten neden yemedin? Çikolatalı mı istiyorsun? (Bunu daha önce dile getirmişti, yani güdüleme amaçlı sorulmuş bir soru değildir.) – Evet,…
-
Yemek sorununa bir çentik…
Eveeet, efendim! Nerede kalmıştık? Yemek sorununda mı? Hem Evet hem Hayır. Hayır! Daha o soruna girmemiştik. Ama evet… Aslında ben hep o sorunun içindeydim; kendi kendime konuşurken de yazarken de birileriyle sohbetteyken de… Çınar neleri asla yemez, neleri sever… Severek yedikleri ne kadar da azdır! Sevdiklerini ne kadar da çok yer… Offf, bu çocuk yemek…
-
Zekanın anneyle bir ilgisi olmalı…
Konuşmayı, hemcinslerine göre epey erken öğrendi Çınar. 1.5 yaşını doldurmasına iki hafta kala, epey bir dili çözülmüştü. Bebekliğinden itibaren hep bir şeyler söyleme çabasındaydı zaten (ki söylüyordu da, ben anlıyordum en azından.) Yani zaten konuşmaya teşne bir çocuktu da 1.5 yaşını doldurmaya yaklaşırken epey ilerletmişti kelimeleri. O günlerde aldığım notlara bakınca, Söylediği kelimelerin çetelesini tutamıyorum…
-
Bazen ne diyeceğimizi bilemiyoruz!
– Baba nereye gitti? Benim sarı taksim yok ya, belki onu almaya gitmiştir… Geçenlerde bir akşam, lazımlığına oturmuş tuvaletini yapan oğlum, yüzünü ellerinin arasına almış, dirseklerini de dizine dayamış bana soru imli bu cümleyi kurdu, gözlerini meraklı meraklı açarak… Yüzümde hafif bir tebessüm. – Hımm… Belki de… Ama sanmıyorum… Gibi karmaşık, ne dediği belli olmayan,…
-
İzmirli blogger anneler, değişimin öncüsü
İnternet, üreten, düşünen, sorgulayan ve Daha iyi bir dünya mümkün! diyen annelerin dostu! 10-12 yıl kadar önce bu önermeyi dile getirsem ne kadar inandırıcı olurdu? O yıllarda kitlesi bu kadar genişlememiş, işlevi tam anlamıyla kavranamamıştı internetin… İletişim fakültesindeki derslerde bize, yüz yüze iletişimin en etkili yöntem olduğu anlatılmıştı. O nedenle haber kaynaklarından bilgi ve haber…