Orada hala birileri var mı?

Şu “gece” denen özgür ülkenin bir hikmeti varmış gerçekten. Adını “günlük”ten “blog”a devşiren tür, geceleri sufle verir gibi yazdırıyormuş kendini.

İnternet servis sağlayıcımı değiştirdiğim için, uzun süren bir geçiş dönemi yaşadım. İnternet kesildi, modemi bekledim; modem geldi, bir gecede kurulamadı. Çoğu gece Çınar’ı uyuturken nakavt olduğum için ve kurulum da ancak ve ancak Çınar uyuduktan sonra yapılabileceği için bu “gece kurulumu” işi epey tavsadı.

En sonunda bir gece eşimin, yine Çınar’la birlikte uyuyakalan beni, “İnternete bağlanılamıyor” diyerek uyandırmasıyla (iyi ki de uyandırdı, zira bu işin çözüleceği yoktu) kaçıncı olduğunu hatırlayamadığım kurulum macerama giriştim. Söylenen ve gereken her adımı tamamlamama rağmen bir türlü kablosuz bağlantı sağlanamadı. Nihayet telefondaki müşteri hizmetleri temsilcisine, “Bu işi artık bu gece çözelim lütfen!” diye sinirle ünlediğimi hatırlıyorum.

Meğer, sadece DNS adresi girilmesi gerekiyormuş. Hem “airport” hem de “built in ethernet” seçeneklerini tıklayıp her ikisinin de DNS kutucuğuna verilen adresi girmek, internete bağlanmaya yetti. Benim gibi bu konularda bilgi fakiriyseniz, siz siz olun, bir gün servis sağlayıcınızı değiştirmeye ya da evinize internet hizmeti almaya karar verirseniz, bilgisayarınızın DNS diye de bir ihtiyacı olduğunu hatırlayın. Benim kıssamdam çıkacak hisse bu olsun…

Anneler meraklı olur

Tabii ben yukarıdaki olaylar silsilesiyle boğuşurken bloguma uzuuun bir ara verdim. Bloga (uyumadığım) geceler vakit ayırabildiğimden, işte de blog yazmak vakitsizlikten (neredeyse) imkansız olduğundan ara uzadı.

Çınar’ın okul maceralarını nefes nefese anlatırken araya böyle soğukkanlı bir mola girmesi pek hoş olmadı. Lakin, düşündükçe o anı yaşıyormuş hissine kapılıverme hünerim sağ olsun… Aradaki zamanı özet geçecek kadar hatırayı barındırıyorum hala!

Tabii, bilemiyorum siz hala orada mısınız ve kopan filmin gerisini izlemek istiyor musunuz? 🙂

Neyse ki anneler meraklı olur. Çocuklarını büyütüp yetiştirirken özdeşlik kurabilecekleri her hikayeyi merakla dinler, okur… Yazdıklarım da bir ya da birkaç anneye ulaşır, deyip devam edeyim…

Şu cümle, durumumuzu özetler: Artık alışma sendromunu atlattık. Her gün yataktan, “Bugün okul var mı? Bugün oyuncak günü mü?” sorularıyla kalkıp bir heves kreş yollarına düşen miniğim, apartmanın kapısından girince, “Okula girerken ben seni öpücem” diye pazarlık yapıyor annesiyle. İçeri girince de, “Öpücem” deyip o tatlı yüzünü uzatıyor… Merakla içeri bakıyor, acaba ne yapıyorlar, diye. Hemen her gün arkadaşlarının isimlerini sıralıyor bana.

– Okulda bir de Evsane (aslında Efsane:) var.

– Okulda bir de Furkan var, bir de Onur var…

Cuma günleri okulda oyuncak günü. Her çocuk evden bir oyuncak getiriyor ve günün belli saatlerinde onlarla oynuyor.

Cuma sabahları evde bir tatlı telaş oluyor. “Hadi ama, bugün oyuncak günü!” dememle minik adam yatağın içinde zımba gibi dikiliyor. Daha uyku sersemliğini üstünden atmadan, “Acaba hangi oyuncağımı götürsem?” diyor. Tabii her çocuk için diğerinin ne getireceği de merak konusu. O yüzden de bu kadar heves uyandırıyor bu iş. Okulun bu uygulaması çok yerinde. Çocuk, evinden, kendinden bir şeyle gidince okula, bağ kurması kolaylaşıyor. Hani uzmanlar diyor ya; “Okula alıştırma evresinde, ilk günlerde yanında bir oyuncağını götürmesine izin verin” diye, bunu kanlı canlı yaşıyoruz biz.

‘Öpücük’ demek, bana kalıyor

Bu “cuma heyecanı”, bizim evde haftaya yayıldı artık. Sabah okula gitme konusu açıldı mı bizimki hemen, “Bugün oyuncak günü mü?” diye soruyor.

– Hayır, bugün değil, onun için cumayı bekleyeceğiz.

– Yanımda bir oyuncak götürebilir miyim?

– Ama Berna Öğretmenin seni bu konuda uyarabilir. Diğer arkadaşlarının yanında oyuncağı olmadığı için üzülürler, der sana. O yüzden istersen şöyle yapalım: Küçük ya da orta boy oyuncaklarından birini al, otobüste onunla oynarız. Sonra ben onu işe götürürüm, akşamüstü seni alınca geri veririm.

Bu, çok işine geliyor miniğimin. Tabii benim de… Ona, “Hadi sen yanına ne alacağını seç” diyor ve hemen ya giyinmeye ya saçlarımı taramaya ya da giysime uygun bir küpe aramaya yöneliyorum.

Çınar, o günkü seçimini elinde sıkı sıkı tutarken yola koyuluyoruz. Okul binasının önüne geldik mi beni elimden çekiştirip durduruyor ve, “Dur! Arabamı (çoğunlukla oyuncak demek, araba demek çünkü) çantana koyacağım” diyor. İşlemi tamamlayınca binanın kapısından giriyoruz ve aklında o gün neler yaşayacağına dair sorularla içeri seğirtiyor küçük adam. Hatta bazen bunu dillendiriyor da.

Daha önce annesinin söylediği şablondan devşirme bir, “Bakalım bugün hangi arkadaşlarım gelmiş?” ya da “Bakalım bugün neler yapacağız?”sorusuyla ilerliyor.

İçeri girip hemen ayakkabılarını çıkarmaya çalışıyor, bu arada oyun odasına bakıyor merakla.

“Öpücük?” hatırlatması da artık bana kalıyor…

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın