Baharda yayla keyfi

Övgüyle söz edildiği için birkaç yıl önce merak edip, bir hafta sonu, arkadaşlarımla birlikte Denizli’nin Bağbaşı Yaylası’nda konaklamıştık. Kış mevsimine rastladığı için kar diz boyundaydı, hava oldukça soğuktu. Odun sobasını sabaha kadar yakmıştık, yanımızda getirdiğimiz kırmızı şarabı soğuk havanın da etkisiyle olsa gerek, kısa sürede tüketmiştik. Kış mevsiminde Bağbaşı Yaylası’nın farklı bir güzelliği vardı. Uçsuz bucaksız uzanan çam ormanı bembeyaz bir örtüyle kaplanmıştı sanki.

İki yıl önce kış mevsiminde gitmiştik

Aradan iki yıl geçmiş, bana çok yakın bir zamanda gitmişiz gibi geldi, ama 2016 yılının Aralık ayında konaklamışız. İlkbahar mevsiminde de keyifli olacağı düşüncesiyle Nisan ayının son haftasında iki kişilik yer ayırttım. Ayşe ile birlikte akşamdan sırt çantalarımızı hazırladık, soğuk olur düşüncesiyle yanımıza kalın giysiler, hatta botlarımızı bile aldık, sabah saat sekiz gibi yola koyulduk. Ankara yolundan gitmeyi tercih ettik, Bornova üzerinden Turgutlu, Salihli, Alaşehir, Buldan’ın kıyısından geçtik ve Sarıgöl’de çay molası, oradan Denizli merkeze ulaştık.

Aynı mağazada iki ayrı uygulama

Alışveriş yapmak için Carrefour mağazasına girdim ve ilk şoku burada yaşadım. Bira dolaplarını sorduğumda reyondaki görevli arkadaş, “Bu mağazada alkol satışı yok, birkaç yüz metre ileride bir mağazamız daha var, oradan alabilirsiniz” dedi. Nedenini sorduğumda ise, “Mağazayı kiraya veren işyeri sahibi sözleşmeye böyle bir not düşmüş abi” dedi.

Fransız/Sabancı ortaklığında kurulan uluslararası bir şirketin mağazasında alkol satışı yasak. Birkaç yüz metre ileride yine bir Carrefour mağazası, raflar tepeleme şarap, rakı, votka, cin ve bira vs. her türlü lüks alkollü içecek. Dört tane kutu bira satın aldım, ödemeyi yaparken bu kez kasiyer kıza sordum, “Sizden bir önceki mağazada neden alkol satışı yapılmıyor?” diye. Aldığım yanıt oldukça ilginçti, “Orada okul var, öğrenciler alkol satın almasınlar diye!”…

Bira kutuları X-Ray cihazına takıldı

Karışık duygularla Bağbaşı Yaylası’na ulaşmak için teleferik yoluna saptık, yavaş yavaş tırmanmaya başladık bile. Tesislerin özel otoparkına otomobilimizi bıraktık, eşyalarımızı yüklendik, girişe geldiğimizde yanımızda ne varsa X-Ray cihazına bıraktık. Güvenlik görevlisi, çantada metal kutular olduğunu ve açmamız gerektiğini söylediğinde ben gayet doğal bir şekilde, “Dört tane bira var” dedim. Görevli, “Bira yasak, kutuları arabanıza bırakıp tekrar giriş yapar mısınız?” dedi. 1700 metrede, zirvede, iki gün boyunca içip keyif yapacağımız biraları tıpış tıpış gidip arabanın bagajına yerleştirdim ve ikinci şoku burada yaşamış oldum.

1700 metrede doğa keyfi

Ağzımızın tadının bozulmaması için tüm bunlara göz yummak zorunda kaldık, iki kişilik teleferik biletine 12 lira ödedik ve 1400 metreye tırmanmaya başladık. Kış mevsiminde ayrı bir görsellik, bahar mevsiminde ise daha farklı bir güzellik var. Kar her yeri kaplamadığı için, bu kez yeşil bir örtü sarmış dört bir yanı. Teleferikten indikten sonra bizi zirveye ulaştıracak minibüslere binmeden önce seyir kafede yorgunluk çaylarımızı yudumladık. Minibüsler beş dakikalık bir yolculuktan sonra bizi konaklayacağımız 1700 metredeki Bağbaşı Yaylası’na ulaştırdı.??Tesislerde çalışanlar bizi güler yüzleriyle karşıladılar, bilgilendirdiler, yerleşmemize yardımcı oldular. İki kişilik kahvaltı, akşam yemeği ve konaklama karşılığı 200 lirayı ödedikten sonra, yemyeşil ormana bakan 12 numaralı ahşap evimize yerleştik. Servi, ardıç ve karaçam ağaçlarıyla kaplı ormanın derinliklerinde yürüdük, bol bol oksijen aldık, kentte yaşadığımız ve üzerimize çöken yorgunluk bir anda sırtımızdan sıyrıldı gitti sanki. Akşam saatlerinde hava soğumaya başladığında, odun sobamızı tutuşturduk, sıcak hava odanın içine yayılmaya başladığında, elektrikleri kapattık, sobanın camlı bölümünden yayılan odun ateşinin ışığı altında kendimizi yatağa atıp derin bir uyku çektik.

Ayşe doyasıya kır çiçeği topladı

Sabah beklediğimizin aksine ılık bir havada uyandık, yine de gölge yerler üşütmeye devam ediyordu. Sabah kahvaltımızı keyifli bir ortamda yaptıktan sonra, bir gün önce programladığımız bölgelere yürüyüş yaptık, çimlere bastık, ciğerlerimizi çam kokusuyla doldurduk. Ayşe doyasıya kır çiçekleri toplamanın keyfini yaşadı. Bulunduğumuz alan yemyeşil, yürüyüş yaptığımız zirvenin karşısında dağlar ise karlar ile kaplıydı. Tesislerin maskotu Kadife isimli eşek yine sevimli bir şekilde ortalıkta dolaşıyor, konuklardan yiyecek koparmaya çalışıyordu.

Dönüş rotamızı renklendirdik

Ortam o kadar keyifliydi ki, zamanın nasıl geçtiğini anlamadık, odamızı boşaltmamız gereken saat olan on ikide çıkış yaptıktan sonra bu kez minibüse binmek yerine orman yolundan yürüyerek teleferik tesislerine ulaşmayı tercih ettik. İyi ki de öyle yapmışız, sağlı sollu çam ağaçlarıyla çevrili yolda ve sessiz bir ortamda yürüdük, dağdan akan buz gibi sulardan kana kana içtik. Biz inişe geçerken, günübirlikçi konuklar teleferik tesislerinin önünde uzun kuyruklar oluşturmuşlardı bile. Dönüşümüzü renklendirdik, farklı bir rota izleyerek Aydın yolunu tercih ettik. Kuyucak, Nazilli, Sultanhisar’da çilek ziyafeti, köylere girip çıkmalar, köy kahvelerinde yorgunluk çayları, Aydın’da sıcak çorba, akşam saatlerinde İzmir ve keyifli bir yorgunluk.




Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın