Herkesin hayatı farklı yorumlaması gibi, moda da onları yaratan markalar ve onları benimseyip giyen kişiler tarafından farklı yorumlanabilen bir olgu. Bu sayede, aynen insan ve topluluklarda olduğu gibi, kendi içinde kimlik, duruş ve stiller ortaya çıkıyor. Yani modayı “yaşam”ın kendi öz parçalarından biri olarak yorumlamaktan yanayım. Modayı hayattan gerçek bir parça olarak görüyorum. Bu şekilde yaşadığımız çağı da yorumlayabileceğimize inanıyorum. Bugün moda, evimizdeki yatak takımından, bornoza, kıyafetten, içtiğimiz kahve fincanına kadar, giydiğimiz elbiseden, kullandığımız arabalara kadar her noktada var. Yani bizimle beraber, bizim onu yorumladığımız, kurguladığımız ya da tanımladığımız kadar…

İzliyor olmalısınız, uzun zamandır moda ile sanat fena halde flört ediyor. Yurtdışında artık moda tasarımcıları önemli müzelerde çalışmalarını sergiliyor. Hatta şimdilerde bu tasarımlar sanat müzelerinin neredeyse gözbebeği oldu. Yves Saint Laurent’ın retrospektifi, Paris’teki Petit Palais’de sergilendi. İspanyol tasarımcı Cristobal Balenciaga’nın sergisi, Bilbao Güzel Sanatlar Müzesi’nde görücüye çıktı. Montreal Güzel Sanatlar Müzesi ise ‘The Fashion World of Jean Paul Gaultier: From the Street to the Stars’ (JPG’nin Moda Dünyası: Sokaktan Yıldızlara) adıyla Jean Paul Gaultier’nin ilk retrospektifine ev sahipliği yaptı. Artık moda dünyasının kimi yıldızları günümüzün büyük sanatçıları olarak kabul ediliyor.

Nike-Klimt, Yves Saint Laurent-Mondrian, Albert Kriemler-Monet gibi sanat ve modanın kesiştiği daha birçok örneğe aşinayız. Bunlardan biri 2014 yaz sezonunda Paris’teki Les Arts Decoratifs müzesinde ünlü Belçikalı modacı Dries Van Noten’ın müze koleksiyonundan esinlendiği kreasyonları içeren sergi oldu. Bu esinlenmeler; fotoğraflar, videolar, film fragmanları, müzikal referanslar, Fransız ve dünya sanatından eserlerle özel ve kamu koleksiyonlarındaki sanat eserleriydi. Defilelerinde sık sık sanat göndermeleri yapan modacı, örneğin 2009 yılının sonbahar-kış koleksiyonunu tamamıyla Francis Bacon’a ayırmıştı. 2015 yılındaki sergisi, ilham kaynağı olarak anılan Paris’teki Les Arts Décoratifs müzesiyle birlikte Antwerp’teki Moda Müzesi’nde gerçekleşti; sergiyi 95 bin ziyaretçi izledi. 2014’teki defilede yine Yves Klein’dan Damien Hirst’e ve Otomatik Portakal’a sanatın birçok farklı alanına gönderme yapmıştı.

Bu yönelişe bizde ilk örnek moda tasarımcısı ve sanatçı Hüseyin Çağlayan’ın İstanbul Modern’de sergi açması oldu. Ve bu Türkiye’de bir milat olarak sanat dünyamızda yerini aldı. İstanbul Modern gibi bugüne kadar ‘sanat’ın kalbi olan bir mekânda, moda tasarımcısı kimliğini de taşıyan Hüseyin Çağlayan’ın eserlerinin sergilenmesi sanat dünyasında farklı bir kapının açıldığını gösterdi. İngiltere’de iki kez “Yılın Tasarımcısı” seçilen Hüseyin Çağlayan’ın son 16 yılda ürettiği moda koleksiyonları, enstalasyonları ve filmlerini bir araya getiren sergi, İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatci Birlikleri’nin (İTKİB organizasyonu ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın katkılarıyla, İstanbul Fashion Week 2010, İstanbul Moda Akademisi (IMA) ve Design Museum işbirliğiyle gerçekleşti. Michelle Obama’nın 2009 İngiltere ziyareti sırasında giydiği kıyafeti ve son zamanların en popüler sanatçısı Lady Gaga’nın meşhur baloncuklu elbise de Hüseyin Çağlayan’ın tasarımıydı.
Serginin küratörü, Londra Tasarım Müzesi şef küratörü Donna Loveday, Çağlayan’ın defilelerinin birer performans işlevi gördüğünü; tarih, bilim, antropoloji gibi ilk bakışta modayla ilişkilendirilmeyen disiplinler arasında geçişler yaptığını, geçtiğimiz 16 yılda fikirlerini moda koleksiyonlarının yanı sıra müze sergilerine ve sanat enstalasyonlarına yansıttığını söylüyor.

