Euro tavan yapmış neyime; aklımda zeytin fidanı…

2000 yılında Yunan hükümetinin verdiği iki günlük vize ile ilk kez Çeşme’den Sakız Adası’na geçiş yapmıştım, hem de davetli olarak. Konak ve Sakız belediyeleri arasında “Ege’de Barış ve Dostluk Bisiklet Turu” adı altında düzenlenen etkinliğe katılmıştım. Giderken yanımda bir beyaz güvercin bir de zeytin ağacı götürmüştüm.

Beyaz güvercini belediye başkanıyla birlikte uçurmuştuk, zeytin ağacını da kendi ellerimle dikmiştim.

Bisiklet turuna gelince…

Katılım tahminimin de ötesindeydi, bu kadar ilgi beklemiyordum, çok şaşırmıştım. Bizi o kadar çok sevmişlerdi ki, vizemizin bitmesine saatler kala bir gece daha kalmamız için yalvar yakar olmuşlardı. O yıllarda vize almak kolay değildi, birkaç gün için vize veriliyordu. Schengen diye bir vize gündemde bile yoktu. Yunan vizesi ile giriş-çıkış yapılıyor, Yunan Drahmi’si ile alışveriş ediliyordu. Bir gün daha kalmamız için yapılan baskıya rağmen dönemin belediye başkanı Erdal İzgi’den “Dönün” talimatı gelince, hevesimiz kursağımızda kalmadı desem yalan olur.

Sakız Adası’nı pek sevmiştim. O sabah erkenden kalktım, kimseye ses etmeden yaklaşık üç saat adada tur attım; çarşısını gezdim, ünlü böreklerinden yedim, dolaştım durdum. Bizim paramız onların parasından daha değerli olduğu için bol bol alışveriş yaptım, çoluk çocuğa hediyeler aldım.

Döndük geldik, ertesi yıl bisiklet etkinliğini İzmir’de düzenledik. Bu kez Yunanlar geldi bisikletleriyle. Onları keyifle karşıladık, turumuzu gerçekleştirdik, sanırım güzel de ev sahipliği yaptık.

Bu ilk ve sonuncuydu; bir daha ne etkinlik düzenlendi, ne de bisiklet şenliği gündeme geldi. Bir kez yapıldı, unutuldu gitti.

Yıllar sonra 2010 yılında bir sohbet sırasında aklımıza bisiklet etkinliği ve Sakız Adası düşüverdi. O yıllarda belediyede çalıştığım mesai arkadaşlarımla bir anda karar verdik, biletleri satın aldık. Euro pek ucuzdu, 1.90 liraydı. Vize almak da kolaydı. Biletler satın alındı, Yunan Konsolosluğu işin içinde belediye oldu mu şak diye vizeyi veriyordu. On yıl sonra kısa süren yolculuktan sonra giriş yaptık adaya.

Benim aklım zeytin fidanında; aradan on yıl geçmiş, büyümüş, serpilmiş, meyve vermeye başlamış ve meydana pek yakışmıştır diye düşünüyorum. Adaya varır varmaz ilk işim meydandaki zeytin ağacını görmekti. Kim bilir, on yıl önce diktiğim zeytin ağacı nasıl büyümüştü. Meydanı düzenlemişler, tam ortasına fıskiyeli havuz yapmışlar, gölgelikler yerleştirmişlerdi, bir gazete büfesi ve beş altı büfe daha koymuşlardı, ahşap sandalyelerin yerinde yeller esiyordu. Anlayacağınız, meydan meydanlıktan çıkmıştı.

Bizim zeytin ağacına gelince…

Onu da sanıyorum düzenlemeler sırasında söküp atmışlardı.

Hüzün, elde var hüzün…

Adada iki gün kaldık. Bu iki gün boyunca zeytin fidanı aklımdan çıkmıyordu, hala da çıkmıyor. Sakız Adası’nın yöneticilerine küstüm. Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış… Bir daha adayı hiç aklıma getirmedim. Ta ki

2016 yılına kadar. Euro ortalama 3.13 lira civarına gelmişti bile. Baktım, millet adaya gidiyor, dönüşte ellerinde peynirler, sakız reçelleri, uzolar, sigaralar… Biz de gidelim ama öyle bir tatil yapalım ki; deniz, plaj ve kum yerine antik kentleri gezelim, o yılları yaşayalım.

Ayşe ile birlikte güzergahımızı belirledik, motor kiraladık, pek keyifli iki gün geçirdik. Adanın sadece uzo, kalamar, taverna ve sakız reçelinden ibaret olmadığını gördük, antik köyleri de keşfettik. Mesta, Olympoi, Pirgi, Anavatos, Avgonima ve Nea Moni’yi karış karış dolaştık. Aynı yılın Ağustos ayında Thassos Adası’na gitmeye karar verdik. On yedi günümüzü adada geçirecek şekilde bir tatil planladık. Çadırda kalacak, otele vereceğimiz parayı bölgeyi keşfetmeye ayıracaktık. Zaman su gibi aktı, 1000 Euro’ya muhteşem bir tatil yaptık. Tadı damağımızda kaldı.

Geçtiğimiz yıl tatil için Midilli’yi tercih ettik. Bu oraya ikinci gidişimizdi. İlk gidişimizde iki gün kalmıştık, ikincisinde on beş.

Euro 3.90’larda geziniyor, dört lirayı zorluyordu. Ayşe’ye kapıda vize almıştık. Bu kez çadır yerine pansiyonu tercih etmiştik. Bütçemizi fazla zorlamayan bir tatil geçirmiştik. Gitmediğimiz köy, kasaba; yüzmediğimiz plaj kalmamıştı.

Ama bıçak kemiğe dayandı. Euro çıkmış 5.40 liraya. Euro’nun bu şekilde yükselmesi Yunan esnafını epeyce zor duruma düşürecek gibi görünüyor.

Geçtiğimiz hafta üç geceliğine Sisam Adası’na gittim. Adaya dördüncü gidişim. Ege’nin yeşil adalarından, köyler ve şehirler birbirine yakın, gidip gelmek çok kolay. Gidiş-dönüş 35 Euro, Türk parasıyla yaklaşık iki yüz lira. Üç gece otel 94 Euro, Türk parasıyla 500 lira. Otomobil kiralamaya kalksam, en küçük araç bedelinin günlüğü 30 Euro yani 160 lira. Ben de motor kiraladım. Üç günlük motor kirası 50 Euro, Türk parasıyla 270 lira.

Adaya bu kez Karlovasi Limanı?ndan giriş yaptım. Şehir diye geçiyor ama köy gibi. Sessiz, sakin, sanat dolu sokaklar. Şehrin duvarlarını süsleyen resimler her yerde; tarihi yapıların bahçelerinde, yıkıntı evlerin duvarlarında… Hepsi birer sanat eseri adeta. Motorla gezince insan daha çok ayrıntıya dikkat edebiliyor.

Bu gidişimde eskisi gibi denize girmedim. Hava o kadar sıcaktı ki, köy meydanlarındaki restoranlarda zaman öldürdüm, uzo, Yunan birası Mythos içtim. Her şey o kadar pahalı ki, ucuz olan tek şey bira burada. Mythos marketlerde 1 Euro?nun biraz altında, bizim parayla 5.5 lira. Bir su alıyorsun 0.70 Euro, çeviriyorsun Türk parasına, bir su dört lira. Bir viyol yumurta alıyorsun, altılı viyol yumurta 2.5 Euro.

Euro’nun bu kadar yükselip tavan yapması, Türk turistlerin ayağını kesmiş. Daha önceki gidişlerimde çarşıda, pazarda, plajda o kadar çok Türk’e rastlıyordum ki, hemen herkes Türkçe konuşuyordu. Bu kez öyle değil. Sisam çarşısında dolaşırken tek tük bizim vatandaşlara rastladım. Birçok dükkan kapanmış, kalanlarsa telefoncu olmuş, o güzelim çarşının tadı kaçmış.

Bu gezide şu sıkıntıyı yaşadım; alışveriş yapmak için bir mekana giriyorum, fiyatları çarpıyorum, o kadar yüksek ki!

Dedim ki bu kez çarpım tablosunu bir kenara bırak, gez, ye iç ve keyfine bak, bizim parayı kafana takma, bir daha da Euro’nun geçerli olduğu ülkelerde tatil yapma.

Geçtiğimiz ay Bulgaristan’ın Varna kentine gitmiş, iki gün kalmıştım. Orada para birimi olarak Leva geçerli, ama Leva da almış başını gidiyor ama bizim paraya çevirdiğimizde çok da pahalı değil. Bir Leva 2.50 civarında, hesap yapmadan kafayı takmadan alışveriş yapabiliyor insan.

Bundan böyle tatilimi planlarken kendi para birimini kullanan ülkeleri tercih edeceğim. Belki bana neden Türkiye’de tatil yapmıyorsun diye soranlar olabilir. Türkiye’de gitmediğim, çadır kurmadığım, tatil yapmadığım bölge kalmadı. Şaka değil, bunu www.kentyasam.com sitesine bir göz atıp eski yazılarımı okuduğunuzda görebilirsiniz. Peki bu gezmeler tozmalar nereye kadar? Emekli maaşımın yettiği yere kadar tabii.

Ama bizim olmazsa olmazımız Urla Demircili köyü.

Balık çiftlikleri kurulsa da, hafta sonları dolup taşsa da Demircili bizim köyümüz. Çadır da kuruyoruz, soğuk denizinden keyif de alıyoruz, hem Türk parası geçerli Urla köylerinde…
















Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın