Kategori: Hasan Tahsin Kocabaş

  • Men dakka dukka!

    Geçen hafta düşüncelerini önemsediğim bir kardeşim, “Abi, bence CHP nasıl olsa İzmirliler oy veriyor diye, AK Parti de nasıl olsa oy vermez diye halka dönük çalışmıyor” dedi. Düşünüyorum da “doğru” galiba… Ama “çalışmamak” bağlamında değil “hani hedefle çalışmak” anlamında doğru. Ortada tartışılması gelen başka bir doğru var öncelikle. Bu doğruyu da her türlü ön yargı…

  • “İki kelimelik” bir gün değil bugün!

    Bugün 9 Eylül… Eylül ayının dokuzuncu günü… Sıradan görülebilir artık, farkındayım. Farkındayım, ama “zamana ayak uyduramıyorum” bugün de! Olsun varsın, bu zamandan memnun olup cebimi dolduracağıma, cebim boş coşkulu hatıralara sığınırım, daha mutlu olurum. Ben her 9 Eylül’de kan kussam da mutlu olurum, mutlaka… Yine mutluyum. Nal seslerini duyar gibiyim. Sonra tek tük silah sesleri,…

  • Kalpaklı Gazi, bayrak ve cambaza bak!

    30 Ağustos akşamı, elimde kumanda dolaşıp duruyorum TV başında. Kanalların neredeyse hepsinde saçma salak filmler, programlar. Eskiden hiç olmazsa TRT oynatırdı Rutkaz Aziz’li “Kurtuluş’u” falan. Nerede ki bulasın? Birden Prof. Kemal Arı hocama rastladım. EGE TV’de Mehmet Karabel’le konuşuyor. Heyecanı dorukta. 30 Ağustos’u anlatıyor, hepimizin anlayacağı gibi, yalansız abartısız. Merakla beklediğim yeni kitabı “Kara Gün’ü”…

  • Kusura bakmayın Sayın Vali!

    2002 yılı 8 Nisan’ından beri “Sabah Resimleri” yayınını yapıyorum. Aradaki “zorunlu” boşluklara, yayın yaptığım televizyonların yer yer karıştırılmasına rağmen, yayın üslubunun farkıyla galiba, beyinlerde yer ettik, yüreklerin duasını aldık hep çok şükür. Tabii eksik olmasınlar gerçekten tanıyarak veya daha çok da tanımadan, “modern zamanlar soytarılarının” etkisiyle “düşman” olanlar da çok değil maşallah. Kendi ikbalini bizim…

  • 14 yıl boşa mı geçti?

    Yine bir “17 Ağustos” yaşadık. Ülkümen Rodoplu’nun çabası da olmasa İzmir’de “deprem gerçeği bilinci” nerede diye sorabilirdik. Ben de gittim, Karşıyaka Belediyesi’nin simülatörüne çıkarıldım ve 14 yıl öncenin “sesi” ile “gürültüsünü” ve tabii ki o 7.4 sarsıntıyı sanal da olsa yaşadım… Evet ciddi olarak korkuyorum depremden… Depremle falan da yaşamak istemiyorum. Çünkü “depremle yaşamayı öğrenmek”…

  • Arife günü köy bile değildi İzmir!

    Ramazan Bayramı bitti. “Ergenekon” namıyla bilinen “malum davanın” sonuçlarının yarattığı karamsarlığa rağmen yaşamaya çalıştık bayramı. Şimdi sırada Kurban Bayramı var ömrü olanlara. Bakalım Kurban Bayramı öncesi ne yaşayacağız? Bayrama lafım yok benim, lafım İzmir’in merkezini arife günü sahipsiz bırakan devlete! “Devlet” dediğim de “atanmışı, seçilmişi” ile kamu yöneticilerinin alayı. Çünkü bu yaşıma geldim böylesine sıkıntılı…

  • Çocukları çocuklar mı öldürdü?

    Gerçek olan “gerçeklerden” o kadar bihaber yaşıyoruz ki, hatta yaşadıklarımızı, yaşadıktan sonra derhal unutuyor ve bize “karanlık ellerin” dayattığı kadar hatırlayıp “doğru” yaptığımızı sanıyoruz. Ne kadar “zavallı” ve acınacak bir durumdayız Allah bilir… 27 Ağustos 2012’de oynadığı parkta nereden geldiği belli olmayan bir kurşunla öldürüldü 6 yaşındaki dünyalar güzeli Umut… 2013’ün ilk dakikalarında ise çatıdan…

  • Yok galiba değişen bir şey?

    Yok galiba! Bir haftadır ne gazete, ne televizyon ne de internet… Tam bir izole yaşam yani. Ayrıntılarını kendime özgü yazacağım yazmasına ama bir noktayı derhal paylaşayım sizinle. Şu Yunanileri yanlış tanıdım galiba. Bu cümlenin bile bazılarınızın tansiyonunu yükselteceğini bildiğimden, sabırla köşemi takip etmelerini rica ediyorum. Az sabır… Bir haftanın ardından adaptasyonu bir başarayım, tek tek…

  • O “çuvallar” umurumuzda mı?

    Dikkat ediyorum da yıllardır her 4 Temmuz’da İzmir’de ESBAŞ’ta bir heyecandır yaşanıyor. Bu heyecana büyük bir “iştahla” İzmir’in “muhterem şahısları da” iştirak ediyor. “Heyecandan” bir gün sonra yine muhterem medyamız bu heyecanı ve heyecana iştirak eden “muhteremleri” “can can” sayfalarında dahi yansıtabilmek için adeta yarışıyor. Sorun mu var? Var da “kimin umurundaki”? Yazmak için bunca…

  • Şaka gibi “kabotaj”!

    Aslında “sabotaj” gibi “kabotaj” diyecektim ama içim elvermedi. Neyiz, kimiz, nereden geldik nereye gidiyoruz sorularına zaman zaman cevap veremez oluyorum. Bizi biz yapan değerlerin alayına ruhsuz yaklaşımlarımız çileden çıkarıyor beni. Hep “mış” gibi yapmanın soğukluğunu duyuyorum “önemli” günlerde… Hep “mış” gibi yaptığımız için de “elimden gittiğinde” ne yapsak yeterli olmuyor. 1 Temmuz 1926… Türk’ün kendi…

  • …Ve yeniden!

    Salı akşamından itibaren “yok” oldum sanki. Yüksek tansiyon, ateş derken tamamen düştük yatağa. Dünyada ne oldu, ülkemde, kentimde ne oldu bilmiyorum. Sanki Çarşamba, Perşembe, Cuma ve cumartesi yok yaşamımda. Hasta olduk anlayacağınız. Hem de ciddi ciddi… Yüksek ateşle neler sayıkladım, neler gördüm bilmiyorum. Kafamın içinden geçenler, çocukluğum, hayallerim mi bilmiyorum. Ama şimdi “iyiyim” çok şükür……

  • Bu “Yayla’da” esen başka bir “lodos”!

    İzmir’de “devlet var mı, gerçekten” ne işe yarar, devletin gözetmesi gereken önce vatandaşlar mı yoksa sermaye mi diye de sorular sormayacağım? Karaburun dağlarının yüksek kısımlarındaki 400 yıllık Yörük Köyü’nün kimsenin umurunda olmadığını Cumartesi günü ziyadesiyle gördüm. Turizm olarak sadece Çeşme’yi, faaliyet olarak da sadece EXPO’yu bilen İzmir’in kerameti kendinden menkul “kent önderlerine” neyi nasıl anlatacağız…