Kitabın adı “Kafes”, yazarı John Perkins. April Yayınları’ndan çıktı uzun bir süre önce.
İlk okuduğumda öyle öfkelenmiştim ki, ikinci kez okuma ihtiyacı duydum. Ve üçüncü kez okuyorum şimdi
Kendine “ekonomik tetikçi” diyen bir Amerikalı’nın kendi devletinin pis politikalarını deşifresi bu kitap

Konu çok bu hafta…
Konu çok ve inanın öfkemi yenemiyorum. Zaten galiba bu öfke de beni bitirip ancak öyle huzura kavuşacağım. Çok konu ama hep birbiriyle ilişkili
Bir yanda Kutlu Doğum Haftası ve Hazreti Peygamberimiz
Bir yanda Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı
Bir yanda da KAFES
Biliyorsunuz sokakta fazla gezerim.
Sokak benim özgürlüğüm. Ne dilime gem vururum ne de düşüncelerimi “kafese” sokarım Herkesle özgürce iletişim kurar, tartışır, hatta kavga bile ederim, ediyorum Sokakta yapaylık yoktur. Sokakta kimse kimseye “mış” gibi yapmaz. Ne düşünüyorsa, düşündüğü gibi söyler ama önce “güven” arar.
Her yerde “Kutlu Doğum Haftası” etkinlikleri var.
İtirazım mı var? Hayır.
Ama düşünüyorum işte. Hazreti Peygamberim yaşıyor olsaydı şu an, acaba hayatımız böylesine “oyun” olur muydu? Yöneticilerimiz böylesine “kör, sağır, dilsiz” olur muydu? Paylaşma, dayanışma böylesine “reklamatik” olur muydu? Sevgi, saygı, inanç, doğruluk gibi erdemler “mal” olur muydu? Hayatın anlamı “para” olur muydu? Peygamberimin ümmeti dünyada en fazla kandırılan, kullanılan ve harcanan insanlardan oluşur muydu? Peygamberim yaşıyor olsaydı Müslüman ülkeler böylesine bir iştahla Siyonist ve tapınak şövalyesi kılıklıların “kucağına” oturur muydu? Peygamberimiz yaşıyor olsaydı ve bir kutlu doğum etkinliğinde kürsüye çıksaydı neler söylerdi?
Bunu sizin yorumunuza bırakıyorum ama şuna inanıyorum ki asla yalan konuşmazdı ve yanlışı doğru diye dayatmazdı!
Sözün kısası “bilmek” yetmiyor yaşıyorsan ne?
Yaşamıyorsan ve yaşatmıyorsan hem riyakâr hem de yalancısın!
Yazıya girerken “KAFES” adlı kitaptan söz ettim.
Sonra da “Kutlu Doğum Haftası” dedim
Şimdi Ulusal Egemenlik Bayramı’na bakalım
Belki de en önemli ulusal bayramımız 23 Nisan. Lakin gelin görün ki 1980’den bu yana her yıl içi boşaltıla boşaltıla “Ulusal Egemenlik’ten” çok “çocuk, reklam ve alışveriş” bayramı oldu. Baksanıza 23 Nisan meydanlardan çok AVM’lerde kutlanıyor. Sıradan ve anlamı yok edilmiş “makam devir teslimleri” ise tamamen “seçilmiş özel” çocuklarla 23 Nisan sabahı yapılacak.
Peki, nerede ulusal egemenlik?
“Kafes” kitabını okuyun, Banu Avar’ın kitaplarına da göz atın hatta her hangi bir kutlu doğum etkinliğine de katıldıktan sonra çevrenize bakın lütfen.
Hani ulusal egemenlik?
Çarşılarımızdaki, AVM’lerimizdeki ecnebi dillerindeki dükkânlarımızda mı satılıyor?
Yoksa ABD Büyükelçiliği’nin önüne kurulacak tezgâhlarda mı?
Yoksa yaşadığı kenti bir türlü beğenmeyip el âlemin kentini gezdikten sonra düştüğü kompleksi köşelerine yansıtan gazetelerde mi?
Yoksa çocuk ıslahevlerinde mi?
Nerede bu ulusal egemenlik coşkusu?
Pamuk helvacıda, macuncuda, AVM’lerin palyaçolarının yılışık gösterilerinde mi?
Geçin siz Ulusal egemenlik kavramının içinin nasıl boşaltıldığını merak eden varsa İçişleri Bakanı Şahin’in “takla” attırmaya çalıştığı yurttaşa baksın
Şimdi gelelim Ulusal Egemenlik Haftası’ndaki bir acayip “ziyarete”
Ulusal egemenlik, ulusun kendi iradesiyle seçtiği vekiller eliyle tecelli eder. Ve tecelli mekânı Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir
Millet, seçtiği vekillerden sadece güzel ve onurlu işler bekler. Vekiller öyle çalışır ki milletin de yüzü her daim güler
Lakin öyle mi?
Keşke “evet öyle” diyebilseydim.
Son yıllarda “vekil” olanlar vekâlet aldıkları milletten o kadar uzak ki
Bunu salt eleştiri olsun diye yazmıyorum. Belki de bu uzaklıkların nedeni “vekillerin” vekâlet aldıklarından daha üst bir yaşam biçimine sahip oluşlarıdır. Ya da “vekillerin” zaten yaşam biçimleri daha üst olanların arasından seçilmeleridir
Neyse konu bu değil.
Bir süredir İzmir gündemini tam olmasa da bir taraf ağırlıklı “balık çiftlikleri” meşgul ediyor.
![]() |
Balık çiftliği denince de İzmir’de akla gelen ilk isim Selçuk Yaşar. Hafta sonu TBMM Çevre Komisyonu İzmir’e “çevre ziyareti” yaptı. Balık çiftlikleri, termik santral, rüzgar santrali gibi konularda kamuoyunun artan tepkisini araştırmaya geldi.
Bu ziyaretlerde hem vatandaşlarla hem de yatırımcılarla görüşülmüş. Medyadan öğrendiğime göre de balık çiftlikleri ile ilgili toplantı, komisyonun konakladığı ve bir balık çiftlikçisi olan Selçuk Yaşar’ın otelinde yapılmış. Hatta muhtemeldir çiftlik balıkları da yenmiş.
Balık çiftlikleri konusunda sadece “parasal” düşünen bir çiftlikçiye bu kadar ilgi nedendir, anlamak mümkün değil.
Vatandaştan çok “yatırımcıya” kulak verilmesinin nedenini anlamak isteyenlere de “KAFES” kitabını öneriyorum. Aynı komisyon termik santral konusunda da vatandaştan daha çok santral yapmak isteyen ve santrali kamuoyuna “hastane gibi olacak” şeklinde duyuranlarla görüşmüş.
Yorum yapmayacağım
Tepki de göstermeyeceğim. Çünkü KAFES’in satırları önümde
Yazmak istediklerimi şimdilik içime atıyorum.
İnşallah günün birinde gerçekten birbirimizi kandırmayacağımız günleri yaşarız.
NOT:
Usta yazar Yılmaz Özdil cumartesi günü bir yazı yazdı. Uğru Dündar adına Konak Belediyesi tarafından yapılan bir parkla alakalı. Lakin öyle bir söz vardı ki yazısında, şaşırdım, üzüldüm, kırıldım, öfkelendim. İzmir’de herkesin büyük bir beğeniyle okuduğu Özdil tüm İzmir basınını “devşirme” ilan etti. İzmir’de “devşirme” kimdir, nedir, nasıl olur bilmiyorum. Keşke onları da yazsaydı. Yazsaydı öğrenecektik İzmir’de devşirenler kimmiş diye! Ama galiba Yılmaz Özdil, kendi şehriyle ilgili yanlış bilgilendiriliyor. Ve korkarım ki Özdil’in “İzmirli kankileri” bu devşirenleri çoook iyi tanıyor!
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.