Dünya mükemmel olmadığı için sanat var

Dünyanın yükü bazen olanca ağırlığıyla üzerimize çöküyor. Hastalıklar, dünyanın birçok noktasında görülen orman yangınları gibi felaketler, yolunda gitmeyen işler, hatta bazen rutin yürüyen işler… Yaz ayları boyunca Mardin, Çanakkale, Bursa, Balıkesir ve İzmir’de çok sayıda ve uzun süren yangınlar yaşandı. Birçok noktada çıkan ve günlerce süren orman yangınları, 2019 yazı boyunca dünya gündeminin üst sıralarında yer buldu. Bu gibi üzücü olaylar hepimizin üzerinde çeşitli baskılar oluşturuyor ve bizi incitiyor. Üzerimizde yük hissediyoruz, “ben ne yapabilirim, nasıl toplumuma faydalı olabilirim?” gibi sorular etrafında düşünüp duruyoruz. Yaşıyorsak, sorunlarımıza çözüm bulmak zorundayız.

Bugünlerde umutluyum. Umutlanıyorum, çünkü insanlar daha güzel, daha yaşanılası bir dünya için hemen hemen herkes savaşa, zulme karşı çıkıyor. Umutluyum hâlâ savaşsız, sömürüsüz, eşit ve özgür bir dünya için mücadele eden, bedel ödeyen aktivistler çoğalıyor, binlerce insanın hayatında fark yaratmaya devam ediyor. Amaçları milyonlarca insanın haklarını savunmak… hayvanlara yapılan işkence ve zulümlere, doğa katliamlarına son vermek… Toplumun sesini duyurmak için çalışıyorlar.

Biz sıradan dünya vatandaşları bizi temsil etmesini beklediğimiz ve değişimi yaratma gücüne sahip kişi ve kurumların bizi dinlemediğinden sıkça söz ederiz. Gerçekleşmesi en zor değişimler, sıradan insanların yaratmaya çalıştıkları değişimlerdir. Sizce bireysel başkaldırı mümkün mü? Artık insanlar bilinçlendi, artık otoriteye boyun eğmemeyi ve örgütlenmenin önemini anladılar. Çeşitli sosyal projeler gelişti.

Henry David Thoreau’dan, Hindistan’da Mahatma Gandhi’den, Amerika’da Martin Luther King ve Malcolm X’e kadar etkisini hissedileceğimiz isimler tarih sahnesinde yerlerini aldılar. Onların ifadesiyle vicdan, dolayısıyla insan onurunu ve öncelikle bireyin kendi koyduğu yasaları kendini yönetme hakkını ön planda tuttular. İnsanın duygu ve gereksinimleriyle tam anlamıyla uyum içinde olmasını önemsediler. Şiddet içermemesi, vicdani değerleri esas alması, “devletin değil insanın üstünlüğü” düşüncesi ile pasif eylem çağrıları başlattılar. Alışılagelmiş düşünceleri eleştirdiler. Muhafazakâr düşüncenin geçersiz kaldığı, sorgulayıcı ve toplumu yenilemeye çağıran eylemlerdi bunlar. Herhangi bir konuda toplumun mağduriyetini dile getirdiler. Aktif olmayan, durağan bir şekilde, sessizce eleştirilerini dile getirme amacını güttüler. Barışçıldılar. İşte bunlardan bazıları:

28 Temmuz 1917’de St. Louis’de iki yüzü aşkın siyahinin öldürülmesinin ardından Harlem’de toplanan 8 bin kişi kadınların beyaz, erkeklerin siyah kıyafetler giydiği bir yürüyüş gerçekleştirdi.

Dünyaya pasif direnişi sevdiren, ülkesini değiştirmek için ömrünü adayan Mahatma Gandhi’yi kim unutabilir? Mart 1930’da tuz vergisine karşı başlattığı yürüyüş 12 Mart’tan 6 Nisan’a kadar sürdü. 400 kilometre yolun kat edildiği bu yürüyüşe binlerce Hintli Gandi’ye eşlik etti.

Bir başka protesto: 1955’te Martin Luther King, Rosa Parks ve Malcolm X’in öncülüğünde gerçekleştirilen “Montgomery boykotu” oldu, çok ses getirdi. ABD’nin Alabama eyaletinde otobüslere zencilerle beyazların ayrı kapılardan girmesi ve ayrı yerlere oturmasını zorunlu kılan “Jim Crow” yasasına karşı başlatıldı. Rosa Parks’ın hapse girmesinden sonra zenciler her yere yürüyerek gittiler. Sonuç: Müşterilerinin dörtte üçünü kaybeden firma tam bir yıl sonra pes etmek zorunda kaldı.

