Komik, ama gerçek…
O zamanlar yazın gelişi de dondurma ile özdeşti…
“23 Nisan’dan önce dondurma yemek yok” cümlesi o günlerde çocuklar için, iki yönlü bir beklentiyi çağrıştırırdı. Bir yandan mandolin orkestrası konseri, halk oyunu ve spor faaliyetlerimizi sunacağımız, coşkulu çocuk bayramını beklerken, diğer yandan da dondurma yiyeceğimiz günü iple çekerdik. Zaten kış aylarında da dondurma pek satılmazdı. İlerleyen yıllarda bu cümle “1 Nisan’dan önce” olarak değişse de da benim zihnimde hala 23’ü ile özdeştir. Hatta hala havalar ısınmadan dondurma yememeye özen gösteririm.
Güzelyalı’daki Hava Subay Lojmanları’ndan, caddenin karşı çaprazındaki Shell Benzin İstasyonu’nun yanındaki evimize taşındığımızda altı yaşındaydım. Hatırlayabildiğim ilk doğum günüm yeni evimizde kutladığımız yedi yaş doğum günümdü. Akabinde de ilkokula başladım.
Çocukluğumuzun geçtiği Güzelyalı Parkı’nın hemen yanındaki Mehmet Akif Ersoy İlkokulu bizim mahalleye en yakın ilkokul olduğu için küçük ablam Sema ve mahallenin çocukları ile birlikte okula yürüyerek giderdik. Büyük ablam Leman ilkokulu bitirmiş, öğretmeni Aliye Öğretmen artık benim öğretmenim olmuştu.
Evet, biz yine hikayenin dondurma ile ilgili kısmıyla devam edelim…

O gün her şey serbest olurdu. Dondurmanın ardından, oyuncakların olduğu bölüme geçer, uzun zincirli dört adet salıncağın başında kuyruklar oluştururduk. Salıncaklar “kapanın elinde kalırdı” diyebilirim. İki kaydırak, iki de tahteravalli dışında başka da oyuncak olmadığı için o gün akşama kadar oyuncak kapabilmek için beklerdik.
23 Nisan’dan 1 -1,5 ay sonra okullar kapanınca ise bu defa dondurmayı nereden alacağımız konumuz olurdu.
Çünkü uzun ve sıcak yaz tatillerinde yirmi gün sürecek kampa gideceğimiz günü dört gözle beklerken, tek eğlencemiz akşamüstü evimizin yakınlarındaki pastanelerden dondurma almak için yürüyüş yapmaktı. O saate kadar da evde kitap okur, elişi yapar, öğlen uykusuna yatar, tatil ödevlerimizi bitirirdik.
İşte esas hikaye burada başlıyor…
Şöyle ki; hangi pastaneden dondurma alacağımız bizim ne kadar büyüdüğümüze bağlıydı.

Evden çıkıp, Shell Benzin İstasyonu’nu, şu an yerinde Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi olan Troleybüs Deposu’nu, caddenin karşı kısmındaki Göztepe Spor Kulübü’nü, biraz daha ilerideki Güzelyalı Polis Karakolu’nu geçtikten sonra görünürdü tabelası.
Kara tarafından girilen, denize kadar uzanan ince uzun bir pastane idi. Girişte sağda ay çöreğinden tutunda frigoya, adisebabaya birbirinden lezzetli ürünlerin olduğu dolabın bitiminde denize doğru bakan oturma kısmı vardı. Daha deniz doldurulup, sahil yolu yapılmadığından, denizin içinde oturuyor gibi olurdunuz. Dondurmasının lezzetine ise doyum olmaz, en sevdiğimiz Mabel marka Arap kızı ambalajlı sakızlar da tezgahın hemen üstünde olurdu.

Aslında iki pastane arası neredeyse iki adımdı. Ama bize biraz daha büyüdüğümüzü hissettiren bir yolculuktu. Güzelyalı Parkı’nın hemen köşesinde şu an yerinde peynirci dükkanı olan pastanenin sarmal şeklinde yapılmış çöreklerinin tadı hala damağımda. Dondurmasını da unutmak mümkün değil. Tabii oraya kadar yürümüşken Güzelyalı Parkı’nda da biraz vakit geçirmeden olmazdı…

Yolumuzun üstündeki, o zamanlar Güzelyalı gençlerinin önünde durduğu, arkadaşım Tülay’ın dayısı Kadri Kalkan’ın “Fanti’nin Kıraathanesi”, biraz ileride babamın arkadaşı Nejat Amca’nın Gökşen Eczanesi’ni geçerek, Faik Bey durağında, deniz tarafında bulunan Müge Pastanesi’ne ulaşırdık. Şu ana kadar bahsettiklerimin hepsinin dondurması çok güzeldi. Ancak buranınki bambaşkaydı. Hele çikolatalısı… Bu arada oturarak yememiz için de biraz izin çıkmıştı.

Yeşim Pastanesi’ne ulaşmak “oldukça büyüdük” hissi verse de hedeflerin sınırı yoktu.

Evimizden Şortan Pastanesi’ne kadar yürüyerek gitmek o yıllarda evimizden uzaklaştığımız en uzak noktalardan biriydi ve kademeli olarak bize sunulmuş bir haktı. İşte biz o zaman büyüdüğümüzü anlamıştık.

Şu an ise çocukluk ve gençlik yıllarımı geçirdiğim Güzelyalı’ya karşıdan bakıyorum. Yazımı bitirirken ne kadar küçük şeylerden mutlu olduğumuzu düşünmenin yüzüme yansıttığı tebessüm ile o günlere duyduğum özlemin içimde yarattığı ince sızı ne kadar uyumlu…
İyi ki en küçük bir şeyin bile değerini bildiğimiz o güzel günlerde yaşamışız…
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.