İnsanlığı sanat yoluyla sorgulayan bir eylem insanı: Ai Weiwei

Tabii ki toplumların pek çok zorlu problemleri olur. Zengin ya da yoksul, bu sorunları aşabilirler. Ama önemli olan her bireyin kendini bu topluluğun bir parçası sayabilmesi, kendini ifade edebilmesi. Günümüzde sanat, sanat tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar politik olma iddiasını taşıyor. Çoğu sanatçı “farkındalık yaratma”, toplumsal çelişkilere “dikkat çekme”, toplumun algısını “ters yüz etme” gibi muhalif bir tutumla kendilerini ifade ediyor.

Sakıp Sabancı Müzesi her yıl değişik yerlerde yaptığı çok çeşitli sergilerle gündem oluşturan, günümüzün en önemli çağdaş sanatçılarından Çinli Ai Weiwei’nin 100 aşkın eserini 12 Eylül 2017 – 28 Ocak 2018 arası sergiledi. Ai Weiwei sanatçı ve direnişçi kimliğiyle öne çıkan ve bunun en çarpıcı örneklerini veren, “Bugün sanatı sanatçı tanımlar” diyen bir aktivist, bir eylem insanı. Çağdaş sanat alanında Çin’de yetişen en etkili kişilerden biri. Heykel, büyük ölçekli yerleştirmeler, film ve mimarlık dâhil çok geniş bir yelpazede disiplinler içinde çalışan, politik karşı çıkışların arkasındaki sanatçı. Eylemciliği, aktivizmi, baskıcı rejime direnmeyi, sanat yapmaktan ayrı görmeyen birisi.

İstanbul’daki sergisinin arkasında ilginç bir hikâye var. Ai Weiwei’in 2016’nın mart ayında mülteci sorununa dikkat çekmek için bir film çekimi için Türkiye’deki mülteci kamplarını ziyaret etmek üzere İstanbul’a geliyor. Bu konuda yaşananları “İnsanlıktan ne anladığımız ve kendimiz hakkında bir test” diye tanımlıyor. Çekim sırasında Sakıp Sabancı Müzesi’ni ziyaretinin ardından Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne gitmesi; bu serginin doğmasını sağlayan ilk adım oluyor. Müzede gördüğü bir Çin porseleninin Osmanlı zanaatı ile buluşmasıyla ortaya çıkan eser bu sergiyi bugüne taşıyan kıvılcım oluyor.

Sergi, müzenin üç katına yayılmış, 100’den fazla eserden porselen olanların kırılma riski de düşünülerek geniş aralıklarla yerleştirilmiş. Serginin küratörlüğünü yine sanatçı üstlendiğinden her detayıyla ilgilenmiş. O Berlin’deyken, ekip arkadaşları İstanbul’dan bir eserin yer değiştirmesi durumunu bile ona bildirmiş. Bu en kapsamlı Ai Weiwei sergisinde sadece porselen işlerinin yanı sıra video, duvar kâğıdı ve fotoğrafları da var. Bu serginin en zor kısımlarından biri nakliye süreci olmuş. Hepsi kırılabilir, çok parçalı eserler. Bir kısmı gemiyle, bir kısmı da uçakla gelmiş… Eserlerin en eskisi 40 yıl öncesine uzanıyor ve hemen hemen hepsinde sanatçının dünyayla, bugünle ilgili insanlara bir şey anlatma derdinde olduğunu görüyorsunuz.

Her sanatçı gibi onun da derdi insanlık. Dedik ya, serginin arkasında bir hikâye var, ama Ai Weiwei’yi sanatçı yapan kendi yaşamı. 1957’de şair Ai Quing ve Gao Ying’in oğlu olarak Çin’de dünyaya geldi. Babasının devlet düşmanı olarak görüldüğü, gazetelerde böyle başlıklarla Ai’nin adının yazıldığı bir çocukluk geçirdi. Muhalif şair babası, Ai Quing Çin Komünist Partisi’nin suçlamaları yüzünden 1959’da ailesiyle birlikte gönderildiği bir “yeniden eğitim” kampına gittiğinde daha iki yaşındaydı. Babası Çin’in en vatansever insanlarından biriydi. Üstü kapalı cümlelerle, imalarla konuşuyorlardı. Herhangi bir konuda doğrudan, apaçık konuşmak imkânsızdı. Tanınmış bir şairdi. “Babamı tanıdığımı düşünmüyorum. Ben de 50 yaşında baba oldum ve oğlumla pek çok şeyi yapamıyorum. Tıpkı babamın da benimle pek çok şeyi yapamadığı gibi”. Küçük yaştan bu dünyada şansız insanlar, haksızlığa uğrayanlar ve yoksullar için üzüntü duyan bir ailede yetişmiş olması onun aktivist yanını etkileyecektir. Bazı kavramları anlamayacak kadar küçük olsa da, dünyanın adaletsiz olduğunu, bazılarının diğerlerinden daha çok acı çektiklerini, eşit sözcüğünün aslında görece bir anlam olduğunu anlaması için başını kaldırıp çevresine bakması yeterdi. Dış darbelere karşı açık, korunaksız ve kırılgan olduğunu, hayatta kalabilmek için sertleşip güçlenerek kendini korumanın yolunu bulması gerektiğini anlayacaktı.

Seramikle ilişkisi 1970’lerde başlar. Bu onun çok ilgilendiği bir alan olur. Ancak o çağdaş bir sanatçıdır ve o yüzden şimdiye kadar yapılanı kabullenmek gibi bir isteği yoktur; sanatta yapılmayanın peşinde olur. Bu tarihi geleneğe dair yeni olasılıkları araştırır. Bunun için birçok çabası olur. Bu sergi de tüm bu çabalarının bir dökümü; yaptığı ilk porselen işten en sonuna dek bütün işlerini kapsayan eser sayısı yönünden en büyük sergisi.

1981’de ABD’ye gider. Orada Marcel Duchamp ve Andy Warhol ile tanışması çağdaş sanata yaklaşımını büyük ölçüde etkiler. Çin’e 1993’te döndüğünde geleneksel objeler ve el sanatlarıyla yaptığı deneyler ona geçmiş ve bugün, eski ve yeni Çin arasında köprüler kurma imkânı sunar.

1989 tarihinde Tiananmen Meydanı’nda barışçıl protestocular askerler tarafından vurulmuş; katliam sonrasında Beijing hükümeti bu konuya sansür uygulamıştı. Başlangıçta klasik bir turist fotoğrafı izlenimi veren çalışmasında Ai Weiwei, Tiananmen Meydanı girişinde orta parmağını kaldırarak meydanın fotoğrafını çeker. Çin medyasında kullanılması kesinlikle yasak olan “tankın” önünde tek başına dikilen protestocunun fotoğrafına atıfta bulunan bu çalışma; zekice yapılmış kışkırtıcı bir Ai Weiwei çalışmasıdır.

Babasını ruhunda taşır, bedeninde mühür gibi ve kim bilir kaç fikir babasından ona mirastır. Sanatçı olarak babasıyla aynı kaderi paylaşır. O da hükümete muhalefet etmeye başlar. Sanatçının uluslararası etki yapan işlerinden biri, 2008’de Çin’deki Sichuan’da 90 binden fazla kişinin ölümüne neden olan depremle ilgili “Düzleme” adlı çalışması dokunaklı bir anıt olmanın yanı sıra, hükümetlerin gerçeği gizleme üzerine güçlü bir sembolik duruştur. Depremden sonra hükümetin ölen insan sayısını ve kimliklerini gizlediğini ve malzemeden çalarak kötü bina yapan inşaatçılardan hesap sorulmaması üzerine “Yurttaş Soruşturması” adında bir araştırma projesi geliştirir, yıkılan okul binalarında can veren beş bin öğrencinin teker teker isimlerini saptar ve proje için sosyal medyayı kullanır. Hükümeti suçlar, hükümet de onu suçlar ve harekete geçer. Pasaportuna el konulur, ev hapsine mahkûm edilir. Sonra hükümet pasaportunu geri verir ama Çin hakkında konuşması yasaklanır, kendi ülkesindeki internet sitelerinden dahi adı silinir, sanal izi kalmaz.

Ancak kısıtlanması devam eder. 2010’da Beijing polisi sanatçının evine ve stüdyosuna güvenlik kameraları yerleştirir. Bu kameralar 24 saat, sanatçının tüm hayatını kaydeder. Ayrıca Twitter ve Instagram üzerinden yaptığı gönderiler de incelenir. Sanatçı bunun üzerine kendisi güvenlik kameralarını, kapıları gözetleyen sivil polislerini izlemeye başlar. Sanatçı bu durumu “Surveillance Camera” (Gözetleme Kamerası) adlı çalışmasıyla ile kendini gözetleyenleri gözetlediğini anlatan – durumun saçmalığını sembolize eder.

2016 yılında siyası aktivistlerin yer alacağı Legolardan oluşturacağı bir yerleştirme için Lego firmasına başvurur, ancak şirket çalışmasını “siyasi nedenlerle” desteklemeyeceği için vermez. Bunun üzerine Weiwei olayı sosyal medya üzerinden (Twitter’da #legosforweiwei #weiweiiçinlego hashtag’) olayı yaygınlaştırır, bu yapılanın sansür olduğunu dile getirir. Olay sosyal medyada çığ gibi büyür ve dünyanın dört bir yanından Ai Weiwei’e Lego bağışları yapılmaya başlanır. Sonunda Lego firması geri adım atmak zorunda kalır. Bu olaydan iki yıl sonra Washington’da açtığı sergide, 176 siyasi aktivist Lego’lardan yapılmış portrelerle onurlandıracaktır.

Ai Weiwei, çağdaş dinamikler ve tarih algımızla ilgili çalışmaları aracılığıyla 30 yılı aşkın bir süredir bize dünyayı yorumlamakta yeni yollar sunuyor. Özellikle mültecileri yakından takip ediyor. Human Flow adlı belgesel filminde bu konuyu ele aldı. Arakan’da yaşananları bu filmin bir bölümüne taşıdı. Myanmar’da olayların yaşandığı yere gitti. Oradaki kamplarda görüşmeler yaptı. Verdiği bir röportajda “Ama bugünkü kadar dehşet verici bir duruma geleceğini hiç tahmin edemezdim. Orada azınlıktaki insanların sesleri susturulmaya ve unutturulmaya çalışılıyor. Arakan’da yaşananları her gün oluk oluk kanayan bir yaraya benzetiyorum, büyük trajedi. Onun için de böyle bir film yapma kararı aldım ve onların sesini duyurmaya çalıştık. Yaptık ki kimse ‘Biz böyle bir şey yaşandığını bilmiyorduk’ demesin. Her şeyden önemlisi empati yapabilmek” diyordu.

Göçmenler onun ilgi alanlarından biridir. Çünkü o da kendi memleketini terk etmiştir. Berlin’de yaşamaya başladığından beri kendini göçmen olarak tanımlar. Altüst olmuş bir dünyadan, bir şehirden başka bir şehre, bir ülkeden diğerine, göçmen kuşların yuva yaptığı ağaçlardan daha çok ve daha sık değişen yerlerde yaşamaya çalışan insanların derdini kendine dert edinir. İnsanın nasıl bir gelecek beklediğinin bilinmediği bu inanılmaz karmaşada, seslerini kaybeden bu insanların sesleri olur.

Dünyada 65 milyon mültecinin yaşadığını anlatan filminde “Human Flow”u (İnsan Seli) çekerken Kenya, Irak, Filistin, Gazze ve Türkiye gibi yirmi üç ülke, kırk mülteci kampı gezer. Bazıları yeni oluşmuşlardır, bazıları üç nesil yaşıyordur. O bu krizi mülteci krizinden çok insanlık krizi olarak adlandırmayı tercih ediyor. Siyasi hokkabazlıklardan iğreniyor. Çünkü bunun küreselleşmeyle ve bölgesel sorunlarla ilgili olduğunu düşünüyor. Verdiği bir röportajda bugünkü mülteci ölümlerinin Batı’nın ekonomik ve politik sömürgeci savaşları nedeniyle olduğunun bilinmesini istiyor. Tıpkı Irak Savaşı gibi, Afganistan savaşı gibi, Afrika’daki Bangladeş’teki pek çok sorunda hatta ABD ve Meksika arasındaki yeni gerilimde olduğu gibi. Bu sorunun kendi toplumumuz hakkında, insanlık anlayışımız hakkında bir sınav olduğunu vurguluyor.

Bir aktivist olarak edindiği tecrübelerden beslenen çalışmaları sonucunda, sanatı siyasi aktivizm ile çağdaş sanat arasındaki ayrımı belirsizleştirir.

Ai Weiwei’ye göre sanatçı olmanın bir numaralı sorumluluğu, ifade özgürlüğünü korumak… “Neden topluma bu kadar önem veriyorsunuz?” sorusunu, “Sanatçıysanız, ifade özgürlüğüne önem vermek zorundasınız” diye yanıtlıyor. O özgür bir kuş. İçinin özgürlüğü bu, en küçük kaygısı yok, hava gibi, rüzgâr gibi özgür. Bu özgürlük ona bağışlanmadı, bedelini ödedi ve ne kadar değerli olduğunu ancak kendisi biliyor sadece.

Ai Weiwei yüreğinin dili ile üreten bir sanatçı. Ürettikçe, sanatı kendine daha bir güven duyduğu, kendini bulduğu bir dile dönüşüyor. Gökyüzüne bakıyorum, ne kadar aydınlık, ne kadar berrak, cam gibi saydam, bana insan bilincinin sınırsızlığını hatırlatıyor. İyi ki, Ai Weiwei gibi sanatçılar yüreklerindekileri ifade edebiliyorlar!

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın