On yıl önce deneyimlediğim bir geziyi size anlatmak istiyorum. Bu gün bile zevkle ve sevinçle anımsadığım ve çok şey öğrendiğim bu geziyi unutamadım Bu deneyim benim usumda yıllarca mayalandı. Huzurlarınıza bir yazı olarak geldi.
2009 yılının Mart ayının lodoslu ve yağışlı bir gününde Milas-Beçinkale gezisi için yollara düştük. Danışmanımız Arkeolog Şükrü Tül (Kendisini dört yıl önce sonsuzluğa uğurladık. Anısı önünde saygıyla eğiliyorum) ile gerçekleştireceğim ilk geziydi. Gezi ilerledikçe daha birçok ilkle karşılaşacaktım.

Sohbet sırasında danışmanımız Şükrü Bey’in anneannesinin Milaslı olduğunu öğrendik. Mezarı Milas’ta bulunuyormuş. Şükrü Bey yaz dinlencelerinde ailesi ile Milas’a gelir ve günlerini ilçedeki bütün tarihi ve arkeoloji eserlerinin çevresinde geçirirmiş. Ta o zamandan belliymiş arkeolojiye olan ilgisi. Daha sonra Nina Hanım da anneannesinin Milaslı olduğunu söyleyince bu gün “Anneannelerin izinde Milas günü” imlemesi usumda yer etti. Böyle güzel rastlantıları seviyorum.
Torunların, anneannelerin yaşadığı Milas’a bir gezgin olarak gitmeleri nasıl bir şey ola ki? Torunlar açısından Milas’ta yalnızca bir gezgin ve danışman olarak gezilemeyeceği kesin. Torunlar o gün biraz da “Anneannelerin izinde Milas gezisi” yaşadılar sanırım. Alın size farklı bir öykü daha. Bu öyküler yumağından sizi kısa süreliğine kurtarıp, anneanneleri de saygıyla anarak konuyu başka yöne çekmek istiyorum. Sizleri Milas’ın zenginliklerine ve Milas Yahudileri’ne götüreyim:
Bu gün ne Milas eski Milas, ne de Milas’ta Yahudiler yaşıyor. Ama onların izleri ve anıları eğer dikkatle izlenirse bulunabilir. Biz şanslı gezginlerdendik. Hepsini gezdik, gördük, yaşadık. Şükrü Bey’in özenli ve zevkli gezdiriciliği sayesinde oldu bütün bunlar. (Kendisi ta çocukluktan gelen merakla Milas’ın her deliğini ve gizli öykülerini bellediğinden daha çok şanslıydık.)
Milas, en az 5 bin yıllık geçmişi ile bir tarih ve kültür kentidir. İlkçağlar’da Anadolu’nun güneybatısında hüküm süren Karia uygarlığının en önemli kentiydi. Antik çağlardaki adıyla Mylasa, bu dağlık ülkenin batısında, Sodra Dağı’nın eteğinde kurulmuştur. Tarihte iki kez, Karia ve Menteşe Beyliği dönemlerinde, başkentlik yapmıştır. Milas’ta Karia, Roma, Bizans, Selçuklu, Menteşe ve Osmanlı uygarlıkları egemenlik sürmüştür. Bugün Milas ve çevresinde bu uygarlıklardan kalma çok sayıda tarihi eser bulunmaktadır.

Milas’ın tarihinde 27 antik kent kurulmuş ve bu kentlerden günümüze İasos, Labranda, Euromos ve Herakleia antik kentleri gelmiştir. Ayrıca günümüze kadar tüm öğeleriyle ayakta kalabilen tek mezar anıt olan Gümüşkesen Mezar Anıtı, Bodrum’da bulunan ve dünyanın yedi harikasından biri sayılan Moseleum’dan esinlenerek yapılmış olup onun bir minyatürüdür. Roma Dönemi’ne ait su kemerleri, Menteşe Beyliği kenti olan Beçin’de o döneme ait eserleriyle ayakta durmaktadır.
İlkçağlar’da Milas mermerleriyle ünlü bir kenttir. Şehrin yakınında olan Sodra Dağı’nda mermer ocaklarının bulunması, yapı için gereken malzemenin kolayca elde edilmesi, Mylasa’nın çok sayıda yapıtla donatılmasını sağlamıştır. Daha sonra Mylasa Roma egemenliği altına girmiş ve Bizans Dönemi’nde Milas sınırları en geniş halini almıştır. 13. Yüzyıl’ın ikinci yarısından itibaren ise Türkler?in egemenliğine girmiştir. 1923 yılında Cumhuriyetin ilanıyla Muğla iline bağlı bir ilçe olmuştur.


Şükrü Bey, gezinin son bölümünde bir sürpriz yaparak gezginleri sözü geçen mezarlığa götürdü. Etrafı basit duvarla çevrilmiş. İçinde bir çocuk oyun parkı bulunmasına anlam vermedik. Mezarlığı ayrıntılı olarak gezmeye başladık. Mezar taşları yere yatık şekilde ve İbranice yazıtları bulunuyor. Keşke aramızda bu dili bilen olsa da çevirse dedik. Biz yazıtın üstünde bulunan basit resimlerden ölen kişinin mesleğini çıkarmaya çalıştık. Çünkü Yahudi mezar taşlarına ölen kişinin mesleğini betimleyen basit resimler kazınması bir gelenekmiş.
Mezarlık ve mezar taşlarının iyi durumda olması ve ilk kez bir Yahudi mezarlığı görmek bana bu gezinin kattığı zenginliklerden biridir. (Mezarlık gezmek bana bu mezarlığa gelene kadar itici gelirdi. Bu gezi ile farklı mezarlık gezmenin de bir bilgilenme yolu olduğunu deneyimledim. Daha sonraları gezdiğim Ahlat Selçuklu Mezarlığı beni büyülemişti)
Ne yazık ki mezarlık ve mezar taşları öylece yazgısına terk edilmişlerdi. Ayrıca mezarlığa define arayıcıları ve inşaat için taş alanlar zarar veriyorlarmış. Mezarlık yazgısına bırakılmamalıydı. Çünkü her mezar taş bir belgedir. Bir kanıttır. Ayrıca ataları Milas’ta yaşamış Yahudiler için kutsal alandır. Mutlaka korunmalıdır.

Ülkemizde ara sıra yavaş da olsa kültür tarihine yönelik belgeleme ve koruma çalışmalarının olması umut vericidir. Dilerim bu tür çalışmalar tüm Türkiye’ye yayılır. Kültürel zenginliğimizi daha fazla eksilmeden belgeleyebiliriz.
Kaynakça:
– milasbilgi.com
– Şalom Gazetesi, 19/07/2016
– Milas Yahudileri-Melek Çolak, 2003
– Gezi Bülteni/Arkeolog Şükrü Tül, 2009
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.