Yıl 1968. Meksika Olimpiyatları’nda madalya töreninde ABD’de yaşanan ırkçılığa karşı protesto gerçekleştirildi. Nisan 1968’de zenci haklarının savunucuları Martin Luther King ve ondan üç yıl önce de Malcolm X öldürülen liderlerin katledilmelerini protesto için gerçekleştirildi. Protestoyu gerçekleştiren atletler önce olimpiyatlardan kovuldu, işsiz kaldı, ölüm tehditleri aldı. Bu üç atlet 30 yıl aradan sonra Ekim 1998’de onur odülü aldılar.

Yıl 20 Mart 1969. John Lennon ve Yoko Ono evlilikleri ile kamuoyunda geniş yankı yapmıştı. Bu ilgiden yararlanmayı düşünen çift savaşları protesto etmek için “bed-ins for peace” adı ile basına yatak odalarını açmışlardı.

Yıl 1976. Nükleere karşı Takoma Park’ta yapılan yürüyüş. “Tank adam” ya da “meçhul adam” adıyla anılan ve pasif direnişin en güzel örneklerinden birini simgeleyen fotoğraf, zaman içerisinde dünyada en çok konuşulan fotoğraflardan biri oldu. Time Dergisi, bu kareyi “En ilham verici 100 fotoğraf” listesine alırken kimliği hâlâ bilinmeyen “Meçhul Asi” 1998 yılında “Yüzyılın en önemli 100 insanı” listesinde yerini aldı. Jeff Wildener’in kamerasından Pekin’de çekilen bu fotoğraf karesi haksız rejimlerin karşısında tek bir insanın nasıl büyüyebileceğini gösteren, insanlara güç veren en önemli karelerden biri oldu.

Yıl 1977. Almanya’da atom silahlarının yerleştirilmesine karşı protesto amacıyla metro istasyonlarındaki imdat frenlerinin aynı anda çekilmesi.

5 Haziran 1989. Pekin’deki Tiananmen Meydanı’nda Çin yapımı Type 59 tankları önünde tek başına durarak tankların geçişini engellemeye çalışması sırasında fotoğrafı ve videosu ile dünya basınında hafızalara kazındı.

18 Haziran 2013. Gezi olayları ve Erdem Gündüz’ün “Duran Adam” eylemi. Gezi Parkı eylemlerinin başladığı yerde eylemlerden 18 gün önce kimseye henüz hiç bir şey olmamışken, birileri ölmemiş, birileri yaralanmamışken, henüz Berkin vurulmamış ve Ali İsmail Korkmaz linç edilmemişken. Taksim Meydanı en sakin günlerinden birini yaşıyordu. Ta ki gece olup, meydan boşalıp “Duran Adam” ın tek başına yaptığı “durma eylemi” daha gözle görünür hale gelene kadar.

“Duran Adam”, Erdem Gündüz konuşmuyordu. Sadece sessizce duruyordu. Yüzü AKM’ye bakıyordu. Sadece durarak eylem yapmak… Böyle dururlarsa gaz da atamazlardı, gözaltına da alamazlardı…Onun ” Duran Adam” duruşu medyaya karşı bir tepkiydi. Dört kişi ölmüştü ve medya bunu görmemişti. Çevik kuvvet müdahaleye hazırlanıyordu. İnsanlar zarar görmesin diye eylemini bitirdi. Bu eylem Türkiye’nin ve İstanbul’un farklı yerlerinde gerçekleştirildiğine dair sosyal medyada paylaşımlar yayıldı. Eylem bir günü tamamlayamadı ancak mesaj geniş bir kitleye ulaştı.

Size birçok pasif direniş hareketinden söz ettim. Pasif direnişte dimdik, cesurca yürünür. Hiçbir baskıya karşı gelmeden. Gandi ve King hiçbir gösteride hiçbir zaman polise karşı çatışmadılar. Gandi sessizce yürüyerek iki yüzyıllık İngiliz sömürgeciliğinden Hindistan’ı kurtardı. Tek kurşun sıkmadan, tek taş atmadan, tek bir yeri yakıp yıkmadan. Sessizce, her vicdansız insanın içindeki en unutulmuş şefkat duygusunu uyandırarak…

Albert Camus, yapmış olduğu bir konuşmada, sanatın önemine değinir. Camus, sanatın toplumla olan ilgisine dikkati çeker. Ona göre sanatın amacı, anlamaktır. Sanatçı, çağını ve çağının gerçeğini anlamaya çaba göstermelidir. Dolayısıyla sanatçının çağının gerçeğinden kaçması mümkün değildir. Gerçeği yakalamak isteyen sanatçı, kendi bireyselliği içinde kalmamalı, kendi bireysel evreniyle insanlık evreni arasında bağlantılar kurmalı ve kendini ifade ederken evrenseli de ifade etmelidir.

Kazdağları’nda Kanadalı Alamos Gold şirketinin sürdürdüğü madencilik faaliyetlerine karşı başlatılan çevre mücadelesi sürüyor. Eylemciler, bölgedeki maden faaliyetlerinin durması talebiyle Kirazlı’da günlerdir nöbet tuttu. Dünyaca ünlü piyanistimiz,  Fazıl Say, yöredeki katliama dikkat çekmek amacıyla, Kirazlı’da üç haftadır süren nöbet alanında konser verdi. Kaz Dağları’nda Kirazlı Balaban yöresinde 26 Temmuz 2019’da başlatılan “Su ve Vicdan Nöbeti”nin 24. gününde. Atikhisar Havzası’nda madene yakın bir bölgede yapılan konserde Fazıl Say, Kaz Dağları için bestelediği parçayı ilk kez seslendirdi.

Fazıl Say Kazdağları Marşı’nın prömiyerini 50 yaşında bir çam ağacının altında çaldı. Türkiye’nin dört köşesinden gelen aktivistler, çevreciler, sabahın erken saatlerinden akmaya başladılar Kirazlı’ya… Kimi araçlarıyla, kimi otobüslerle, kimi bisikletiyle, kimi de koşarak gelmişti. Mesela Baran… Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler öğrencisi. Görme engelli Baran Bandırma’dan üç günde gelmiş bisikletiyle. “Yeryüzüne Özgürlük” grubuyla gönüllü olarak koşan Rıza Martaş ise aslında bir iş adamı… “Adım Adım” platformunda daha önce Van’dan İzmir’e koşan Rıza, o gün de İzmir’den Kaz Dağlarına koşarak gelmiş. Her gün 10 kilometre koşan Rıza, beş günde tamamlamış bu yolu. Konsere katılan iki genç kız ise “İşsiz Mimarlar” inisiyatifinden. 2017 yılında mezun olmuşlar. Hâlâ iş arıyorlar. Çevre için çalışmaya devam ediyorlar… Bir de son yıllarda tüm toplumsal direnişlerde sürekli gördüğümüz, hiç değişmeyen bir tablo vardı: kadınlar. Kadınlarımız, yine tüm varlıkları ile ön plandaydılar. İzmir’den, Bursa’dan, Ankara’dan, Çanakkale’den her yaştan kadın aynı gaye için omuz omuzaydı.

Fazıl Say konser öncesi gazetecilerin sorularını şöyle yanıtladı: “Kaz Dağlarının ormanlarının yok edilişi görüntüleri, hepimizi şoke etti. Ben de bu uyanışa, bu sese, müziğimle ses vermem istedim. Bu konserin amacı doğaya dostluk iletmek… ve beraber yaşadığımız bu gezegende yaşamdan yana olmak. Sanat iyiden yana, güzeli yaratan bir uğraş. Tarkovski diyor ki, “Dünya mükemmel olmadığı için sanat var. Bundan kasıt; insanların mükemmel olmadıkları… Dolayısı ile sanat her zaman iyiden yana olmak zorunda. Ben de aynı nedenle buradayım…”

Bir saat süren konseri tüm alana yayılmış 25 bin kişi izledi. Katılımcıların da ısrarıyla “Su ve Vicdan Nöbeti”ni herkes yerde, yan yana dinledi konseri. Say, konser sonrası yaptığı konuşmada, “Bugün Türk halkıyla onur duydum. Bu gezegende insanlar olarak gelecek için bir şeyler bırakmak istiyorsak korumak zorundayız. Yaşatmaktan, yaşamaktan yana olmalıyız. Müzik de zaten bunu anlatıyor diye düşünüyorum” sözleriyle konserine son verdi.

Sanat, genel olarak sanatçının iç dünyasını ifade etmeye yarayan önemli bir araç. Fazıl Say bir sanatçı olarak yaşadığı toplumdan beslenir ve eserlerinde, mutlak surette yaşadığı toplumun izleri vardır. Dolayısıyla onun besteleri aynı zamanda Türk toplumunun da izlerini taşır. Bu bakımdan Fazıl Say, onun müzik eserleri ve Türk toplumu üçlüsü arasında mükemmel bir ilişki vardır.

Fazıl Say sanatçı olarak dünyaya bir şey anlatmaya çalıştı. Bu tavrıyla dünyayı reddetmekte ve onu değiştirmek istemekteydi. Ülkesinde ters giden bir şeyler vardı, mücadele etmeliydi. Dünyaya anlatacak kadar değerli bir doğa zenginliği ve ormanları vardı; bir şeyler anlatırken, dünyaya sesini duyurmak, örtülen perdeleri kaldırmak ve dünyaya karşı bir tavır almak durumundaydı. Sanatı ile insana dair değerlerin tümüne sahip çıktı. Biliyordu ki, sanat insana dolaylı ya da doğrudan dokunur, sarsar. Çünkü sanat toplumu dönüştürmeyi amaçlar. Çünkü sanat yeni bir yaşam beklentisi yaratır. Çünkü sanat gerçeği bir başka gözle görmemizi sağlar. Çünkü sanat, sevgi, barış, aşk, dostluk, sempati, empati gibi soylu ve yüce duygular taşır. Çünkü sanat bize öteden gelen ve doğada olup bitenleri anlatan bir mesajdır.

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın