Salgın hastalıklar tarihin her döneminde görülmüş, insan kayıpları çok büyük sayılara ulaşmıştır. Kuduz aşısını bulan Fransız mikrobiyolog ve kimyager Louis Pasteur (1822-1895), tüberküloz basilini bulan, çağdaş bakteriyolojinin temellerini atan Robert Koch (1843 – 1910) dönemlerinden önce insanlar bulaşıcı hastalık etkenlerini bilmeseler bile korunma veya biyolojik savaşta kullanma yöntemlerini geliştirmişlerdi.
Virüsler ve biyolojik savaş
19. Yüzyıl’da İzmir’de salgın hastalıklar başlayınca Levantenler Bornova veya Buca’daki bağ evlerine çekilerek karantina uygularlar, bazı yiyecekleri bahçe kapısının yanında bulunan sirke küplerine daldırılarak sterilize ederlerdi. Ortaçağ’da biyolojik savaş aracı olarak vebadan ölenlerin cesetleri mancınıklarla karşı tarafa atılarak salgın hastalık oluşturulurdu.
The Economist’in 2020 kapağı bazılarınca “Korona virüsün yayılacağı önceden biliniyordu” şeklinde yorumlanmaktadır. Uzmanlar Korona virüsün özellikle 60 yaş üzeri kişilerde etkili olduğu söylemektedir. Sosyal medyada bu virüsün laboratuarda üretilen bir biyolojik saldırı olduğu, aşısının bile hazır olduğu, üretenlerin uygun gördüğü zaman kullanılacağı iddiaları vardır. Aşı hazırlamak uzun yılları alan bir süreçtir. Ama bazı ülkelerde gönüllülerde aşı denemeleri yapıldığı söylenmektedir. Tabloya bakınca hak vermemek elde değildir. Birçok Batılı ülkede 60 yaş üstü kişiler ve emekli maaşları topluma yük olarak görülmektedir. Virüsten etkilenen genç-yaşlı herkesin akciğerinde kalıcı doku hasarı olacağı söylenmektedir. Bu da ömür boyu ilaca mahkum büyük bir kitle demektir.
Ama biz salgınla yılmadan savaşacağız. Temizlik ve karantina alınacak ilk tedbirlerdir. Yüksek risk grubundaki kimselerin ihtiyaçlarını evlerinden çıkmadan gidermesinin yolları bulunmalı, sokağa çıkmamalıdırlar. Gençler de tüm tedbirleri alarak hareket etmelidirler. Çin bu kuralları katı bir biçimde uygulayıp, başarılı olmuş, İtalya gevşek davranarak büyük yara almıştır.
Salgında Belçika’daki Türkler
Salgınlar başlayınca sağlık çalışanları cephenin en önündeki yerlerini alırlar. Bu nedenle birinci derecede risk altındadırlar. İnsanlar kendilerini ne kadar çok korurlarsa daha az kişi hastalanacak, sağlık personeline daha az iş düşecek, daha az riske gireceklerdir. Bu durum kullanılacak tıbbi malzemenin de sarfiyatını azaltacaktır.
Yine 19. Yüzyıl’da İzmir’deki Levantenler’e dönecek olursak, temizlik ve karantina tedbirlerinin ne kadar önemli olduğunu görürüz. Tüm tedbirlere karşın Levantenler hastalanırlarsa, kendilerine ait hastanelerden faydalanırlardı. Fakir olan Müslümanlar ise hastalarla teması kesmeyip, ölülerinden kalan eşyaları kullanmaya devam ederlerdi. En çok ölüm Müslümanlar’da, onların ardından benzer davranışlar gösteren Rumlar’da olurken, Levantenler salgını çoğu zaman ölüm olmadan atlatırlardı.
Euronews’un 22 Mart 2020 günü yayınlanan haberinde Belçika’nın Genk şehrinin eski Belediye Başkan Yardımcısı Ali Çağlar, “Hastanede bulunan hastaların yaklaşık yüzde 50’si Türklerden oluşmaktadır. Ama bölgede Türkler nüfusun yüzde 10-20’sini oluşturuyor. Demek ki, bizim Türk insanımız alınan önlemlere yeteri kadar dikkat etmiyor. Bu önlemlere lütfen dikkat edin” diyor. Aradan yaklaşık 100 yıl geçmesine karşın Türkler için değişen bir şey yok gibidir. Burada önemli 3E kuralından bahsetmek gerekir. Elleri 20 saniye sabunla yıkamak, evden çıkmamak, ertelenebilecekleri salgın sonrasında yapmak. Ertelenebilecekler arasında planlı ameliyatlar ve muayeneler de olmalıdır. Bu durum sağlık çalışanlarının iş yükünü hafifleteceği gibi, tıbbi malzeme sarfiyatını da azaltacaktır.
Salgında solunum cihazı ihtiyacı
Bu virüs çok fazla kişiye bulaşabilir. Fakat yukarıda önerilen tedbirler en azından aynı anda hasta olmayı önleyip, sağlık personeline tedavi için zaman kazandıracaktır. Bu da daha çok hastanın tedavisinin başarılı olması demektir. İtalya, 3E kuralına dikkat etmeyince bir anda korkunç bir hasta akınıyla karşılaşmıştır. Doktorların solunum cihazına seçerek hasta bağlamaları çok acıdır. 3E kuralı uygulansaydı, süreç uzatılmış olacak solunum cihazı sayısı yeterli olacaktı.
Bu salgının ne kadar süreceği bilinmemektedir. Tüm dünyada üretim ve nakliye durmuştur. Mamul ve hammadde olanakları kısıtlanmıştır. İşte burada yerli üretimin önemi ortaya çıkmaktadır. 1990’lı yıllara kadar hastanelerin terzihaneleri vardı. Ameliyathanede ve yoğun bakımlarda kullanılan sargı bezleri, maskeler, kepler, giysiler veya servislerde kullanılan çarşaflara kadar her şey Sümerbank üretimi kumaşlardan, hastane terzihanesinde üretilirdi. Bizlere senede bir kez Sümerbank’ın ürettiği malları alabilmemiz için kuponlar verilirdi. Oradan yerli üretim ayakkabılar, giysiler alabilirdik.
Bugün ise Çin’de üretilen kağıt kumaşlar kullanılmaktadır. Bu kumaş Çin’den gelmezse üretim durur. Gelen kağıt kumaşın virüs temaslı olup olmadığı da bilinemez. Bu nedenle belki de bir süre için eski usullere dönmemiz gerekecektir. Belki de işbirliği yapılması, evinde dikiş makinası olanların bu malzemeleri üretmeye başlaması gerekecektir.
ABD’deki hastaneler bile çalışanlara günde bir maske verebileceğini söylemiştir. Çalışanın maskesi kirlenirse ne olacaktır? Bunun cevabı, basit bir maske yokluğu nedeniyle, “sağlık çalışanının ölümüyle sonuçlanabileceği”dir. Daha yakın zaman önce İtalya’da bir hekim televizyonlara çıkıp eldiven kalmadığını haykırmış, kısa bir süre sonra da virüs bulaşması sonucu ölmüştür. Yine İtalya’da genelde tıbbi malzeme yetersizliğine bağlı olarak hasta ve doktor ölümleri yüksek sayılara ulaşmış, 1.5 milyar nüfuslu Çin’i geçmiştir.
Her sağlık personelinin kaybının onlarca hastanın kaybıyla ödenecek fatura çıkaracağı unutulmamalıdır. Yığınla para verilse bile bugün hiçbir ülke solunum cihazı satmaz. Çünkü kendisine lazımdır. Bugünlerde yoğun bakımlarda kullanılan solunum cihazlarının yerli üretiminden bahsedilmektedir. Bu cihazları da sağlık personeli kullanacaktır. Sağlık personeli yetersiz veya bu konuda eğitimsiz olursa, başarı şansı düşer. Şimdiden bu cihazlar için eğitim verilmelidir. Birçok üniversite bir cihaza birden fazla hastayı bağlamak için yöntemler geliştirmeye çalışmaktadır. Belki bu da tedaviye yardımcı olacaktır.
Bugün aile hekiminizi telefonla arayın
Salgın dönemde ertelenebilecek tedaviler için sağlık kurumlarına başvurmak sağlık personelini daha yoğun çalışmaya iterken, tıbbi malzemelerin de daha hızlı sarfına yol açacaktır. Bu salgın sırasında tüm dünyadaki ve ülkemizdeki sağlık çalışanları gecelerini gündüzlerine katarak, yaşamlarını hiçe sayarak mücadele etmektedirler. Koruyucu hekimliğin ve sağlık çalışanlarının ihmal edilmesi, aşı ve tıbbi malzemenin eksikliği büyük sosyal ve ekonomik sorunlara neden olmaktadır. Bu pandemi maskeden, solunum cihazına ve aşıya kadar tüm tıbbi gereçlerin yerli üretiminin ne kadar stratejik ve hayati bir zorunluluk olduğunu göstermesi bakımından derslerle dolu bir süreçtir.
Sağlık çalışanlarına sahip çıkmak ve tıbbi malzemelerin yerli üretimi için her birimizin ve sivil toplum kuruluşlarının vakit geç olmadan yapabileceği çok şey vardır. Lütfen, aile hekiminizi “telefonla” arayıp, bu kez rahatsızlıklarınız için değil de “sizin ve çalışanlarınızın işlerini kolaylaştıracak ne yapabilirim” diye sorun. Belki evinizde bulunan, kullanılmayan bir şey veya bir paket kağıt peçete bile işe yarayabilir. Unutmayın, salgını sağlık çalışanları ve onların ellerindeki gereçler olmadan aşamayız.