Loveday’a göre onun yapıtları, günümüz için güzel ve giyilebilir olan giysiler ile geleceğe dair merak uyandırıcı vizyonunu birleştirmedeki benzersiz yeteneğini gözler önüne seriyor. Sergi sayesinde neyi, niye giyiyoruz diye düşünmeye odaklandı izleyenler.
Bu tek bir örnek olmadı. Bu sergiden sonra 2010 kültür başkenti ajansı tarafından desteklenme sırası Dice Kayek’e geldi. Ece ve Ayşe Ege kardeşlerin oluşturduğu Dice Kayek markasının tasarımları da İstanbul Modern’de sergilenmeye başlandı. Hal böyle olunca sanat ve moda arasındaki mesafe ortadan kalkmaya başladı. Öyle ki moda ürünleri sanatın yeni biçimleri olarak görülüyor. Birçok sahne sanatçısı moda tasarımcıları ile birlikte çalışıyor. Günümüzün defileleri de adeta bir tiyatro gösterisine dönüştü.

Moda dünyasının efsane isimlerinden Karl Lagerfeld, Şubat 2019’da 85 yaşında vefat etti. Yenilikçiliği, titizliği ve detaylara verdiği önem ile Chanel’i ayağa kaldıran Karl Lagerfeld’in hazırladığı koleksiyonları sergilemek için mekân olarak Paris Grand Palais müzesini kullandı. Bu defilelerdeki görsel şölen sanat eserinden farksız değildi. Podyumu bir tiyatro sahnesi gibi kullanan tasarımcı, koleksiyonun temasına bağlı kalarak kavramsal sanat açısından görkemli defilelere imza attı. 2017/18 sonbahar-kış defilesinin teması uzay çağı oldu. Koleksiyonu için fütürist bir paralel evren yarattı. Modayı ışık hızıyla uzay çağına taşırken geçmiş ve geleceği kusursuz bir harmaniyle birleştirdi.

“Şelaleler dünyadaki en sağlıklı şeydir” diyen Lagerfeld, Grand Palais’de düzenlediği bir başka şovda yapay bir şelale yaptırdı. Şeffaf şapkalar, çizmeler, çantalar, hatta eldivenler… Modeller, şelalenin altından ıslanmadan yürüyebilsin diye her şey düşünülmüştü. Bu defile de diğerleri gibi koleksiyona uyum sağlıyordu.
Bir başka ilgi çekici defile, orman konseptiyle hazırlanan, modellerin kumların üzerinde yürüdüğü defile oldu; izleyenleri büyülü bir yolculuğa çıkarttı. Modeller, Lagerfelde’in 2018/19 ilkbahar-yaz defilesini mevsime uygun olarak sahilde çıplak ayaklarla, ayakkabıları ellerinde sergilediler. Tahmin edersiniz ki, defile günlerce konuşuldu.

Hayal gücünün sınırlarını zorlayan Lagerfeld, 2018/19 sonbahar-kış koleksiyonunda ise gerçek meşe ağaçlarını kullanarak orman temasını seçti. Defilenin sergilendiği mekân Paris’teki Grand Palais Müzesi ormana çevrildi, mankenler podyum yerine kurumuş yapraklar üzerine yürüdü.
Bu akımı takip eden en iyi örneklerden biri de şarkıcı Lady Gaga. (asıl adı Stefani Joanne Angelina Germanotta) Tarzı, canlı performansları ve video klipleriyle müzik endüstrisine yaptığı gösterişli ve farklı katkılarıyla tanınıyor. Gerek sahnede, gerekse de katıldığı etkinliklerde giydiği çılgın kıyafetlerle adından söz ettiren şarkıcı Lady Gaga Haziran 2014 itibarıyla dünya genelinde 27 milyon albüm ve 125 milyon single satışıyla tüm zamanların en çok satan müzisyenlerinden biri oldu. Ödülleri arasında beş Grammy Ödülü ve on üç MTV Video Müzik Ödülü bulunuyor.

Giydiği ilginç kıyafetlerle her seferinde ilgi çekmeyi başaran Lady Gaga, 2010 MTV Video Müzik Ödülleri’nde çiğ etten bir elbise giydi ve yine aynı malzemeden yapılmış çizme, cüzdan ve şapka kullandı. Kısmen bu elbiseden dolayı Vogue, Gaga’yı 2010’un “En İyi Giyinen İnsanları” arasında gösterirken “Time” elbiseyi “2010’un Moda İfadesi” olarak adlandırdı. Ödül töreninde Gaga’nın et çantasını tutan Cher ise kostümü dâhice tasarlanmış bir sanat yapıtı olarak nitelendirdi. Lady Gaga bu kıyafetle vejateryan ya da değil kimseyi rencide etmediğini, tek amacının sistemin çok yakında hepimizi birer et parçası halline getireceğini herkese duyurmak istediğini açıklarken bir et parçası olmadığını ve asla olmayacağını söyledi.
Ancak farklı görüşler de vardı; dünya genelinde basının ilgisini çeken elbise hayvan hakları kuruluşu PETA’yı öfkelendirdi. 2012’de Gaga, Varşova’daki Ulusal Müze’nin 150. kuruluş yılı için hazırlanan “The Elevated: From the Pharaoh to Lady Gaga” adlı sergide yer aldı. Çiğ etten bir elbise içinde sunulan Gaga, Wprost Dergisi tarafından “kitle iletişim araçları aracılığıyla kullandığı güç ile yükselen bir çağdaşlık simgesi” olarak tanımlandı. Et elbise Washington DC’deki National Museum of Women in the Arts’ta sanatçının siyasi mesajının bir açıklamasıyla birlikte sergilendi…

Ekim 2018’de Los Angeles’ta gerçekleşen “Women in Hollywood” gecesinde Lady Gaga’nın konuşması ve giydiği over-oversize Marc Jacobs erkek takım elbisesi yine gündeme oturdu. Lady Gaga ultra maskülen tavrıyla verdiği mesajla kendi güçlü kadın imajını pekiştirdi. “Buraya gelmeden elbise üzerine elbise, korse üzerine korse, topuklu üzerine topuklu, pırlanta, tüy, işlemeli kumaşlar ve dünyanın en güzel ipeklerini denedim. Doğrusunu söylemek gerekirse, tüm bunlar midemi bulandırdı. Sonra kendime şu soruyu sordum: Hollywood’da kalın olmak ne demek? Biz dünyayı eğlendirmek için tutulmuş rastgele seçilmiş objeler değiliz. Biz, Hollywood’daki kadınlar, birer sesiz. Dünya hakkında derin düşüncelerimiz, fikirlerimiz, inançlarımız ve değerlerimiz var ve bunlar hakkında konuşma gücüne sahibiz, susturulduğumuz zamanlardaysa karşı koyabilme gücüne” sözlerinde samimiydi.

Sanat büyülenmedir ve sanatçıların büyü yapma hakları vardır. Günümüzde modanın geldiği nokta böyle olunca insan modacıların taşıdıkları riski, bizi etkilemelerinin nedeni üzerine düşünmeye başlıyor. Bence modacıların aldıkları risk yeni bir görme biçimi yaratmanın, yeni bir düşünce biçimi oluşturmanın riski. Çünkü modacı da sanat gibi bir önceki nesillerin alışkanlıklarını altüst etmeyi başarmaya çalışır. Yeni stilleri yalnızca güncel değil aynı zamanda daha önce benzerlerinin yapılmamış olmasındadır, yani modern oluşlarındandır. Bu yüzden moda deyince aklımıza gelen modernin kendisidir.
Related Images:
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.