Şehirleri tanımak için öncelikle pazarlarına gitmek gerekir. Dünya çapında bilinen birçok kent Bitpazarlarıyla da anılırlar. Yakın bir zaman önce Portekiz’in başkenti Lizbon’a gittiğimde, Santa Clara kilisesi yanındaki aynı ismi taşıyan kapalı pazarı gezdim. 7 Ekim 1877’de demir ve camdan yapılan, bu yapı sosyal etkinliklere ev sahipliği yapan, el sanatları ve antika eşyalar satılan bir yerdi. Çevresinde de geniş bir alanda Bitpazarı (Feira da Ladra) kuruluyordu. Yere atılmış tek bir çöp, izmarit olmaması dikkat çekiciydi. Yerli halk yanında, çok fazla turist de düzen içersindeki portatif tezgahlardaki malları inceleyip, pazarlık yapıyorlar, belediye memurları alış-verişe yardımcı olup, düzeni sağlıyorlardı. Tüm bunları gördükten sonra, İzmir’de yok olan Bitpazarını düşünmeden edemedim.
1960’lı yıllarda, Kocakapı Mahallesi’ndeki karşı komşumuz İsmail Amca bitpazarında esnaftı. Çevre il ve ilçelerden getirdiği eski elbiseleri, ayakkabıları, çeşitli ev eşyalarını, saatleri evinin bir bölümüne depolar, sonra da bunları işe yarar hale getirirdi. Satılacak elbiseleri eşiyle birlikte yıkarlar, dikiş makinasıyla veya elde tamir ederler, sobanın veya ocağın üzerine konan demir ütüyle kırışıklıklarını düzeltirler, tamir edilen ayakkabıları boyarlar, eski ev eşyalarını temizlerlerdi. İsmail Amca’nın kolları ve ceket cepleri eski saat veya takılarla dolu olurdu. Kahveye oturduğunda bile o saatleri ve takıları satmaya çalışırdı. Hafta sonları Tepecik pazarında veya Çankaya’daki bitpazarında tezgah açardı. Bunca çabasına karşın kıt kanaat geçinirdi. Bitpazarında en büyük sorun, çalıntı malların da alınıp satılmasıydı. İsmail Amca da çalıntı bir gazocağı satın aldığından, birkaç gün nezarette kalmıştı.
İsmail Amca mahallede “Eskürbacı”, “Esskiler alırım. Boş şişeler, eski gazeteler, eski elbiseler, eski ayakkabılar alırım” sesini duyunca, evinin kapısına hışımla çıkardı. Nasıl olur da eskürbacı onun mahallesinde dolaşırdı? Bizler eskürbacıyı Hacivat-Karagöz gölge oyunundaki sırtında çuvalıyla “Yahudi eskici” gibi görsek de, bizi ” O adam çocukları çuvalına koyup kaçırır” diye korkuturdu. “Eskürba”, “Eski urba” sözünün bozulmuş şekliydi. Eskürbacı, sırtında çuvalla dolaşır, özellikle eski elbise ve ayakkabıları mandal, naylon leğen gibi şeylerle değiştirerek, malı iyice ucuza getirmeye çalışırdı.
Ülkemizde 1970’li yıllara kadar kullanılabilecek eski giysilerin önemli bir pazarı vardı. Bu yıllarda Türkiye’de birçok şeyin yokluğu çekildiğinden, eşyaların da kullanılmış olması değil, işe yaraması önemliydi. Çocuklara, yeni elbise ve ayakkabı ancak bayramlarda alınırdı. Büyüklerin giysilerinin tersyüz edilmesiyle pantolon ve gömlekler dikilir veya var olanlar yamanırdı.
1984 yılında Şanlıurfa’da mecburi hizmet yaptığım dönemde devlet memurları ceketli, kravatlı olmak zorundaydı. Ben o yıllarda giysi alacak mağaza bulamazken, göreve daha önce başlamış meslektaşların Avrupa malı pantolon, ceket ve paltolar giydiklerini görünce şaşırmıştım. Bir süre sonra bunların “Mezat” denen ikinci el pazarından temin edildiğini öğrenmiştim. Burası Suriye’ye hibe edilmiş, ünlü markalı Fransız ve Alman giysilerinin satıldığı bir yerdi. Çevrede de bu giysileri onaran terziler vardı.
2000’li yıllarda kurduğumuz bir derneği eski, özgün eşyalarla döşemeyi düşünmüştük. Bir Pazar sabahı, o zamanlar Halkapınar’da kurulan toz toprak içersindeki bitpazarına gitmiş, pazarcılar yanında gevrekçiler, börekçiler, tavuk-pilavcılar, köfte-ekmekçiler, çaycılar, deve eti sucukçuları ve müşterilerle dolu bu yerden birçok şey satın almıştım. Bir süre sonra kendim için de alışverişe başlamış, pazara çok erken gitmem gerektiğini öğrenmiştim. Sabahın çok erken saatlerinde yerlerdeki tezgahlara eğilmiş, iyi giyimli, üst gelir gurubundan olan kişileri görünce yadırgamıştım. Antikacılar ve koleksiyoncular sergilenebilecek her mala en önce ulaşma çabası içersindeydiler. Yeni gelen malları görme telaşındaki bir bayanın Kıbrıs Şehitleri Caddesinde giyebileceği bir kıyafetle, ayağında topuklu ayakkabılarla, çamur dolu çukurlara bata çıka pazarı gezmesi halen gözümün önündedir. Sabah alış verişinden sonra meydan sadece düşük gelir gurubundan olanlara ve meraklılara kalırdı.
Bir süre sonra bazı satıcılarla tanışmıştım. Onlar benim ne istediğimi bildiklerinden bazı eşyaları bana ayırırlardı. Bitpazarında kağnıdan, bisiklete, gramofon ve taş plaktan, televizyon antenine, tek tavla pulundan, tabak-çanağa, Amerikan ve Rus askeri malzemelerine, elbise ve ayakkabıya kadar ne ararsanız, akla hiç gelmeyecek şeyler de bulunurdu. Bir kamçıya bakarken, satıcı “Malzemesi ne biliyor musun” diye sormuştu. “Deri” cevabım karşısında, koca bir kahkaha patlatmış, “Bilemedin” demiş, boğanın neresinden yapıldığını anlatmıştı.
Satın alınan malların eve sokulması ayrı bir sorundu. Ben “Dedemin eski evinden buldum” sözüne sarılmıştım. Kocakapı mahallesindeki evin bahçesinin bir köşesindeki depoda birçok eski eşya saklanırdı. Buraya girmek yasaktı. Anneannem burayı “Bitpazarı” olarak nitelendirirdi. Biz de burada bitler var sanır, uzak dururduk.
Bitpazarının tarihi
“Bitpazarı” terimi tüm dünya dillerinde aynı anlamı içermektedir. Bir zamanlar Osmanlı toprakları olan Selanik ve Üsküp’te de bu pazarların ismi halen Türkçe olarak söylenmektedir. İngilizce “Flea Market”, Fransızca “Marche aux puces”, İtalyanca “Mercatino”, İspanyolca “Pulgas”, Portekizce “Ladros”, İsveçce “Loppis”, İbranice “Şuk hapişperim”, Macarca, “Bolhapiac” da “Bitpazarı” anlamındadır. Buralar bitlerin işgalindeki eski eşyaların değiş-tokuş edildiği veya alınıp-satıldığı yerler olması nedeniyle bu ismi almışlardır.
“Today’s Flea Market Magazine” 1998 kış baskısında Albert LaFarge’nin yazdığı “Bir bitpazarı nedir?” isimli makaleyi yayınladı. Yazıda, “İngilizce Flea Market veya Fransızca Marche aux puces (Bitpazarı) terimi Paris’deki açık hava pazarında eski mobilyaların döşemesine yerleşen sinir bozucu, kanatsız kan emicilerle birlikte satışa çıkarılmasını anlatmaktadır” der.
“Flea Markets in Europe” kitabının girişinde Bernt Eberle ise “İmparator 3. Napolyon zamanında, Mimar Haussmann, Paris’in merkezinde askeri birliklerin rahatça ilerleyebileceği ev sıraları, geniş ve düz bulvarlar için planlar yaptı. Sokaklar ve gecekondular yıkıldı. 1860’da yerlerinden edilmiş satıcılar, Paris’in hemen kuzeyinde eşyalarını satmaya devam ettiler. Gecekondu mahallelerinden gelen sürgünlerin bir araya toplandığı bu yer “Marche aux Puces” adıyla anılıyordu” der. Fransa’da Paris’in kuzey sınırına yakın olan Marche aux Puces, Saint-Ouen’de 1860’da kurulan bitpazarında genelde çöplerden toplananlar yanında, ilginç eşyalar da bulunmakta ve çok ucuza satılmaktaydı. Bugün Marché aux Puces’de, St-Ouen’de 7 hektarlık bir alanda 3 binden fazla tezgah vardır. Haftalık ziyaretçi sayısı ortalama 180 bindir.
Dünyada bitpazarının önemi
Turizm şirketleri tur programlarına bitpazarlarını da almaktadır. Berlin’de “Mauerpark”, Bavyera’da “Theresienwiese”, Viyana’da “Naschmarkt”, Amsterdam’da “Noordermarkt”, Paris’te “Puces de Vanves” ve “Bastille Market” Moskova’da “Bloşinka”, Tayland’da “Artbox”, Amsterdam’da “Waterlooplein”, Seul’de “Dongdaemun”, Barselona’da, Madrid’te ve Buenos Aires’te “Mercado de pulgas”, Lizbon’da “Feira da Ladra”, Londra’da “Portobello Road”, Brüksel’de “Jeu de bale”, New York’ta “Brooklyn” bitpazarları ünlüdür. Bulgaristan’ın başkenti Sofya’daki bitpazarı Alexander Nevski Meydanı’nda, aynı isimli katedralin yanındır. Viyana gibi Avrupa şehirlerindeki bitpazarları aynen korunmakta ve yüzyıl kutlamaları yapılmaktadır.
Orhan Beşikçi’nin Ege Telgraf gazetesindeki 12 Ağustos 2013 tarihli “Bitpazarının adı mı değişti?” ve 25 Mart 2018 tarihli Milliyet gazetesindeki “Eski sokak adları unutulmasın” isimli yazılarında dikkat çektiği gibi İzmir’de bitpazarına yer bulunamazken veya levhası kaldırılıp, yok sayılırken, 12 Aralık 2017 tarihli Milliyet Gazetesinde “Angelina bitpazarında!” başlıklı yazıda, “Dünyaca ünlü oyuncu Angelina Jolie, hafta sonunu çocukları Shiloh, Knox ve Vivienne’le, Pasadena’da kurulan Rose Bowl Bit Pazarı’nda geçirdi” haberi işleniyordu. ABD’de 5 bin bitpazarı bulunması üniversitelerin de dikkatini çekiyor, 2013’de Alabama’nın en büyük üniversitesi Auburn’de “A Tale of Two Markets: The People and Culture of American Flea Markets” başlıklı tez ile Amerikan bitpazarlarının popülerliği ve geliştirilme yöntemleri bilimsel olarak araştırılıyordu.
Bitpazarı İzmir kent kültürünün bir parçasıdır İzmir M.Ö 133’den itibaren Roma ve sonrasında Bizans dönemlerini yaşamıştı. Roma İmparatorluğunda eski kıyafetleri yeni tekstil ürünlerine dönüştüren işçiler muhtemelen İzmir’de de vardı.
19. Yüzyıl başlarında Osmanlı Devleti tapu kayıtları ve vergilendirme için, yabancı şirketler ise yangın sigortası çalışmaları için ayrıntılı şehir planlarına ihtiyaç duymuşlardı. 1845’deki büyük İzmir yangını sonrası İtalyan Mühendis Luici Storari (1821-1896) 1852’de, Lamec Saad (1852-1931) 1876’da, İngiliz haritacı ve inşaat mühendisi Charles Edward Goad (1848 -1910) 1905’de ayrıntılı İzmir planları hazırlamışlar, bitpazarı bölgelerinin geniş yer kapladığını göstermişlerdir. İzmir Bitpazarı dünyadaki örnekleri arasında ilklerden biri olmalıdır.
Bitpazarı tüm dünyada turizme ve ticarete milyarlarca dolar katkı sağlamakta, ünlü oyuncularla reklamı yapılmakta, üniversitelere tez konusu olmakta, konuyla ilgili dergiler, kitaplar basılmaktadır. Tanınmış dünya kentlerinde Bitpazarından utanılmayıp, tarihlerinin bir parçası olarak sahip çıkılmakta, tarihi kent dokusu içersinde kolayca ulaşılabilecek semtlere yerleştirilmekte, tertemiz mekanlar oluşturulup, gururla gezdirilmekte, gelir sağlanmaktadır. İzmir’de ise “Bitpazarı” denince toz toprak içersinde, ıvır zıvır satılan, kentin dışına atılıp, kurtulmak gereken bir mekan akla gelmektedir. Kentin bir parçası olan “Bitpazarı” unutulmak üzeredir.
İzmir Bitpazarı yok olmasın
yazarı:
Etiketler:
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.