İzmir’in seçilmiş başkanına “çete reisi” bürokratlarına da “çete üyesi” diyen dava herkes tarafından değerlendirildi ama ben “dışında” kalmaya özen gösterdim…
Çünkü “çete reisini” seviyorum…
Oy verdim, destekledim…
Onun bırakın “bilerek” milyarları, “bilmeden” bir kuruşu bile “iç edeceğine” kimse inandıramaz beni.
İnsan olarak bir vakitler oldukça yakından tanıdığım Aziz Kocaoğlu’nun özellikle para konusundaki “pimpirikliğini de” biliyorum. Makamında içtiği keyif çaylarının bile çetelesini tutardı başkan… Değil ki koca İzmir’in menfaatini kendine, arkadaşlarına yontacak ha?
İnanmam, inanmıyorum, inanmayacağım…
Bu dava sürecinin “AKP oyunu” olduğu değerlendirmelerine de inanasım gelmiyor. AK Parti, bu davanın doğrudan aleyhine olacağını hiç mi bilemez?
Mümkün değil… Kimi açıklamalar da bu yönde zaten…
Peki nedir bu?
Eğer bu davanın içinde bir bit yeniği varsa bence “başka”…
Daha derinde…
Hatta komplo teorisi gibi gelmesin size ama içimden bir ses bu davada “bazı şahısların” özellikle dinlenmediğini, sorgulanmadığını söylüyor?
Kanıtım falan mı var? Yoksa “bildiğim” özel bir bilgi mi?
İnanın yok…
Sadece bazı tarihler ve iddianameye konu olmuş bazı olaylar bana “Allah Allah o tarihlerde şunlar, bunlar da yok muydu o civarda” dedirtiyor, ne yapayım yani?
Ama benim yazmak ve paylaşmak istediğim başka.
Zira eleştirsek ya da takdir de etsek yargıyı izlemek, beklemek gerek düşüncesindeyim. Çünkü “yargı önemli” diyerek “yargının” nasıl basitleştirildiğini şu Ergenekon başladığından beri yaşıyoruz. Eskiden olay dava aşamasına gelince susar ve mahkemeyi izlerdik sadece… Ergenekon’dan” beri ise her değer gibi yargının önemi de “tartışılır” oldu…
Özellikle “medya” denen canavarın biraz da “uzaktan kumandalı” yönlendirmesiyle, iddia aşamasında olan kişiler nasıl da “linç hedefi” yapıldı, gördük. Yıllarını ve hayatlarını ülkelerine vermiş, Paşa olmuş Genelkurmay Başkanı olmuş yurttaşlar, onca devlet madalyasına rağmen nasıl da “bir kısım medyanın” linç hedefi olmuşlardı? Hele bazı “kindarlar” nasıl da “terörist” ilan etmişti “devlet madalyalı” komutanları? Ve ne acıdır ki hiçbir savcı ya da hakim de çıkıp “ayıp yahu” dememişti değil mi?
Siyasal iktidar kabul etse de etmese de ne yazık ki bugün sokakta “yargının siyasallaştığı” bal gibi konuşuluyor…
Belki “birileri” kaç yaparken göz çıkardı da halka farkında değil…
Ama İzmir?
Her belediyede olabilecek “usulsüzlükler” nasıl da “çeteleştirildi” anlayamadık…
Hesap hataları meğer “çete” kapsamındaymış da yeni öğrenmişiz, bilmiyormuşuz…
Hakkında 400 yıla yakın “hapis” istenen bir “başkanımız” var ve yaşayıp gidiyoruz, ne garip?
Şu son duruşmada onca kişiden sadece ikisinin tahliyesi ve çoğunluğun yine tutuklu kalması hatta yeni duruşmanın 5 Temmuz’a ötelenmesi bile tartışılabilir, tartışılıyor. Lakin benim derdim başka…
Bu davayı hem Başkan Kocaoğlu hem de CHP öylesine “siyasal” görüyor ki, İzmir’de başka sorunlara adeta gözlerini kapadılar.
Hem Büyükşehir hem de bazı ilçe belediye hizmetleri korkunç şekilde gevşedi, savsaklanma boyuta geldi.
İzmir’in ekonomik, sosyal, siyasal tüm sorunlarını ne yazık ki “belediye davası” odaklı konuşuluyor, tartışılıyor ve düşünülüyor…
CHP’li vekiller her soruna ya “Mustafa Balbay” ya da “belediye davası” ekseninden bakmaya başladı…
Gazeteci Mustafa Balbay ve diğer tutuklu vekillerin, gazetecilerin”içeride” olmasının kabul edilir yanı yok. Ama en sıradan belediye görevlisi bile sorunlara yaklaşmama bahanesi olarak “belediye davasını” gösterip “moral bozukluğunu” ileri sürmeye başladı.
Başkanların çevresindeki “tufeyli” kalabalıkları inanılmaz arttıkça ne yazık ki kulakları da kendilerini o makamlara getirenlere kapanıyor.
Cuma Yeşilyurt, Cumartesi günü de yağmur altında Üçyol Üçkuyular arasındaydım…
Kaç yurttaşla konuştum, çay içtim saymadım.
Konuştuklarımın abartmıyorum tamamı Aziz Kocaoğlu olduğu için CHP’ye oy verenler, davanın haksız olduğuna inananlar. Çoğunluğu olmasa da aralarında CHP’nin kayıtlı üyeleri de var. İnanın biri bile Başkana karşı “güvensizlik” içinde değil, Aziz Bey’in yaşadıklarının hakkı olmadığına inanıyorlar.
Ama bir nokta var ki aynen paylaşıyorum CHP’den, ilçe belediyelerden, milletvekillerinden, Vali’den, Emniyet’ten fena halde şikâyetçiler…
Cep telefonu ile çektiğim bazı fotoğrafları da paylaşacağım sizinle şimdi.
Ama şu gerçeği özellikle vurgulama ihtiyacındayım. İzmir’in sokaklarında hâkim olan duygu “hayal kırıklığı ve ilgisizlik”…
Üçyol’da, Yeşilyurt’ta, Üçkuyular’da, Balçova’nın ara sokaklarında, Kemeraltı’nda, Karşıyaka’da “yönetenin” sebeb-i mevcudiyeti olan halka karşı ilgisizliği gözle görülür noktada.
Ama şu da var ki vatandaş öylesine nazik ve anlayışlı ki…
Seçtiği belediye başkanını hem seviyor hem de “ama…” diye başlıyor konuşmaya. Emniyet Müdürü sempatik geliyor, Yunus Polisleri ne kadar seviliyorsa trafik polislerinden o kadar hoşlanılmıyor. Ve ne yazık ki bizler de, gazeteciler de sevilmiyoruz…
Bazı örnekler paylaşarak pekiştirmek istiyorum meseleyi.
Cuma günü Yeşilyurt Ordu Caddesi’nde yürüyorum…

Müteahhitin gasp ettiği kaldırımı cep telefonumla çekerken bir esnaf yaklaşıyor yanıma. Diyor ki “rezilliği gördünüz değil mi? Kaç kez aradık zabıtayı ilgilenen olmadı!” Yeşilyurt’ta çok yeni inşaat var ve çoğu akla ziyan… Daracık sokaklarda altı yedi kat apartman belediye başkanını uykularını kaçırmalı ama…
Ana caddede vatandaşın kaldırımını gasp edebilecek kadar aymazlaşanlara karşı söyler misiniz vatandaşı kim koruyacak?
Cumartesi hep yağmurluydu…
Üçyol’dan Üçkuyular’a doğru yol alıyorum. Yine o kaldırımlar. Şekle girmiş girmesine ama vatandaşta bıraktığı iz pek fena. O inşaat firmasının elemanlarının terbiyesizlikleri, hakaretleri, tehditleri adeta şehir efsanesi olmuş. Taşlar yamuk yumuk, eğri büğrü. Ayakkabınızın burnu birine takılmasa diğerine mutlaka takılıyor. Hele bazılarının altına yağmur suyu girmiş ki, üzerine hızla basınca ne paçanız kalıyor ne çevre… Hava güzel olunca firmanın elemanları gelip, o eğri büğrü taşları zımparalıyormuş. Bu doğru mu tartışılıyor tabii…
Hıfzısıhha’dayım…
Bir köfteci esnafa misafir oluyorum. On dakikada beş kişi oluyoruz. Bir ara gazeteci ağabeyim İbrahim Irmak’ı görüyorum ama hemen kayboluyor… Oysa bir çay da onunla içmek isterdim.
Emekli bir öğretmen fotoğrafını gördüğünüz apartman girişine götürüyor beni. “Bak” diyor “söyle bunu televizyonda, bu merdivenler yüzünden iki ihtiyar hastanelik oldu.”
Bakıyorum dikkatlice ve tabii çekiyorum.

Yağmur artıyor ve oradan da ayrılıyorum.
Üçkuyular facia…
Logarlardan su fışkırıyor, ortalık göl. Geçen arabalar birbirlerine su sıçratıyorlar ki sanırsın tsunami…
Balçova Mithatpaşa Caddesi’ne ilerliyoruz araçla.
Eşref Bitlis alt geçidine gelince duruyoruz.
Çıkınca neden durduğumuz belli oluyor. AVM’lerin önün de park olmuş. Güya bu yasak ve AVM’lerin tümü otoparklı. Araştırıyorum, AVM’lerin otoparkları dolu değil. Peki, trafiği aksatan bu parkları yapanlar cesareti kimden alıyor? Tabii ki İzmir Emniyet Müdürlüğü’nden… İki trafik polisini buradan esirgeyen Emniyet’ten… Oysa iki adım ötede bir hastane var ve ambulans güzergâhı burası…
Balçova’ya Ata Caddesi’nden giriyorum…
Burası da bir acayip…

Hava yağmurlu ve Ata Caddesi’nin iki yanı park olmuş, sayısız araç. Trafik ortada daracık bir şekilde ilerliyor. Otobüs durağındakiler, otobüs yol ortasında durduğundan ıslanarak biniyor, inenler de koşarak kaldırıma ulaşmaya çalışıyor araçların arasından. Bunun da fotoğrafı var!
Ata Caddesi’nde sıkılıyorum. Ara sokaklara dalıyorum şemsiyemle…

Bu arada merdiven rezaletine bakarken bir emekli öğretmenle daha tanıştım. Bana bir mektup verdi. Mektubun aslı Karşıyaka Belediye Başkanı Cevat Durak’a yazılmış. Eve gelince okudum, kahroldum. Emekli öğretmenin mektubunu aynen Salı günü programımda okuyacağım…
Ve son olarak hafta içinden bir olay:
İzmir’e dışarıdan gezmeye bir aile gelmiş. Ellerinde fotoğraf makineleri Kemeraltı’na girmişler. Resim çekerek ilerliyorlarmış. Karşılarına biri çıkmış. Sinirli şekilde “burada resim çekemezsin” demiş. Adam korkmuş “neden” demiş… “Çekemezsin lan, çizdirme kendini, si……n gidin” demiş…
Aslında Kemeraltı klasiği bu ama aile ilk kez yaşamış. “Kayseri’ye köy derdi İzmir, İzmir Teksas olmuş meğer sizi polise şikâyet edeceğim” demiş. Adam da “……….” diye cevap vermiş. Yazmıyorum çünkü hala makamlara saygım var…
Örnekler çok inanın…
Ama İzmir’de bunları yazmak, konuşmak çok riskli.
Çünkü demokrasi de “kişiye özel” oldu İzmir’de.
Oysa inandığım ben gazeteci olarak sorunları yansıtırsam, belediye başkanı, Vali, emniyet müdürü falan memnun olmalı. Yansıttığım sorunu çözüp, vatandaşa hizmetin tadını çıkarmalı. Ama değil işte… Tufeyliler o kadar çok pirim yapıyor ki İzmir’de “kötü” olan eleştirenler oluyor ne yazık…
Cumartesi çok yağmur vardı İzmir’de…

Evet çok yakışıyor…
Benim toprağına kurban olacağım İzmir’ime gökkuşağı da, yağmur da, kar da çok yakışıyor… Ama yakışmayanları da konuşup yakışanla değiştirmeliyiz. Bence “insanlığa” yakışan ve yakışacak da budur.
Allah bana bir oğul verdi ki cümlemizin evladını bağışlasın. İstediğim, oğlum da en az benim kadar aşık olsun doğduğu kente. Sizin evlatlarınız da aynen… Ama kuşkum var benim ve belki de onun için öfkeliyim, bağışlayın lütfen.
İzmir’in seçtiğimiz belediye başkanlarından, atanan Vali ve Emniyet Müdürü’nden tek bir isteğim var. Allah rızası için sokağa kulak verin. Yoksa İzmir’ime yakında gökkuşağı bile yakışmayacak!
NOTLAR:
1- Balık çiftlikleriyle ilgili olarak Selçuk Yaşar’ın yazdıkları henüz geçti elime. Lütfetmişler bize de yollamışlar. Okuyorum, anlamaya çalışıyorum ama “anlaşılmadığımı da” anlıyorum…
2- Büyük gazetelerin büyük yazarlarından değilim. Çok sıradan ama “gazeteci” yurttaşım. Yazdıklarımdan ve söylediklerimden rahatsız olan bazı canlar “yahu kaç kişi izliyor, kaç kişi okuyor ki o siteyi” dermiş sağına soluna… Dalkavuklar da cevap verirmiş “devletlûm kendi çalıyor kendi oynuyor” diye… Yaşlanıyorum artık galiba, gülüyorum ama sıkça ettiğim bir duayı de ediveriyorum hemen “Allah’ım hakkımda kim ne düşünüyorsa sen ona beş katını, on katını nasip et!”
![]() |
|
![]() |
|
![]() |
|
![]() |
|
![]() |
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.