Ve sevmek o kadar basitken

“İnsanoğlu savaşa son vermelidir. Yoksa savaş insanoğluna son verecektir.”
John F. Kennedy


İkinci Dünya Savaşı 1 Eylül 1939 günü Nazilerin Polonya’yı işgaliyle başlamıştı. Ardında 50 milyonu aşkın ölü 100 milyonlarca yaralı, sakat, acı, gözyaşı ve enkaz yığını haline gelmiş şehirler, kasabalar bırakarak 1945 Mayıs’ında bitmişti. İnsanlık tarihinin gördüğü bu en kanlı savaşın başladığı günü, yani 1 Eylül’ü, bütün dünya ulusları Dünya Barış Günü olarak ilan ettiler. Ancak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1981’deki genel kurulun açılış günü olan her Eylül’ün üçüncü Salı gününü “Uluslararası Barış Günü” ilan etti. Ancak yıllar sonra Genel Kurul’un 7 Eylül 2001 tarihteki kararı ile 21 Eylül Barış Günü olarak kabul edildi.

Dünya Barış Günü kapsamında, dünya çapında barışın tesisi amaçlı çalışmalar yürütülüyor ve her 21 Eylül’de, Birleşmiş Milletler Merkezi’ndeki “Barış Çanı” çalınıyor. Barış Çanı savaşlarda hayatını kaybeden insan anısına Japonya tarafından yaptırılan bu çan, dünyanın tüm kıtalarından çocukların bağışladıkları bozuk paralarla üretildi. Çanın üzerine, “Çok Yaşa Mutlak Barış” yazısı kazındı.

Bu yıl ikincisi düzenlenecek olan Uluslararası İzmir Edebiyat Festivali, 15 Eylül-14 Ekim tarihleri arasında İzmirliler’i 11 ülkeden önemli şair ve yazarlarla bir araya getiriyor. “Edebiyat Barıştırır” ilkesiyle düzenlenen bu yılki festival Türkiye’nin en önemli şair ve yazarlarını İzmirlilerle buluştururken dünyanın yaşayan en büyük şairlerinden Adonis’i de ağırlayacak. Adonis, Türk şiirinin büyüklerinden Özdemir İnce’yle birlikte festivalin onur konuğu.  Bir ay sürecek olan festival; Türkiye’den, Fransa’dan, İtalya’dan, Polonya’dan, Suriye’den, İspanya’dan, Bosna Hersek’ten, Azerbaycan’dan, Yunanistan’dan, Kuzey ve Güney Kıbrıs’tan konukları ağırlıyor.

Kuşkusuz insanoğlunun barış için savaş yolunda seferber etmekte edebiyatın büyük bir etkisi var. “Barış” düşü kurmayacağız, insanlığı barışa doğru götüreceğiz. Değişik inançta, dünyanın sosyal değişmesi için değişik fikirleri olan insanlarız. Ama hepimizin üstünde uzanan gökyüzü eşit. Bu gökyüzünü bulutsuz, masmavi yapmalıyız.

Barış deyince Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözü gelir aklıma.

Thomas Hobbes’in “Doğa kanununun birinci ve temel ilkesi barışı aramak ve sürdürmektir”…

Cicero’nun “En kötü barış, en haklı savaştan daha iyidir”…

William Lloyd Garrison’un “Benim ülkem dünyadır; benim vatandaşlarım tüm insanlardır”…

John F. Kennedy’nin “Savaş insanı mahveden kötülüklerin en önemlisidir. Savaş milletlerin varlığını yok eder; en güzel ülkelerin ziyan olmasına sebep olur; en iyi insanları yok eder ve kötülükleri yüceltir; bir ülkeye her türlü karışıklığı, anarşiyi ve yozlaşmayı getirir.”

Ne güzel sormuş Hiroşimalı çocuk: “Niye bilim, insanlıkla birlikte ilerlemiyor?”

İnsanoğlu, kendi yarattığı aracın oyuncağı oluyor her zaman. Kendi silahı ile kendini yok ediyor! Sanmayın ki Hiroşima ve Nagazaki deneyleri bir ders oldu. Hayır; Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa, Çin, irili ufaklı daha başka devletler hep bu silahın ardına düştü. Kim daha çok atom bombası depo ederse o denli güçlü saydı kendini. Atom gemileri, denizaltıları, füzeler, daha neler neler… Şimdi daha güçlü, çok daha etkili atom silahları var. Bir nükleer savaş, insanlığı tarih öncesine döndürebilir. Politikacılar, ne denli hırslı olsalar da, ne denli gözleri dönse de, bunu biliyorlar artık.

