Farklı olmak bir virüs gibi insanların davranışlarına, yaşama bakışlarına layıkıyla bulaştı, yapıştı kaldı.
Nasıl farklı olacağınız satın alacağınız şeylere bağlıydı. Şunu giyerseniz, bu arabayı alırsanız, şu marka gözlüğü taktığınızda, bu kokuyu sürdüğünüzde şu tıraş bıçağı ile tıraş olduğunuzda, çocuğunuzu falanca okula gönderdiğinizde, şu evlerde, bu semtteki sitede oturduğunuzda…
İlle de bir fark olmalıydı ötekiyle aramızda. Sürüden biri olmamalıydık. Seçimlerimiz, zevklerimiz yaşam kalitemizle fark atmalıydık ötekilere, sollamalıydık ağır aksak yaşamlara batmış, kıt kanaat geçinen insanları…
Bu sistemde bu şanslar vardı çünkü! Cahillik, beceriksizlik, çağ dışlıktı, demodelikti, dinazorluktu. Birbirine benzer mütevazi yaşamlar, geçim kıskacında debelenmek düşkünlüktü, bir nevi zekasızlıktı.
Fırsatlar değerlendirilmeli, en son çıkan yeni ürünler satın alınmalı; kampanyalar, promosyonlar, taksitli satışlar, piyangolar, yarışma programlarından çıkacak avanta parayla köşe dönülmeliydi. Işıltılı, yaldızlı, parıltılı, klas zevklerden mahrum kalınmamalıydı. Değerli, saygı duyulan, akıllı, itibarlı kişi olmanın ölçüsü buydu!
Siyasetçilerin “Gemisini kurtaran kaptan”,” Her koyun kendi bacağından asılır”, “Parayı veren düdüğü çalar” benzeri ata sözlerimize, bir de “Benim memurum işini bilir”, “Çalıyorlar ama iş de yapıyorlar”, “Atı alan Üsküdar’ı geçer” gibi vecizeleri de eklenince, hep bu fark atmayı haklı gösterecek, meşrulaştıracak kanıtlardı.
Toplumun revaçtaki bu değerlerine uyan “normal” vatandaşlar, sistemin sunduğu, pompaladıkça köpüren bu farklı olma dalgası ile ayak takımı, yoksul, kaybedenler, tutunamayanlar sınıfı ile arayı epeyce aştı. “Mış”gibi yaşanan standartlar ile varlıklı sınıf arasındaki bulanık çizgiden tarafa yanaştı. Farkında olmadan seri üretim araba, parfüm, gözlük, cep telefonları, giyim kuşam, yeme içme, bir örnek eşyalar, evler içersinde kopya hayatlar yaşamaya başladı.
Elbet kaliteli yaşam standartlara uygun bu yaşam tarzına ulaşmak öyle kolay değildi. Bu yarışın ağır bedelleri vardı. Ömür boyu kredi kıskacında yaşamak, gelirinin ipotek altında olması, işi kaybetme korkusu ile suya sabuna dokunmadan yaşayıp gitmek vardı…
Zamanın çoğunu bu standartları yakalamak ve korumak için harcarken, en yakın çevreden; aileden , arkadaşlardan çalınan, sakınılan zaman ve maddiyattan geriye kalan kocaman bir “yalnızlık”tı bedellerin en kötüsü!
Farklı olma trendlerini yakalayamamış “öteki” gibi dışlanmış olma korkusu ile farklılıkların yanında yerini güvenceye (!) alanlar, birbirine benzer yaşamlarının içine düşmüş olduklarının farkına bile varamadı.
Farklı olmak aşındı, sıradanlaştı. Artık sıradan olmak büyük bir farklılık!
Önümüzde iki seçenek var:
Ya bu kaos içinde tutsak olarak, yalnızlığın romansını yaşamak ya da sıradan olmaya dönüşün özgürleştirici yaratıcılığını tatmak!
“Sıradan biri nasıl özgür ve yaratıcı olabilir?” derseniz benim bir fikrim var. Ama ben sizin düşüncenizi merak ediyorum. Düşünün, tartışalım.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.