Çok yakında ekranıma da kavuşacağım inşallah. Evden çıkamıyorum daha. Sürekli okuyorum, notlar alıyorum.
Sürekli “son dakika” haberlerine bakıyorum internetten…
Kentimin haber portallarına bakıyorum, meslektaşlarımın yazılarını okuyorum.
Tek tek e-postalarımı okuyorum.
Cevap yazılacaklara yazıyorum. Facebook ve Twitter ile “ortalık karıştırıyorum” bazen…
Ama özlüyorum…
Belediye otobüslerini, metroyu, İzban’ı, trafik polislerini, durak sohbetlerini hep özlüyorum…
Herkesi kolundan tutup götürmek istediğim Balçova’daki Kır Bahçesi gözümde tütüyor…
Ne diyelim ki, Allah daha büyük sıkıntı vermesin, ne bana ne de kimseye…
Milliyet Ege’de bir haber Pazar günü. Sevgili kardeşim, canım meslektaşım ve de alternatifsiz Kemeraltı uzmanı Mustafa Oğuz’un haberi:
“Kemeraltı’nı uçuracak proje gayrimenkul yatırım ortaklığı ile tarihi han ve yapılar kurtarılacak; 24 saat yaşayan bir Kemeraltı yaratılacak.”
Haberin başlığı böyle…
Meraklanıp okuyorum:
Tarihi Kemeraltı Çarşısı için yeni bir model girişiminde bulunuldu. İlk adımı, “Yüz girişimci bulup Kemeraltı’nda tarihi bir hanı kurtaralım. İlk ortak ta benim” diyerek Esnaf Derneği’ne öneri götüren Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan attı. Uğur Yüce başkanlığında EBSO’da basına kapalı gerçekleştirilen toplantıya, Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan’ın yanı sıra Düşünce Enstitüsü oluşturan aynı zamanda İzmir Kent Değerleri Koruma Komitesi üyeleri olan Ali Nail Kübalı, Kemal Çolakoğlu, Samim Sivri, Enis Özsaruhan, Moris Bencuya, Filiz Eczacıbaşı Sarper, İzmir Vakıflar Bölge Müdürü Kenan İba, Kemeraltı Esnaf Derneği Temsilcileri, Büyükşehir Belediyesi Tarihsel Çevre ve Kültür Varlıkları Şube Müdürü Hilmi Gökhan Kutlu katıldı. Toplantıda dünyanın en eski çarşısını kurtaracak model de çıktı.
Haberin tamamı bu kadar…
Konu Kemeraltı…
İzmir’de “İzmir Kent Değerleri Koruma Komitesi” varmış mesela…
Bilmiyordum, öğrendim…
Üyelerine bakıyorum tek tek… En son ne zaman Kemeraltı’na gitmişler acaba? Ya da gittiklerinde saat kaçmış? Kemeraltı’nı hayallerindeki şekliyle mi konuşmuşlar, yoksa toplantıdan bir gün önce şöyle harbiden dolaşmışlar mı? Yoksa toplantıda “çocukluklarının Kemeraltı’sı” sohbeti mi yapmışlar?
Bilmiyoruz.
Çünkü “basına” dolayısıyla “halkın bilgisine kapalı” bir toplantı…
Ama Kemeraltı güya hepimizin…
İnanın artık “imdat” diye bağırasım geliyor…
İnanın artık “yeter” diye çığlığı basasım geliyor…
Haberi okuduktan sonra “İzmir’de Kent Değerleri Koruma Komitesi varmış! Allah Allah neden korumuyorlar o zaman? Elitist, seçkinci bir iş mi yine? :)” diye bir “twit” atıyorum…
Ne yapayım?
Geriliyorum artık. Çoğunlukla aynı şekilde yapılan ama nedense hep dağılan o kadar çok toplantı hatırlıyorum ki…
İyi niyetlerden şüphe etmiyorum.
Ama bu kenttin kaybedilen zamanlarının hesabını birileri vermeli… Başka kentleri taklit zihniyetiyle ortaya atılan süprüntü projeleri yok edip, kentin asli dokusunun öğrenilmesi vakti geldi geçiyor…
Geçiyor ama muhteremler hala “kapalı toplantılarla” durumu kurtarma peşinde…
Çünkü İzmir’de hepi topu en fazla 150 muhteremin, 174 yıllık geleneğe dayalı “kibiri” mahvediyor hepimizi… Sürekli iktidarlara çemkirerek rahatını bozmak istemeyen hep topu en fazla 150 kafa…
Ben kendi kendime “twitter” oynarken bir bakıyorum Kemal Çolakoğlu yanıt yazmış…
“Pek elitist sayılmaz, üçü eski rektör, bir rektör, 5-6 sivil toplum örgüt başkanı, Birkaç öğretim görevlisi ve işadamı…”
Ne diyeyim şimdi?