Hepimiz yaşamak istiyoruz, barışın değerini biliyoruz. Hangi ulus yaşamı değil ölümü ister? Böyle bir ulus yeryüzünde yok. Ama yeryüzünde barış da yok, bunu biliyoruz. Kâh orada, kâh burada savaşlar var, yıkılan kentler, akan kanlar, öksüz kalan çocuklar…

Size Amalunga diye bir ottan, söz etmek istiyorum. Rusya’nın Avrupa bölümünün güneydoğusunda, Hazar Denizi kıyısında Kalmuk Cumhuriyeti genelde çöl ve kıraç bozkırlarla kaplıdır. Stepte Amalunga diye bir ot vardır. Kalmuk efsanesine göre Amalunga otunu ancak talihli bir kişi bulabilir. Bulunca da güce, iktidara, sağlığa kavuşur. Ama kim kendisi için ararsa bulamaz o otu, başkası için ararsa bulur. Yüzlerce yıllık efsane böyle devam eder.

İnanıyorum ki, yazarın görevi olaylara gözlerini yummak değildir, insanların dikkatini çekmektir. Yazarın tek bir amacı vardır, bütün insanların birliğine, hakların yararına, dünya değerlerinin artmasına hizmet etmek… Yaşamdan uzak kalmış bir edebiyat halkının isteklerini, gereklerini, savaşını duyamaz. Yapıtı çağına yakışan yeni bir öz kazanamaz. Rus yazarı Vadim Kojevnikov’un sözleriyle söylersek, “Sanat insanları birleştirmeye yarayan en etkili araçtır. Edebiyat ulusların bilincidir.”

Karalama defterime şöyle bir not düşmüşüm: Birileri öldürüyor, bombaları patlatıyor; evet, onlar suçlu, peki ya fabrikalarda bombaları yaptıranlar, mermileri yaptıranlar, üniforma diktirenler, askerlere ateş etmeyi öğretenler… Onlara ödül verenler… Dünyaya kahramanlar lazım; kahraman da ancak savaşta olunur. Ağlamak yok! Erkekler ağlamaz. Babalar oğullarına asker kepleri, silah hediye ederler, silah güzeldir… Ateş etmek erkek işidir. Erkekler hazır olmalı, vatana karşı kutsal görevdir savaşmayı, öldürmeyi öğrenmek, ordu hayat okuludur. Öldürmeyi öğrenmeye gitmek lazım. Askere davullar eşliğinde uğurlanır oğlanlar… Aile büyüklerinin toplanması, babanın oğlunu “Bizi utandırma evlat” ile başlayan… Of-oof! Bilinen metin: “Bir tecrübeden geçmek”… “şerefi korumak”… “erkeklik göstermek” … Bir sürü düşünce geçiyor aklımdan. Ama hepsi de hafızamdan silinip gidiyor. Ama hiç silinmeyen şeyler var. Geri kalanlara gelince…

Bağdat’taki Yusuf’u düşünürüm. Filistin’de ağlayan babaları. Afganistan’da yıllardır süren şiddeti ve katliamı. Hiroşima’yı düşünürüm. Yanık et kokusunu ve çığlıkları. Havada uçuşan kol ve gövdeleri. Atom bombası çocuklarını. Hiroşimalı gebe kadınların doğurdukları canavara benzeyen çocukları düşünürüm. Vietnam’a atılan milyonlarca bombayı. O simsiyah atom yağmurunu. O yağmurun her damlasının radyoaktivite ile dolu olduğunu. Kara Afrika’da, Asya’da ve Pasifik’te sömürülen çocukları… Şili’de işkence gören ve kaybolan insanları… Ukrayna’da patlayan Çernobil Nükleer Santralı’ndan göğe yükselen radyasyon bulutlarını düşünürüm. Çernobil’de çalışmaya gidenlerin ayrı ayrı öykülerini düşünürüm. Başlarına gelenlerle ilgili bakın bir baba ne anlatıyor:

“Eve döndük, orada giydiğim bütün giysileri çıkarıp çöpe attım. Kasketimi küçük oğluma verdim. Onu çok istiyordu. Hep o kasketi giydi. İki yıl sonra beyin tümörü teşhisi koydular.”

Dünyayı kırbaçlayan kara kanatlı silah tacirlerinin kana susamış bakışlarında geleceğin fotoğrafını görebilmeyi isterim. Savaşların zalim örtüsünü üzerinden kaldıramayan dünyam, paramparça…

Ama barış! Etkimiz, gücümüz yok. Katkımız yok. Figüranlarıyız dünyada oynanan oyunların.

Sesler duyuyor musunuz? İnsanlar sel olmuş, akıyor. Ellerinde pankartlar. Herkes avazı çıktığı kadar bağırıyor. Sloganlar birbirine karışıyor. Dallı budaklı konuşmalar yapılıyor. Barıştan söz ediyorlar. Barışı yaşama geçirmekten. Yaşadığımız dünyada insanca bir yaşamdan. İnsandan yana, eşitlikçi, sömürüsüz. Savaşsız bir dünya düzenini kim özlemez ki… Bir umut olsun yeryüzü herkese. Sevsinler ve sevilsinler. Çocukların oyuncakları olsun. Gençlerin de sevgilileri. Yaşama ve aşka dair şarkılar söylensin. Var olduğumuz ve yaşam denen bu olağanüstü serüvenin bir parçası olduğumuza göre… Ve sevmek o kadar basitken…

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın