Kategori: Hasan Tahsin Kocabaş

  • 12 Eylül ruhlu 9 Eylül!

    1922… Eylül… Dokuzuncu gün… Ne gün ama… Asla zincirlenemeyecek bir millete zincir vurmaya kalkanların korkudan denize düştükleri gün! Kemal’in askerlerinin, insanüstü gayret ve tükenmez inançla, yoklukla yürüdükleri hedefe vardıkları gün, 9 Eylül! Hep merak ederim biliyor musunuz? Biz İstiklal Harbi’ni kazandığımızda o Wilson denen mezarında dönesicenin yüzü nasıldı? Ya da İngiliz Başbakanının? Nasıl da heveslenmişti…

  • Siz yoksa “kurtarıcı mısınız”?

    Daha önce de yazdım… Yine yazacağım, döne döne de söylemeye devam edeceğim. Bir kere daha en başında “bir iş” becerecek muhteremler “kurtarıcı” rolüne soyundu mu, aman dikkat! Zira memleketimizde Atatürk’ten sonra “kurtarma” adına gelenlerin “önce” neleri ve kimleri “kurtardıkları” biliniyor. Yazılmasa da biliniyor, söylenmese de biliniyor. Düşünün şimdi… Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde değil mi İzmir?…

  • Kurabiye canavarlarına rağmen “yenilenmek”!

    Bayram “bayram tadında” geçmedi ne yazık ki… Uluslararası tezgahların, okyanusötesi yönlendirmelerin etkisi yine bomba patlattı ve çocuklarımız ellerinde bayram şekerleri ile yürüdü Hak’ka… 30 yıldır akan kan, yiten binlerce can, devasa maliyet bir yana, hala ve aynı sözlerle uğurladığımız şehitlerin sonu gelmiyor. Utanması gereken kimse yoksa ben kendi adıma utanıyorum da, ne fayda? El âlemin…

  • Bayramlık olsun…

    Yazacak konu çok, ama hoş konular değil… Bayram da geldi… Şeker, baklava, bayram namazı falan diye de klasik yazmak istemiyorum… Hele “çocukluğumuzun bayramları” diye samimiyetsiz yorumlar da bana göre değil, zira madem çocukluğumuzun bayramlarını özlüyoruz neden bozanın da kendimiz olduğunu hatırlayıp özeleştiri yapmıyoruz? Neyse… Hüseyin kardeşim benim gibi “normal olmayan” bu yazarın “bayramlık” niyetini kabul…

  • Başkanlara dostlukla uyarılar…

    Ne başlık ama? Yerler mi? Yemezler… Şimdi yazacağız hemen kızıp köpürecekler… Karşıyaka Belediye Başkanı Cevat Durak geçenlerde sosyal medyaya köpürmüş… Demiş ki “yüzüme söylesinler, arkamdan konuşmasınlar”… İyi de ben nasıl yüzüne söyleyeceğim? Yüzünü mü görüyoruz? Hep aynı TV’da hep aynı gazetecilerle… Peşinden mi koşacağım eski dostumun? Biliyorum, kızıyor bana… Çevresinde de söylüyormuş. Ekranda onu çok…

  • Bir “monodemokrat’tan” yabancı olmayan nağmeler!

    Her şey konuşulsun… Herkes her konuda düşüncesini, özgürce, korkmadan söylesin yazsın… Kimse söylediği, savunduğu, yazdığından dolayı zarar görmesin, hapse atılmasın, işsiz kalmasın… “Barika-i hakikat” her daim “müsademe-i efkârdan” doğsun… (*) Anadolu’da Cumhuriyet kolay kurulmadı, öyle BM kararları sonucu da ilan edilmedi, ABD izniyle de yaşama geçmedi. Bizim Cumhuriyetimizin, bazı başka ülkelerden ayıran özellik temelinde kan…

  • Açık olalım, bir olalım, birlikte olalım!

    Pazar günü Yeni Asır’da bir haber gördüm. “Kemeraltı, için olağanüstü proje” başlığı ile yayınlanmış. Başarılı kardeşim Murat Şahin’in haberi. Haberi üç beş kez okudum, sosyal paylaşım ettim, tartışmalara girdim, çıktım… Sonra kendi kendime “yazayım ben de bir Kemeraltı” deyiverdim de huzurunuza geldim… Bu projeyi aylardır biliyorum aslında… Hatta salt bu işle ilgili Uğur Yüce ve…

  • 9 Eylül’ü destekliyorum…

    İzmir Gazeteciler Cemiyeti “gazete” yayımlamaya karar vermiş… Tıpkı bazı diğer kentlerde olduğu gibi İzmir’de de günlük bir gazete “9 Eylül” adıyla önümüzdeki günlerde yayın hayatına girecekmiş. Doğrudan bilgim olmadığından böyle yazıyorum. Ama Başkan Atilla Sertel’in yıllar önce yayınladığı “Söz” gazetesini düşününce de ortaya okunacak bir gazetenin geldiğini hissediyorum. Yayınlanınca göreceğiz… Lakin kulağıma öyle ilginç şeyler…

  • Kefenin cebi yok be kardeşim…

    İtalyan atasözüymüş o çok sevdiğim söz meğer… “Oyun bitince şah da piyonlar da aynı kutuya konur”. Müthiş değil mi? Düşününce tüyleri diken diken oluyor insanın… Aklından çıkardığı o “mutlak gerçekle” yüzleşiyor da ondan belki… Belki de Azrail’le yüz yüze gelince de öyle olacak Allah bilir… Bu konuya yazının finalinde döneceğim… Geçen hafta “olmaz ki bu…

  • Bu kadarı da olmaz ama…

    Yazıyı geciktirdim, zira gündem malum. Lakin özellikle Suriye meselesinde yazmak istemiyorum. İstanbul’un ulusal iddialı yerel televizyonlarına çıkıp duran “her konuda konuşulur” tabelalı tiplerin durumuna düşmek istemiyorum. İzmir gündemi beni daha çok ilgilendiriyor derken Çeşme Aya Yorgi tantanası patladı yine… Ardından devletimin koskoca Valisi yanına koskoca İl Emniyet Müdürünü de katarak “duruma el koydu”. Aslan yürekli…

  • Ben “onlardan” değilim, ama gazeteciyim!

    Baştan yazayım, okuyacaklarınızdan yola çıkıp yazı hakkında da yazan bendeniz hakkında da ne isterseniz düşünebilirsiniz. İstediğiniz yargıya varabilir hatta Türkiye’de sıkışan her kesimin kolayca uyguladığı “yargısız infaza da” girişebilirsiniz. Lakin zaman zaman bu köşeden de haykırmaya çalıştığım gibi artık çok sıkıldım ve inanın “kalemimi kırma” noktasına geldiğimi hissediyorum. Tek güvendiğim, beni olduğum gibi tanıyan sevgili…

  • İki yıl olmuş…

    Yaşarken de öldüğünde de böyle bir yazı yazmak aklımın ucundan geçmezdi. Çoğunlukla tartışırdık güzelce… Ama insan gibi, yüz yüze… Birbirimizin ardından konuştuğumuzda oldu. Ama iftira, hakaret, insanlık dışı söylem sahibi olmadık hiç… Kabul etmese de “gazete patronuydu”… Ona “medya patronu” diyordum, acayip kızıyordu. Tek derdi gazetesiydi… Daha çok okunsun ve özellikle de daha çok genç…