Öylesine iyimser, öylesine sevgi dolu ki… Öylesine mütevazı ki… Öylesine farklı ki… Kemal Çolakoğlu’na “kibirli” demem büyük haksızlık. Lakin o kibir çukurunda debelenen ve kazındığını sanan pek çok “muhteremin” arasında kalmış Kemal Çolakoğlu, ne edeyim şimdi?
Zaman zaman çok kızıyorum Kemal Bey’e…
Çünkü fazla iyimser. Onun gördüğü gibi bir ortamı göremiyorum belki de… Belki o da hâkim olan karamsarlığı böyle dağıtmaya çalışıyor. Hep “bardağın dolu tarafına bakarak… ”
Ben yapamam, inanın yapamam.
Kemal Çolakoğlu’nun ikinci mesajı geliyor bu kez: “Bayılıyorum tarzına önce dövüyorsun! Sonra kabahat var mı soruyorsun :)) B Şehirin kurduğu İEKKK’nun bir komitesi bu..”
“Eyvah” diye bağırıyorum. Bağırırken de o ağrıyı yine duyuyorum…
“Eyvah” çünkü İEKKK yanlış bir kuruluş, niyeti iyi akıbeti loş bir kuruluş…
Bana “iyi şeyler” hissettirmiyor…
Bana “üstünlerin” adetlerini hatırlatıyor…
Hani İzmir’in “yukarı mahalleleri” bombalanırken İngiliz uçakları tarafından, Kordon’da bilmem ne kulübün terasında kadeh tokuşturarak kıkırdayanları hatırlatıyor…
Öte yandan ben “dövmüyorum” aslında… Yaptığım “kula kulluğu andıran kibre” lanet etmek…
Kemeraltı bugüne kadar neden gözden uzak tutuldu?
Hangi Vali zamanında “kimliği” değiştirildi? Hangi belediye başkanı Kemeraltı’nı böğrüne hançeri soktu?
Kemeraltı bugün bir suç kaynağıysa durduk yerde olmadı…
Kent bilmem ne komitesi biliyor mu acaba Ali Paşa Şadırvanı’nın o orijinal alemi nasıl çalındı, neden bulunamadı, neden yerine bir “alem” uydurulmadı? Neden İzmir Polisi, burnunun dibindeki bu ecdat şadırvanını soyanları derdest edemiyor da habire kurşunları çalınıyor?
Bir süre önce Türkiye’nin en büyük giyim firmalarının birinin bir yetkilisiyle tanıştım Kemeraltı’nda… Keşke o toplantı da o yetkili gelseydi…
Vakıflar Müdürü önce şu “Osmanlı şerbetçisi” rezaletini bir anlatıversin mesela…
Sonra neden bu kadar hızlı el değiştirmeler var?
Kemeraltı’nın arka sokaklarında neler oluyor? Kemeraltı’nda yatırım yapmak isteyenlerin karşısına “kimler” dikiliyor?
Kemeraltı bugün zabıtanın, polisin ve tüm devletin “boş verdiği” bir yer…
Ama ne çare ki “çare” yok…
Kemal Bey aynı zamanda İZKA’da mesela…
Ve şu “valisiz, belediyesiz İZKA” fikrine aynen katılıyorum.
Ama İZKA’nın bile özünde olmaması gereken seçkinciliğe çok çabuk adapte olmasını anlamak mümkün değil… İZKA ne yapmış Kemeraltı için, ne düşünmüş mesela?
Bu hafta “deneme” mahiyetinde yayına katılacağım ve sanırım Çarşamba günü…
Açıkça da davet edeceğim Kemal Çolakoğlu’nu Kemeraltı’na…
Önce Kemeraltı’nı “yaşamak” lazım her yönüyle, sonra “kurtarmak” inanın çok kolay…
İzmir’in “aşağı mahalle” sakinleri, “fahri konsolosları”, hanım hanımcık iş kadınları falan önce, devrin “1800’le” değil “2000’ler” olduğunu kabul edecek. Sonra da “kibiri” bırakacak.
Kibiri bırakamayanlara önerim mezarlıklar…
İzmir’in mezarlıkları, sağlığında “kibir” yapmışlarla dolu. Ne çare ki şimdi “yanındaki mezara” bile sözü geçmiyor!
İzmir’in “150 kafası” ya kibiri bırakacak ya da biz yine “toplanıp toplanıp dağılan” toplantılardan tartışma çıkaracağız…
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.